BİZLER TECDİDE MEMURUZ!... (4)

Süleyman Demirel on yıldan fazla bir müddet Başbakanlık yaptıktan sonra 16.5.1993-16.5.2000 tarihleri arasında da yedi yıl Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.

Mehmed Nuri Yılmaz, 2.1.1992- 19.3.2003 tarihleri arasında TC Diyanet İşleri Başkanı olarak vazife yaptı. Görüldüğü üzere her ikisinin vazife yaptığı tarihler çakışmaktadır. Bu demektir ki her ikisi de  aynı devirde değişik vazifelerde bulunmuşlardır. Her ikisinin de vazife yaptıkları bu devre İttihad ve Terakkî, darbeci, vesâyet jakobenist bir zihniyetin Türk Siyâsî Hayatına damga vurduğu bir devirdir.

Süleyman Demirel Devlet Su İşleri Umum Müdürü iken, 27 Mayıs 1960 Darbesine Başbakan olduğu 12 Mart 1971 Muhtıra Hükumet Darbesine, yine Başbakan olduğu bir devirde 12 Eylül 1980 Hükûmet Darbesine muhatap olmuş, birinci dereceden Hükûmet darbelerinin mağduru, makhuru idi.

16.5.1993-16.5.2000 tarihleri arasındaki yedi yıllık müddet zarfında tamamen saf değiştirmiş, darbecilerin, vesâyetçilerin safında yer almış, hatta onların başına geçmiştir. Süleyman Demirel   bütün siyaset çevrelerinin ittifakla kabul ettikleri 28 Şubat Post modern darbe, bal gibi bir Darbe-i Hükûmettir ve bu darbenin apoletsiz generali, lideri Süleyman Demirel’dir.

4.4.1924’den günümüze 18 zat, TC Diyanet İşleri Reisi olarak vazife yapmıştır. Bunlardan ilk ikisi, 4.4.1924-5.3.1941 tarihleri arasında vazife yapan Rıfat Börekçi, aynı zamanda Birinci TBMM’nde Ankara Mebusu idi. 14.1.1942-23.4.1947 tarihleri arasında vazife gören M.Şerafeddin Yaltkaya İttihad ve Terakkî bakiyesi tek parti mütegallibe rejim adına kendilerinden ne istendi ise yerine getirdiler. Türkçe Ezan okunması için tamimler neşrettiler uzak diyarlarda, köylerde, Müslümanların çocuklarına asgarî zarûrât-ı diniyelerini öğreten eli öpülesi hocaları ihbar ettiler, cezalandırılmaları için teşebbüslerde bulundular. Merhum Ahmed Hamdi Akseki ile başlayan, Eyüp Sabri Hayırlıoğlu ile devam eden diğer bütün Diyanet İşleri Başkanları elbette ufak tefek hataları olmuştur, fakat hükûmetlerin vesayet idarelerinin emir ve teşvikleriyle şer’i şerif’e, ehl-i sünnet akidesine ters bid’atlere izin vermediler, tevessül etmediler.

Bunların arasında 2.1.1992-19.3.2003 tarihleri arasında darbe ve vesayet döneminde yani post modern darbe döneminde vazife yapan Mehmed Nuri Yılmaz devrin hükümetlerinden emirler alarak İslâm’a, Şer’i Şerif’e, Ehl-i Sünnet akidesine muğayir, bid’atlere yol vermiş, vesiyle olmuştur...

Tespitlerimize göre Şerîr, Deccal Feto devrin aciz, çaresiz, zavallı başbakanı Bülent Ecevit’e :

 “Cum’a ve bayram hutbelerinde Huleafâ-i Râşidîn’in isimlerini zikredilmesi, Türkiye’de Alevî Kardeşlerimizi üzüyor, bu bakımdan bir türlü birlik ve beraberliğimiz temin edilemiyor, tefrikaya sebebiyet veriyor. Bundan böyle Cum’a ve bayram hutbelerinde Hulefâ-i Râşidîn’in isimlerinin zikredilmemesi memleketimizde birlik ve beraberliğin temini için şarttır”diyor. 

Başbakan Bülent Ecevit devrin Başbakan yardımcıları Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli ile görüşür. Maalesef her üçü de derinlemesine dinî, İslâmî Kültüre sahip olmadıkları için “Ne demek! Türkiye’deki Alevî Kardeşlerimizin ekserisi Cem Evlerine gidiyor, Cum’a ve bayram namazlarına katılmıyorlar, Cum’a ve bayram hutbelerinde, Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerinin zikredilmesinden niçin rahatsız olsunlar ki” diyememişlerdir. Hem sonra günümüzün makhuru, melunu, maktulu, şerir, deccalcik feto, o devirde istinasız bütün siyâsî çevrelerin makbulu, hoca efendisiydi. Onun tarafından gelen her teklif  sorgulanmadan uygulanıyordu.  

Diğer taraftan devir vesayet mütegallibe devri ya vesayet ve mütegallibe matbuatında sık sık Diyanet İşleri Başkanı hakkında neşriyat yapılıyor” devrin ruhuna uygun hareket edecek yeni bir Diyanet İşleri Başkanı’nın tayin edilmesi isteniyordu.

Devrin Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Nuri Yılmaz devrin Diyanet İşlerini tedvir ile vazifeli, Devlet  Bakanı, Ecevit’in sağ kolu Başbakan adına, Başbakan gibi çalışan Hüsameddin Özkan’a ”Sayın Bakanım! Duyuyorum ki benim yerime yeni bir Diyanet İşleri Başkanı arayışı içerisindesiniz. Şimdiye kadar benden ne istediniz de ben yapmadım. Sizin ve hükûmetimizin her hususta alacağı kararları aynen uygulamaya hazırım, amadeyim” Hüsameddin Özkan vaziyeti, Başbakan ve yardımcılarına aktarıyor, hepsi de rahatlıyor, derin bir nefes alıyorlar.

Başbakan yardımcıları ve Hüsameddin Özkan dörtlü bir toplantı yaparlar. Hüsameddin Özkan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Nuri Yılmaz ile görüşmesini aktardı. Biz ne istersek M.Nuri Yılmaz gereğini yapacak” dedi.

Bunun üzerine Başbakan Bülent Ecevit ”Öyleyse söyleyin, şu hutbe meselesini halletsin” dedikten sonra yardımcılarına ”Sizlerin herhangi bir talebiniz olacak mı? “ Devlet Bahçeli” Biz de hutbelerde ve namazlarda duaların Türkçe yapılmasını isteriz” dedi. Mesut Yılmaz “ Bu hususlarda bizim herhangi bir talebimiz yoktur, takdir Zât-ı âlînize aittir.”

Hüsameddin Özkan dörtlü toplantıda konuşulanları devrin Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Nuri Yılmaz’a aktardı, artık siz de gereğini yerine getirirsiniz” dedi.

Tabîîdir ki siz bir makam uğruna, şahsiyetinizden, inancınızdan, duruşunuzdan fedakârlık ettiğinizi, edeceğinizi muhataplarınıza açıkca söylerseniz, açık çek verirseniz elbette onlar da size çok ağır bir fatura keserler.

Hüsameddin Özkan’ın bu talimatı üzerine Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Nuri Yılmaz Diyanet İşleri bünyesindeki, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne formel bir hutbe hazırlanmasını, bu hutbede Hulefâ-i Râşidîn’in isimlerinin zikredilmemesini, hutbenin hiçbir yerinde asla bu isimlerin geçirilmemesini, cemaatin sükununun bozulmaması, Cum’a ve bayram namazlarında umulan ecirlerin zail olmaması için hutbede hatiplerin gizlice okudukları dualardan bazılarının Türkçe’ye çevrilirek alenî  okutulması talimatını verdi.

Bu kabil formel bir hutbe hazırlandı, İl ve İlçe Müftülüklerine tamim edildi. “Bundan böyle Cum’a ve bayramlarda, Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan hutbeler okunacak, ayrıca hutbeler hazırlanan bu formel hutbeye uygun olarak okunacak, aksine davrananlar hakkında soruşturma başlatılacak” denildi.

1990’lı yılların sonlarından itibaren memleketimizdeki ve gönül coğrafyamızdaki bütün camilerde okunan, okutulan hutbelerde Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimleri zikredilmiyor, Nuri Yılmaz devrinin şen’î bir bid’ati olan ”Allahım! İslâm’a ve Müslümanlar’a yardım et!” diye başlayan Türkçe dua okunmakta, cemaatin sükunu bozulduğu için Cum’a ve bayramlardan umulan ecir ve sevaplar maalesef tamamen zail olmaktadır. Hazırlanan bu formel hutbe camilerde ilk okunduğu Cum’a günü, Cum’a namazını kıldığım camide bekledim, cemaat dağıldıktan sonra imam hatip efendiye ”Hocam! Hayrola! Hulefâ-i Râşidîn Efendilerimizin isimlerini zikretmeniz, hutbenin sonuna doğru Türkçe olarak yaptığınız dua da neyin nesi?“ dediğimde “Hocam! hutbe bir bütün olarak başlangıç, hitabet, ikinci hutbe ve dua Diyanetten-Müftülükten gönderildi ,harfi harfine okunması emredildi. Ben, kendiliğimden hiç bir şeyi noksan bırakmadım, ilave etmedim...

Bu tarihten itibaren bu hususta malumatı, alakası olan herkesle görüşmeye çalıştım. Sabık Diyanet İşleri Başkanları dostlarımla görüştüm. Aralarında bir kaçı hayretler içinde ”dikkatini çekmediğini, haberinin olmadığını söyledi.İl ve ilçe müftüleriyle görüştüm, Diyanette arka plânda sözü geçenlerle görüştüm. M.Nuri Yılmaz’dan sonra halen başkan olan zat da dahil vazifeye gelen üç Başkanla görüştüm. Hiç bir şey değişmedi. Hani ”Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış” aynen öyle bir vaziyet...