TARÎKAT-İ ZİKR-İ HAFÎ- DİJİTAL ZİKİR, DU’A VE HATİMLER!...

“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Biliniz ki O, haddi aşanları sevmez.”  “İslah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.”  (A’raf Sûresi, 7/55, 56)

“Kuran okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin.” (A’raf Sûresi, 7/204)

(Gerek namaz içinde ve gerekse namaz dışında Kuran okunurken manalarını iyice anlamak nasihatlerinden istifade etmek ve davranışlarını ona göre ayarlamak için bütün dikkatini Kuran’a vermek ve sükut etmek şarttır.)

“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini zikret. Gafillerden olma!..” (A’raf 7/205)

Ebû Mûse’l-Eş’arî radiya’llâhu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem ile beraber (seferde) bulunurduk da her vâdî üzerine yükseldikçe sesimiz mu’tadından ziyade yükselerek tehlil ve tekbir ederdik. Bunun üzearine Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem:

“Ey nâs canınıza acıyın, sesinizi yükseltmeyin! Şüphesiz siz ne sağırı çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz. Dua ettiğiniz O (Allah) muhakkak ki sizinle beraberdir. Hem O, sesinizi çok iyi işitir; O, size (uzak değil) çok yakındır buyurdu.”

(Tehlil. Lâ ilâhe illâ’llâh, demektir. Tekbîr’in de gerek aslı ve gerek Türkçesi malumdur. Yukarıda meâlini verdiğimiz bu hadis-i şerif, yüksek sesle zikir ve dua’nın kerâhetini ifade etmektedir. Mülk Suresi’nin 13. Âyetinde de meâlen “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun (fark yoktur). Çünkü Allah, gönüllerin künhünü çok iyi bilir buyrulmuştur. Ra’d Sûresi’nin 10. Âyetinde de meâlen: Sizden sözünü gizleyen kimse ile sözünü açığa vuran kişi ve gece gizlenen kimse ile gündüz meydanda gezen müsâvî’dir. (eşittir)” buyrulmuştur.

Bu âyetlerde gizli, âşikâr her söz, her nev’i temâyüller Allah’ın ilminde müsâvî olduğunu bildirmektedir. Bu cihetle Ashâb-ı Kirâm’ın zikir esnasında, harp zamanında, cenaze yanında ses yükseltmediği kerih gördüklerini Hişâm rivayet etmiştir. Said İbn-i Müseyyeb de: “Üç şey halkın ortaya koyduğu bid’atlerdendir; Dua sırasında sesi yükseltmek, dua sırasında elleri kaldırmak, secdeyi kısaltmak demiştir.

Ebû Mûse’l- Eş’arî radiya’llâhu anh’den rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Hayber’e gazâya giderken mücahidler bir vâdî’ye eriştiklerinde yüksek sesle: “Allâh uludur, Allah uludur, Allah’dan başka ilâh yoktur!” diye tekbir almışlardı. Bunun üzerine Resûlullâh onlara: “Nefsinize acıyınız! yavaş tekbir getiriniz! Çünkü siz ne sağırı çağırıyorsunuz, ne de gâibe sesleniyorsunuz. Muhakkak ki, siz, iyi işiten ve size çok yakın Allah’a dua ediyorsunuz. O her zaman sizinle beraberdir!” buyurdu. Râvî Ebû musel- Eş’arî der ki: Bu sırada ben Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in binitinin arkasındaydım. Ben de:

“Lâ havle ve lâ kuvevvete illâ bi’llâh kulun ihatası ve kuvveti yoktur. Ancak bu Allah’ın inâyetiyle hâsıldır!” demeye başladım. Resûlullah benim sesimi işitti ve: - Ey Abdullah İbn-i Kays! (Ebû Muse’l- Eş’ arî) diye seslendi. Ben de:

“Buyurunuz yâ Resûlullâh, emrinizi almaya hazırım!” dedim. Resûlullâh: “Ey Abdullah! Sana Cennet hazînelerinden büyük bir hazîne değerinde bir kelimeye (bir cümleye) delâlet edip bildireyim mi?” buyurdu. Ben de: “Bildir yâ Resûlullah; babam anam sana feda olsun!” dedim. Resûlullah: “O kelime, “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâh’ dır! buyurdu. Ensâr’dan Câbir İbn-i Abdillâh radiya’llâhu anhüma demiştir ki: Biz Peygamber’in Ashâb’ı seferde yüksek bir yere çıkınca tekbir ederdik. (Allâhu Ekber,) derdik. Yüksekten (bir vâdîye) inince de tesbih eder Süphâna’llâh derdik, demiştir.

Enes İbn-i mâlik’ten şöyle rivayet olunmuştur : (Hayber seferinde) Resûlullâh (Hayber’e yakın bir yerde geceleyip) şafak sökerken Hayber’e vardı. Sabahleyin Hayberli’ler ellerinde tahrip âletleri belleri ve (iş zenbilleri) omuzlarında (tarlalarına) çıkıp da Resûlullâh’ı görünce: “Vallahi şu Muhammed’dir ve askeridir, diyerek dönüp ve kalelerine sığındılar. (Hayberlileri ellerinde tahrip âleti kazma ve kürekle görmekle tefe’ül eden) kötü niyetlerini anlayan Resûlullâh ellerini kaldırarak: “Allah büyüktür, artık Hayber harap olmuştur, ve bu muhakkaktır. Biz bir kavmin yurdu içine girdiğimiz zaman korkutulan düşmanların sabahı ne fenadır!...” buyurdu. Hadis’in mutabakat noktası: “Allah büyüktür, diye Peygamber’imizin tekbir getirmesidir.

Abdullah İbn-i Ömer de demiştir ki: “Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem hacdan, umreden, gazâ seferinden dönerken bir dağ başına çıkınca, yâhud düz, yüksek bir sahaya varınca üç defa tekbir getirirdi. Sonra : “Allah’dan başka ilâh yoktur, O birdir, Onun eşi örneği yoktur; mülk Onundur, hamd Onundur: Onun gücü kudreti her şeye yeter. Biz Müslümanlara Rabbimize yönelir, Ona tevbe, Ona ibâdet, Ona secde, Ona hamd ederiz. Allah (zafer vaadetmiş) vaadinde doğru çıkmış kulu Muhammed’ine yardım etmiştir, bütün düşman cemiyetlerini yalnız başına hezîmete uğratmış sindirmiştir,” diye dua ederdi.

Bu rivâyetlerin hepsinden öğrendiğimiz şudur ki: Dâimâ Allah’a mütevekkil olan Peygamber’imiz, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, harp gibi yüksek iradelere istinad eden seferlerde o bağlılığını arzın hâlden hâle dönüşmesi vesiylesiyle izhar ederek Ashâb’ına göstermiş ve onların iradelerini zaman zaman teyîd edip yükseltmiştir...

Harp esnasında mücahidlerin maneviyatını yükseltmek, onları teşcî ve cesaretlerini artırmak maksadıyla tekbir getirilmesi caizdir. Ancak yüksek sesle getirilmesi mekruhtur. Gaza için çıkılan seferde yüksek ve düz yerlerden geçilirken, tekbir, vâdîlere inildiğinde ise tesbih, (Süphâne’llâh) denilir. Cenaze teşyî-i esnasında yüksek sesle tekbir getirilmesi tahrimen mekruhtur. Son yıllarda bilhassa şehid cenazelerinde yüksek sesle tekbir getirilerek bu bid’ate tevessül edilmektedir. Birilerinin bu hususta cenazeye katılan cemaati ikaz etmesi gerekmektedir...

ZİKR-İ  HAFÎ, ZİKR-İ CELΠ

Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden Sıddık-ı Ekber anzâtihi’l- Athar radiya’llâhu anh Efendimiz vasıtasıyla teselsül eden, Tarîkat-i Zikr-i Hafî,bilahere, Silsile-i Zeheb’in, Silsile-i Saâdât’ın 15. Halkası, Muhammed Bahâüddîn Nakşıbend (k.s.) Hazretlerine izafeten, Tarîkati Nakşibendiyye-i Âliyye olarak tesmiye edilmiştir.

Sevgili Peygamber’imizden itibaren, Hazret-i Ali Kerreme’llâhu Vechehu Efendimiz vasıtasıyla teselsül eden Zikr-i Celî yolu ki, Nefy-ü İsbat zekri üzerine bina edilmiştir. Bilahare, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî, (k.s.) Efendi Hazretlerinin ismine izafeten Tarîkat-i Kâdiriyye-i Âliyye olarak tesmiye edilmiştir.

Her iki tarikatın zikir usulleri, düsturları esas kaideleri çok farklıdır. Her iki tarikatın müntesiplerinin kendi tarikatının düstur ve esâsâtına uyması, Seyr-i Sülûk’unda mesafe alması için şarttır...