BİZLER TECDİD’E MEMURUZ! (2)

“Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”(Ahzâb 33/40)

Ahir zaman peygamberi Hazret-i Muhammed-Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz, bütün nebi ve mürsellerin hatemi, sonuncusu olduğuna göre, Asr-ı Saâdet’den sonra tevâlî eden asırlarda, Asr-ı Saâdet’den uzaklaştıkca zuhur eden fitneler neticesinde Şer’i Şerif’ten uzaklaşma, inhiraf, sünnetlere temessükte zaafiyet meydana geldiğinde sünnetlerin unutulup ihmal edilip sonradan ortaya çıkarılan bid’atlere tevessül edildiğinde yeniden asr-ı saâdete dönme ve tecdide ihtiyaç duyulduğunda; Buharî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz: “Ümmetimin alimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.” Yine pek çok ravînin rivayet ettiği bir başka hadis-i şerifte ”Ümmetimin arasındaki alimler, Enbiya’nın (Peygamberlerin vârisleridirler” buyurmuştur.

Hicrî birinci asırdan itibaren Müslümanlar, dinî ve şer’î meselelerde ihtilafa ve şüpheye düşmeye başladıklarında, ümmetin reşid (olgun) ve kâmil alimleri, birincil delil kitap, ikincil delil sünnet, (Kur’ân ve hadis’e) dayanarak hakkında nas (kat’i delil) âyet ve mütevâter hadis varid olmayan şer’î hükümler hakkında, (müçtehidler) içtihadda bulunup hükümler vaz’etmişlerdir. Böylece birincil ve ikincil deliller kitap, (Kur’ân) sünnet (hadis’e) dayanarak içtihad ile oluşan tedvin edilen koskoca bir fıkıh ilmi oluşmuştur.

Ümmet-i Muhammed’en evvel geçmiş kavim ve ümmetlerde, yeryüzünde şirk, küfür, isyan ve zulmet zuhur ettiğinde her bir asırda birden ziyade nebî her bir bin yılda bir de Ülü’l-azm Peygamber gönderilmiştir. Gönderilen her peygamber, her bir asırda ve her bir bin yılda Allah’ın dinini, şerîatini ihya etmişler, tecdid etmişlerdir.Ebû Davud, Hâkim ve Beyhakî’nin müştereken rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte, sevgiyli Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem efendimiz buyuruyorlar ki:

“Şüphesiz, (muhakkak) Cenab-ı Hak Teâlâ ve Celle Hazretleri, şu ümmet için (Ümmet-i Muhammed) her bir yüz senenin başında (Hicrî her bir asırda) onlar için dinini tecdid edecek bir müceddid gönderir.”

Peygamberimizin ebediyete intikalinden sonra, beher hicrî yüzyılın başında bir müceddid gönderilmiştir. Bu demek değildir ki her bir yüz senenin başında mutlaka bir müceddid gönderilir. Peygamberimizden sonra, hiç bir asır mücedditsiz kalmaz. Bu müceddid, zamanının bir bölümünü zahirî  tasarrufunda bir bölümünü de ebediyete intikalinden sonra “Üveysî” olarak manevî, ruhâni tasarrufunda tamamlar.

Silsile-i Zeheb, Silsile-i Saâdât’ın, Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddîk radiya’llâhu anh efendimizden itibaren 23.halkası,üçüncü merkez Kutbu’l-Aktâb, İmam-ı Rabbânî Ahmed-ü Faruk-i Sirhindi, Müceddid-i Elf-i Sânî(k.s.) Efendi Hazretleri, Hicrî 11.Asrın ve aynı zamanda Hicrî 2.bin yılının müceddidi olarak Asr-ı Saâdet’den 10 asır uzaklaşılmış, Peygamberimizin mucize olarak haber verdiği fitneler zuhur etmiş, bazı şer’î hükümler ihmal edilmeye başlanılmış, sünnetler unutulmuş, sünnetlerin yerine bid’atlere tevessül edilmeye başlanılmış, şiddetle bir ihya, mütâbat, tecdid, teceddüt ihtiyacı hasıl olmuştur. Böyle bir zamanda şer’î hükümleri ihya, sünnetleri tecdid ve bid’atleri imha için, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sâni, Ahmed-ü Faruk-i es-Sirhindî,(K.S.) Efendi Hazretleri, hem Hicrî 11.Asrın hem de, Hicrî 2.bin yılın tecdidi ikinci bin yılın tamamına sârî olmak üzere ”Müceddid” olarak Urducaak gönderilmiştir. Silsile-i Zeheb- Silsile-i Saâdet’ın 23.halkası, İmam-ı Rabbânî Hazretlerinden itibaren, 24.Hâce Muhammed Ma’sum, 25.Şeyh Seyfüddin Ârif, 26. Muhammed Nuru’l-Bedevânî, 27. Şemsüddin Habibullah İbn-i Mirza Can, 28.Abdullah Dihlevî, 29.Hafız Ebû Said Sahib, 30.Habibullah Can-ı Canan, 31.Muhammed Mazhar  îşan Cân-ı Cânan, Selâhuddîn  İbn-i Mevlânâ Sürâcüddîn ve33.                        ve son halkası, Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Silistrevî (Kaddese’Allâhu Esrarahum Ecmaîn) Hazerâtına Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye, Müceddediyye Kolu denilmektedir.

Müceddid-i Elf-i Sânî, İmam-ı Rabbânî (k.s.) Efendi Hazretleri, günümüzdeki haberleşme, iletişim, dijital platformlar bulunmadığı için devrine göre en müessir tebliğ ve irşad vasıtası mektuplarla   tecdid vazifesini ifa etmiştir. Beldesinde ve yakınlarında bulununanları bizzat vechen an vechin, irşad edip kemale erdirirken, uzak beldelerde bulunanları da mektup yazarak, ya da yazılan mektuplara  cevap vererek irşad etmiştir.

İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin yazdığı arîza ve mektupların ya da kendisine yasılan mektuplara verdiği cevabî mektupların toplamı 534 mektupdur. Bu mektuplardan 313 (1025-1616) senesinde müridlerinin meşhurlarından Yâr Muhammed Cedid-i Bedehşî Telkânî birinci cild olarak toplanmıştır.

Bu mektuplardan doksan dokuzu ise (1028-1619) yine müridlerinden Abdullah bin Hâce Çâkerhisârî tarafından ikinci cild olarak toplanmıştır. Bakiye 122 Mektup da, Hâce Muhammed Hâşim Kişmî tarafından (1031-1622) tarihinde üçüncü cild olarak toplanmıştır.

Mektupların asılları Urduca olarak yazılmıştır. İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin nesebi, Hazreti Ömer radiya’llâhu anh efendimize dayanır. Afgan bir ailenin çocuğu olarak (971-1564) senesinde Hindistan’ın Sirhind şehrinde doğmuştur.

Mektubat (1158-1745) senesinde müstekîmzâde Süleyman Sadettin Efendi tarafından Urduca’dan Türkçe’ye tercüme edilmiş ise de erbab-ı ilim tarafından itibar görmemiştir. Sultan Abdülaziz devrinde Padişah’ın büyük maddi ve manevî desteğiyle, Seyyid Davud Bağdadi, Urduca’dan Arapça’ya tercüme etmeye başladı ise de ömrü vefa etmediği için bu tercümeyi tamamlayamamıştır. Nihayet Muhammed Murad Kazânî tarafından Arapça’ya çevrilerek, Sultan 2.Abdülhamid Han Hazretlerinin himmeti ve mali desteğiyle (1317-1899) tarihinde, Mekke-i Mükerreme Mîriyye Matbaasında basıldı. Mektubat’ın bu ilk Arabi tab’ı çok az sayıda idi ve ancak bazı büyük ve önemli kütüphanelere verilmişti.

Bugün elimizde mevcud olan Arabî Nüshalar, Hazreti Üstazımızın tavsiye ve vasiyetleri gereği devrin büyüğü merhum Kemal Bey Ağabeyimiz, Kemal Kacar tarafından tüm baskı, cild ve dağıtım masrafları kendi cebinden karşılanmak kaydıyla 1963 yılında İstanbul’da Ekspres Matbaasında bastırılmıştır. Günün şartları gereği ”Çıkaran, H.Tahsin Onuk. Sirkeci Hüdavendigar Caddesi No: 41/1 (Ahmed Said Matbaası) İstanbul olarak gösterilmiştir.

Aslında,İslam harfleriyle Türkçe yazılmış eserlerin basımı dağıtımı yasaktı. Fakat uygulamacılar aradaki farkı bilmedikleri için ofset tekniğiyle basılan tamamen Arapça olan metinleri de yasak zannettikleri için zaman zaman matbaaları basıp bu kabil matbuatı müsadere ettikleri ve matbaaları da kapattıkları için mektubatı hiç bir matbaa basmaya yanaşmadı. Binbir rica ve minnetle Sirkeci’deki Ahmed Said Matbaasının sahibi merhum Hasan Tahsin Onuk Bey basmayı kabul etti. Ne var ki bu satırların  muharririnin de aralarında bulunduğu kimseler, 24 saat esasıyla muhtemel bir polis baskınına karşı gece-gündüz nöbet tutumuştuk. Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin ve Müceddidiyye Kolunun yol haritası, el kitabı “Mektubat-ı Kudsiyye’yi” bizlere kazandıran, merhum büyüğümüz, bey ağabeyimiz, Kemal Kacar Bey’i, minnetle, hasretle ve şükran ile yâd ediyor, kendisine Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ediyorum...