ASKIDA EKMEK- SADAKA TAŞI MEDENİYETİ!... (2) 

Zekat gibi farz, fıtır sadakası, oruç, yemin, nezir kefareti sadakaları gibi vacib sadakaların dışında, İslâm alimlerinin tatavvu sadaka dedikleri nâfile sadakalar da vardır. Esasen, İslâmî literatürde mutlak kullanıldığında sadaka kavramının öncelikle belirli bir vecibe tarzında olmayan gönüllü bağışlar hatıra gelir. Nâfile ibadet vasfındaki bu sadakalar umumiyetle maddî bir değerin ihtiyaç sahiplerine hibe edilmesi yoluyla gerçekleşir. Bununla birlikte ihtiyacı olan bir kimseye faizsiz borç verme, (karz-ı hasen) başkalarını ihtiyaç duydukları her hangi bir eşyadan karşılıksız faydalandırması (âriyet) de sadakadır.

Farz olan zekat ile fıtır sadakası ve kefaret sadakaları gibi vacib sadakaların muhatabı ferdlerdir. Tatavvu-nâfile sadakaların gönüllü bağışların muhatabı ise toplumun bütün ferdleridir. Bütün insanların istifadesine sunulan ümran ve içtimaî faaliyetler, gönül bağış, tatavvu sadakaların müesseseleşmesiyle vücuda getirilmiştir. Bütün insanların faydalandıkları imarî ve hayri müesseseler zengin ve güçlü vakıflar eliyle gerçekleştirilmiştir.

Vakıf Müessesesi sevgili Peygamberimizin ve Yüce İslâm Dini’nin insanlığa bir hediyesidir. Selçuklu ve Devlet-i Aliyyemiz vakıf olgusunu müesseseleştirmiş ve bir medeniyet haline getirmiştir. Selçuklu ve Devlet-i Aliyyemiz, bütün insanlığa birer örnek teşkil birer Vakıf Medeniyeti idiler.

Selçuklu ve Osmanlı’da Sultanlar, Padişahlar, Vezirler Rical-i Devlet ve zengin Müslümanlar tesis ettikleri zengin ve güçlü vakıflar vasıtasıyla bütün insanlığın faydasına, merkezinde cami, medrese, hamam, muvakkithane, sıbyan mektebi, daru’ş-şifa (hastahane), kütüphane, imaret (bir nev’i aşevi) bulunan, muazzam külliyeler inşa ettirdiler. Kervan yolları üzerinde belli mesafelerde çok büyük hanlar, göl, nehir ve dereler üzerlerinde muazzam köprüler, su değirmenleri, misafirhaneler inşa ettirdiler.

Selçuklu ve Devlet-i Aliyyemizin külliyelerine gelenler hiç bir ücret ödemeden ve hiç bir kimseden izin almadan, hamamda yıkanırlar duşlarını abdestlerini alırlar, camiye girip ibadetlerini yerine getirirler. Herhangi bir rahatsızlıkları varsa şifahanede tedavilerini yaptırıp ilaçlarını alırlar, üç öğün sıcak yemek verilen imarethanede herhangi bir ücret ödemeksizin, kimseye bir şey sormadan yemeklerini yerler, karınlarını doyururlardı. İmarethanelerde kimseye “Fakir misin? Zengin misin?” diye bir soru sorulmaz, isteyen herkes fakir, miskin, zengin girer yemeğini yerdi.

Vakıf medeniyetimizin bu en güzel eserleri, aynı zamanda birer Sadaka-i Câriye daimî, (kalıcı hayır) Sahih-i Müslim’in vasiyet, Tirmizî’nin Ahkâm bablarında, Ebu Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayetlerine göre, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsan öldüğünde, ameli kesilir, amel defteri kapatılır. Ancak üç şeyden dolayı ameli kesilmez, amel defteri kapatılmaz; sadaka-i câriye (sürekli, kalıcı hayır), kendisinden yararlanılan ilim, (talebe yetiştirme, dinî eserler bırakma, kendisi için dua eden salih bir çocuk bırakma.”

“Mallarını Allah yolunda arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatı vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.”   “Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir acelesi de yoktur.” “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağnak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah kafirleri doğru yola iletmez.” (Bakara 2/262, 263, 264)

(Bu âyet-i kerimelerde, hayır yapma teşvik edilmiş ancak hayır yaparken kalp kırılmaması, fakirlerin küçümsenmemesi, eziyet edilmemesi ve yapılan iyiliklerin başa kakılmaması, gösterişten kaçınılması emredilmiştir. Aksi halde yapılan hayırdan fayda ve sevap yerine karşılık olarak günah ve azap gelir.) 

Farz sadaka zekatta vacib sadakalar fıtır sadakası ve kefaret sadakalarında, men ve eza olmaz (minnet beklemek ve başa kakmak olmaz). Zekat, zekata tabi mallarda zekata miktarı kadarı zenginin yanında mahfuz fakirin hakkıdır. Bu miktarı fakire vermek boynunun borcudur. Vacib sadakalar, fıtır sadakası ve kefaret sadakalarındaki vücup amelen farzdır. Dolayısıyla bu sadakaları ödemek de boynunun  borcudur. Borç ödenirken alacaklıdan minnet beklemek, alacaklının başına kakmak, ona eziyet etmek, yüzsuyu dökmesini beklemek olmaz. Yüzsuyu dökmesini beklemek, minnet ve eza ancak, tatavvu, nâfile sadaka gönüllü, rızaya dayanan küçük veya büyük bağışlarda olur. Yardımlaşmayı bir hayat tarzı ve medeniyet tasavvuru olarak gören ecdadımız bunun da yollarını bulmuş, esaslarını düsturlarını vazetmiştir.

Ebu Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayet edildiğine göre Hazreti Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Veren el alan elden hayırlıdır. (İnfak ederken önce) bakmakla yükümlü olduklarından başla. En hayırlı sadaka, ihtiyaç fazlası maldan gönüllü olarak verilen sadakadır. Bir kimse istemekten sakınırsa Allah onu iffetli kılar, kanaat edenleri de Allah başkalarına muhtaç etmez.” (Riyazü’s-Salihin Cild 1, Sahife 298, Hadis No: 294)

Tatavvu, nâfile sadakayı veren alandan herhangi bir minnet  ve yüzsuyu beklemese ve başına kakmasa da, alan el bu hisleri daima kendi nefsinde duyacaktır. Böyle olunca da ecdadımız alan el ile veren eli karşılaştırmadan bu hayırları yapılabilmesi hususunda muhtelif formüller geliştirmişlerdi.

Ebü’l-fethi ve’l-megâzî, Fatih Sultan Muhammed Han İstanbul’un fethinin hemen akabinde kurduğu bir vakıf ile, cadde ve sokaklarda yerlere tükürülürse, elinde su ve kireç tozu bulunan bir vazifeli derhal, görüntü kirliliği oluşturan ve bulaşıcı hastalıklara sebebiyet veren bu tükürükleri izole edecektir, şartıyla iffet ve namusu dolayısıyla ihtiyacı olduğu halde kimselerden bir şey isteyemeyen, karnını doyurmak için imaretlere-vakıflara ait aşevlerine gidemeyenlere, karanlık bastığında kimseler görmeden ve yardım edenle yardım edilenin karşı karşı kalmadığı yollarla kendilerine sıcak yemek servisi yapılmasını da şart koşmuştu.

SADAKA TAŞI MEDENİYETİNİN TESİSİ:

Pek çok âyet ve hadiste sadaka teşvik edildiği halde bunun insan izzet ve şerefini ihlal etmeyecek bir mahiyette gerçekleştirilmesine de büyük bir ehemmiyet atfedilmiştir. Dilenme insanların saygınlıklarıyla bağdaşır bulunmamıştır. İslâm-Türk kültüründe sadaka taşı (sadaka çukuru) olarak bilinen ve Tanzimat Dönemine kadar devam ettirilen bu yardımlaşma usulü dilenciliğin önlenmesi veya asgarî seviyeye indirilmesi için uygulanmış bir tedbirdir. İstanbul’da ve Memâlik-i Osmanî’nin diğer bütün beldelerinde, cami ve büyük külliyelerin herkesin göremeyeceği kuytu bir köşesine konulan zarif bir mermer sütun üstünde, herkesin ulaşabileceği bir çukur açılır, sadaka vermek isteyenler, sadakalarını Allah’tan başka kimsenin muttalî olamayacakları bir zaman diliminde, geceleyin buraya bırakırlar, ihtiyaç sahipleri de kimsecikler görmeden sadece ihtiyaçları kadarını buradan alırlar, sıkıntılarını giderirlerdi. Böylece alan el ile veren el birbirini hiç bir şekilde görmedikleri için de zemmedilen, yasaklanan yüzsuyu dökme, minnet bekleme ve başa kakma gibi  hususların hiçbiri husule gelmemektedir. Sadaka taşı medeniyetinin günümüzdeki bir nevi uygulaması, Askıda Ekmek, Askıda Fatura gibi uygulamalardır.

(Devam edeceğiz)