ZİKR-İ HAFÎ TARÎKAT-İ NAKŞİBENDİYYE-İ ÂLİYYE!...

Zikr-i Hafî’yi, Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, hicret-i nebeviyye sırasında, Sevr Mağarasında bulundukları esnada, yar-ı gâri sahibi, Hazreti Ebû Bekr es-Sıddîk radiya’llâhu anh Efendimize tarif ve talim buyurmuşlardır.

Kendilerini takip eden azılı müşrikler, mağaranın ağzına dayandıklarında, müşriklerin belden aşağıları mağaranın içinden net olarak görünüyordu. Sıddık-ı Ekber, Resûlullâh için çok endişelenmişti.

Bir taraftan mağaranın içindeki delikten Resûlullâh’a zarar verecek yılan, çıyan, akrep gibi vahşilere engel olmak üzere ayağıyla o deliği kapatırken, diğer taraftan vukua gelebilecek bir taarruza karşı bedenini Allah’ın Resûlüne siper etme telaşındaydı. Hazret-i Ebû Bekr- es-Sıddîk radiya’llâhu anh Efendimizin telaşını, hüznünü gören Resûl-i Ekrem Efendimiz “Eğer siz O’na (Resûlullah’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); O’na Allah yardım etmiştir; hani kâfirler O’nu iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; O arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir diyordu. Bunun üzerine Allah O’na (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, O’nu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/40)

İşte mağarada Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddık radiya’llâhu anh Efendimize “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” buyurduğu esnada “Ey Ebû Bekr! Şimdi, dilini üst damağına yapıştır ve kalbinle, durmadan “Allah! Allah!” diyerek rabbini zikret! Böylece, zikr-i hafî yolunu bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddîk radiya’llâhu anh Efendimize tarif ve talim buyurmuş, Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddîk vasıtasıyla, yine Ashab-ı Kiram’ın ileri gelenlerinden, Peygamberimizin berberi, kendisini “Selman bizdendir” buyurarak kendisini ehl-i beytinden kabul ettiği, Selman-i Pâk radiya’llâhu anh Efendimize talim buyrulmuş ve ondan teselsül etmiştir.

Sevgili Peygamberimizin bu Zikr-i Hafî tarif ve talimi, A’raf Sûresi’nin 205. Âyeti Kerimesiyle tam bir mutabakat halindedir. Bu Âyet-i Kerime’yi iyi tahlil ettiğimizde, burada da Allah’ın emrinin Zikr-i Hafî olduğu âşikâr’dır. “Kendi kendine, (kendi nefsinde, derununda, kalbinle) yalvararak, ürpererek, yüksek olmayan bir sesle (yalnız kendini duyacağın kadar) sabah akşam rabbini zikret, gafillerden olma.”

“Nesf” kelimesi lugatta can, ruh, kan, cesed ve her nesnenin aynı (özü) manalarına gelmektedir. Allâha a’lem, bu âyeti kerimede nesnelerin özü, aynı manasınadır. Meselâ “Raeytü Nefse Fülanün” demek (ben falanca zatın iç yüzünü gördüm) demektir.

Âyet-i Kerime’de zikir emri bazı kayıt ve şartlara bağlanmıştır. Birinci kayıt, zikrin lisan ile değil, öz ile kalp ile olmasıdır. Lisan ile yapılan zikirlerin manalarını bilmek, Allah’ın kemâl sıfatlarını, izzet, ulviyyet, celâl ve azametini hatırlamak, kalbin iştirak etmediği bütün bu sıfatları lisan ile tekrarlamanın hiçbir faidesi yoktur. Bütün fakihler ittifak etmişlerdir ki, alışverişin ne demek olduğunu bilmeyen ticaretten bîhaber birisinin sadece lisanıyla “aldım, sattım” demesinin hiç bir hükmü yoktur.   

“İlâh veya diğer esma ve sıfât ile değil de “Vezkür, Rabbeke” buyrulması, rahmet, yakınlık fazl ve ihsanın nihayetine delalet eder. Kul, “Rab” ism-i celilini duyunca, Allah’ın ihsan buyurduğu sayısız nimetleri hatırlar, Allah’ın ebedî rahmet ve mağfiretine olan ümidi artar. Devamında “Tazarran ve Hufyeten’i” işitince de kalbinde ümit ve korkunun gerekleri hasıl olur, böylece de iman kemale erer.

“De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kim kurtarır ki? O zaman O’na gizli gizli yalvararak “Eğer bizi bundan kurtarırsan and olsun şükredenlerden olacağız” diye dua edersiniz” buyrulmuştur. İnsan halinin kemali ancak Rububiyyetin izzeti, ubudiyyetin zilletiyle hasıl olur.

“Havf” (korku) ya Allah’ın azabından korkmakla husule gelir, bu seyr-i sülüke yeni başlayanların makamıdır, ya da Allah’ın azamet ve celâlinden husule gelir ki bu da hakikate ulaşanların makamıdır.

Zikirde üçüncü kayıt: “Hîfeten” (korku ile) bu korku, kişinin Allah’a karşı amellerde ve ibadetlerdeki noksanlıklar sebebiyle husule gelmesi veya âkibetinin nasıl olacağından korkmasıdır. Bir başka korku da bilhassa hakikat ehlinin korkusu, Allah’ın sayısız nimetleri karşısında mukabele edememe korkusudur.

Bazı kıraat alimleri, ayetteki bu kelime’yi ihfa mastarından “hufyeten” olarak okumuşlardır. Bu takdirde “Rabbini kendi nefsinde gizlice zikret demektir. Buradaki ihfa, Seyr-i Sülûke yeni başlayanlar için, riya ve süm’a’dan (görsünler, duysunlardan korunmak içindir. Seyr-i Sülûk’ta nihayete ermiş mukarrabin için neşve-i gayrettir, fena fi’llah mertebesine ulaşmaktır.

Zikirde dördüncü kayıt: “Dûne’l- Cehri Mine’l-Kavl” (yüksek olmayan bir sesle) zikrediniz. Zikir, aslında açıkla gizlilik arasında olmalıdır. Nasıl ki “De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na hastır.” Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini de fazla kısma; ikisinin arası bir yol tut.” (İsra 17/110) âyet-i kerimesinde olduğu gibi...Ve yine, “(Bu) Rabbinin, Zekeriyye kuluna rahmetinin anılmasıdır.” “Hani O, gizli bir sesle rabbine niyaz etmişti.” (Meryem 19/2,3)

Zikir’de beşinci kayıt: “Bi’gudüvvi ve’l-âsâl” (sabah ve akşam vaktinde) gündüz ve gece, gecenin başlangıcından gündüzün sonuna kadar her gün bir diğer güne muttasıldir. Zikr’in sabah ve akşamla kayıt altına alınması, sabah vakti insanoğlu ölüm mahiyetindeki uykudan hayat mahiyetindeki yakaza, uyanıklık haline geçiyor. İnsanların dışındaki zerrât-ıâlem, tabi’î yokluk zulmetten, tabi’î varlık demek olan nura dönüyor. Gece vaktinde ise tam bunun zıddı insanoğlu hayattan ölüme, alem ise halis nurdan halis zulmete inkilap ediyor. Esasen sabah ve akşam vakitlerini zikri, sadece o vakitlerde değil, sabahtan akşama, akşamdan sabaha zikre devam ediniz demektir. Böyle bir zikir hali de ancak, Zikr-i Hafî’de, lisanı ve diğer aza ve cevahiri her ne ile meşgul olursa olsun, kalbi bir an bile olsa zikirden hali kalmaz. Bu takdirde ise helal rızkı için çalışması, aile ferdleriyle birlikte geçirdiği vakit, fıkıh müzakeresi, ve haram-mekruh olmayan bütün hareketleri Fi’îlî zikirdir...

Zikirde Altıncı Kayıt: “Velâtekin mine’l- Gâfilîn” (Asla gafillerden olmayınız!) Kuvveti İnsaniyye beşerî takati yettiğince bütün vakitlerde zikirden gaflet edilmemelidir.

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler) Rabbi’miz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-İmran 3/191)

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ, bu âyet-i kerimenin tefsirinde, Allah Celle Celâluhû, ayakta iken, otururken ve yan tarafına yatarken zikretmeyi emretmiştir. İnsan için bir dördüncü hal hasıl olsaydı, o halde de zikretmeyi emir buyuracaktı. O halde her daim zikir halinde bulunmamız gerekmektedir.

“Şüphesiz, Rabbi’nin katındakiler (melekler) O’na ibâdet (kulluk) etmekten kibirlenmezler, O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler.” (A’raf 7/206)... Cenab-ı Hakk, bir önceki âyet-i kerimede zikir hakkında terğîb (teşvîk) ve devamı hususunu emrettikten sonra, hemen akabinde melekler çok şerefli, son derece temiz ve bütün günahlardan masum, insanlara mahsus şehvet, gadap (öfke) hıkd-ü-hased gibi şen’î fiillerden uzak oldukları halde, ubudiyyet, secdeler huzû ve huşûa her vakit devam ettikleri halde, cismanî alemin zulumatı ve beşerî lezzetler ve insanî  zaaflarla müptela insanların ibadet, taat ve zikir, tesbihe daha çok devam etmesi gerekmez mi? Bu sebeple İsa Aleyhisselâm “Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem 19/31)

Sevgili Peygamberimize ve onun şahsında bütün Ümmet-i Muhammed’e “Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (Nahl 16/99) Her iki âyet-i kerimeden de çıkarılacak hüküm, ibadetin ve zikrin, tesbihin ömür boyu daim olduğudur...