BİZLER TECDİD’E MEMURUZ ! (7)

Günümüzde imam-hatipler, cuma ve bayram hutbelerinde bir taraftan ehl-i sünnetin şeâirinden (vazgeçilmez düstur ve alâmetlerinden) olan Hulefâ-i Râşidîn’n isimlerini zikretmiyorlar ki bu durum doğrudan doğruya, şîa ve râfizî’lere verilmiş bir tavizdir. 1970’li yılların başından beri, Diyanet İşleri Başkanlığına çöreklenen kripto “Ellâ Mezhebiyye” mezhebi mensuplarının işidir. Diğer taraftan maalesef yine aynı zihniyet mensuplarının bir ürünü olarak, Diyanet İşleri Başkanlığınca idare edilen Türkiye dahilinde, Kıbrıs’ta ve gönül coğrafyamızdaki bütün camilerde, cuma ve bayram hutbelerinde şen’î  bir bid’ate tevessül edilmektedir. Cuma ve bayram hutbelerinin sonlarına gelindiğinde ”Allah’ım! İslâm’ı ve Müslümanları koru!” diye başlayan Türkçe dua okutulması...

Zira, pek çok râvînin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte sevgili peygamberimiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz: “İmam minbere çıktı mı ne namaz var, ne kelâm” buyurmuştur. Bazı râvî’ler ise ”İmam’ın minbere çıkması namazı, söze başlaması da kelâmı keser” buyurmuştur.

Abdullah İbn-i  Amr İbni’l- As radiya’llahu anhümâ’nın rivayet ettiği bir hadis-i şerife nazaran, aleyhi’s-salâtü  ve’s-selâm efendimiz: Cumada üç takım halk hazır olur;  biri cumaya gelir de lağveder. İşte onun cumadan hazzı, nasîbi bundan ibaret kalır. Biri de gelir dua eder. İşte bu da Allah azze ve Celle hazretlerinden bir şey niyaz etmiş bir kimsedir ki, Allah dilerse ona istediğini verir, dilerse vermeyiverir. Üçüncüsü de cumaya dinleyerek, sükut ederek hazır olur; hiç bir Müslümanın üzerinden atlayıp ileriye geçmez; kimseye eza etmez. İşte bunlar ondan sonraki cumaya ve ondan sonra da üç güne kadar olacak sağâir’ine, (küçük günahlarına keffârettir.) Çünkü Allahu Te’âlâ;  “Her kim bir hasene (güzellik-ecir-sevab) işlerse, on kat emsâli onundur” buyurmuştur.

Ebû Hürelre Radiya’llâhu anh’den: Şöyle demiştir, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem (Efendimiz): “Cuma günü imam hutbe (irâd) ederken arkadaşına (yalnız) dinle desen (yine) lağvetmiş olursun” buyurdu.

Hazreti Ali radiya’llâhu anh’den, Müsned-i Ahmed’de rivayet olunmuş başka bir hadis-i Şerif’te ise: “Her kim sus dese söz söylemiş her kim de söz söylerse cuma sevabından mahrum olmuş olur.” Buyurmuştur.

Bir cuma günü Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz minberde bir sûre-i şerife okumuşlar, Bü’d-Derdâ’radiya’llâhu anh, Übey İbn-i Kâ’b radiya’llâhu anh’i dürtüp; “Bu sûre ne zaman nâzil oldu? Bunu şimdiye kadar hiç işitmemiştim” demiş. O da ona sus! diye işaret etmiş. Namazdan çıkınca Übey, Ebü’d-Derda’ya: “Şu namazından ettiğin lağvdan başka kârın yok; demiş. Ebü’d-Derdâ’ vaki hali Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’e ihbar etmiş ve “Übey doğru söylemiş” cevabını almış. İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh de: “ İmam minbere çıktığında yanındakine” dinle!” demek lağıv olmak için kâfidir” demiştir.

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’nın hadîs-i merfûuna nazaran: “Cuma günü imam hutbe irâd ederken söz söyleyen kimse kitaplar yüklenmiş eşek gibidir. Ona sus! Diyenin de cuma sevabı yoktur” buyrulmuştur. “Kur’ân okunduğu  zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.”(A’raf 7/204)

(Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında Kur’ân okunurken, onun manalarını iyice anlamak, nasihatlerinden faydalanmak ve davranışlarını ona göre ayarlamak için bütün dikkatleri ona vermek dinlemek ve sükut etmek gerekir.)

Kur’ân-ı Kerim’in yine Kur’ân’daki isimlerinden birisi de “Zikr,” dir.Zikr’in bir başka manası da namazdır. Nitekim, Cuma Sûresi 9. Âyet-i Kerimesinde: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ ı zikre koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” Buyrulmuştur.

“Cuma günü ezan okunduğunda Cuma namazı için koşunuz,gidiniz” demek aynı zamanda Cuma hutbesine de koşunuz, gidiniz” demektir. Zira, Cuma namazı farz olduğu gibi, Cuma hutbesi de farzdır. Böyle olduğuna göre, Kur’ân okunduğu zaman dinlemek ve susmak farz olduğu gibi, Cuma hutbesi okunurken de dinlemek ve susmak farzdır.

İmam hutbe okurken cemâatin susmasına şer’an “İnsat” denir. İmam söze başlayınca demek “İmam hutbeye başlayınca” demektir. Bazı rivayetlerde ” imam namazı bitirinceye kadar” denildiğine göre  susmanın farz olması,  imamın hutbeye başlamasından itibaren Cuma namazında selam verilinceye kadar devam eder. Cemâatin hutbeyi iyice dinleyebilmek için imama yakın bir yerde oturması tavsiye edilmiştir. Onlarca hadiste, lağvı terk etmekte tenbih edilmiştir. Lağvın terk edilmesi söz söylemekten daha şümullüdür. Lağv söz söylemek olduğu gibi ağzından hiç bir lâfız çıkarmadan başka bir şey ile meşgul olmakla da olur. Cep Telefona ile oynamak,çakıl taşlarını saymak,tesbih çekmek de bir nev’i lağıv’dır.

Hutbe esnasında hutbeyi dinlemekte farzdır, susmak ta farzdır dinlemenin susmaktan farkı “İnsat” söz söylememektir. ”İstimâ“ söylenen söze kulak vermektir. Bir insan susmaksızın bir iki kelime söylediği yahud hisleri çok kuvvetli olduğu için kendi söz söylerken kaçırmadığı takdirde dinleyici olabilir. Kemal olan esas olan hem dinlemek, hem de susmaktır. Hutbeyi işitebilenin söz söylemesi, Ebû Hanife, Malik ve Şâfi’î’ye göre haramdır.

Bu kadar kat’î delil, âyet ve sarih, sahih hadis-i şerife rağmen hâlâ ihdas edilen şen’i bir bid’at ile, cuma ve bayram hutbelerinin sonlarında okutulan Türkçe dua devam ettiriliyor.

Takdirle karşıladığım, aralarında Prf. Dr. Cevad Akşit Hoca’nın da bulunduğu az sayıda ehl-i sünnet alimi dışında hiç kimse bu bid’atin sonlandırılmlası için hiç bir gayret sarf etmiyor. Tesbitlerime göre bazı bölgelerde mesela, Ege Bölgesinde ve Akdeniz Bölgesinin bazı illerinde hatipler cemâatin de duasına katılması için “Buyurun, hep beraber Âmiin” diyelim diyorlar.

Cumanın bütün faziletini, cuma namazından beklenen ve umulan bütün sevap-ecir ve mükâfatı yok eden bu şen’î  bid’ate birilerinin son vermesi gerekmektedir.

Bizler, tecdid ile memur olanlar bu bid’atin izalesi için şimdiye kadar neler yaptık, halen ne yapıyoruz, bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Hazreti Üstazımız, Tasarruf-u Zahiri,tasarruf-u Sûrî’de bulunmuş olsaydı, bu bid’atler karşısında neler yapardı. Düşünelim, ona göre hareket edelim. Bizler, yurtlar ve kurslarda, kıldırdığımız cuma namazlarında, okuduğumuz hutbelerde, Hülefâ-i Râşidîn’in isimlerini zikrediyor, bid’at olan Türkçe duayı okumuyoruz, gerek hamdele, salvele esnasında ve gerekse Türkçe hitabette, cemâatin gayr-i insiyakî olarak, Salavat-ı Şerife okuyarak ya da “Âmiin” diyerek sükuneti bozmalarına vesiyle olacak hitap ve zikirlerden kaçınıyoruz” demeniz bir şey ifade etmiyor...