ASKIDA EKMEK-SADAKA TAŞI MEDENİYETİ!...
“Şüphesiz, say-u gayretiniz, (kazançlarınız) başka başkadır.” (Leyl Suresi 934)
“De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe Sûresi 34/39)
Bu âyetten başka Kur’ân-ı Kerim’de aynı meâlde dokuz âyet-i kerime daha vardır.
Cenâb-ı Hak, rahman sıfatının tecellisiyle yarattığı bütün insanları hangi inançtan olurlarsa olsunlar, mümin, kafir rızıklandırır. Ne var ki bazı insanlara bol rızık verir bazılarını rızkını daraltır, kısar. Her insanın aynı seviyede rızıklandırılması, herkesin zengin olması ya da herkesin fakir olması hem âdetu’llâha hem de dünyanın nizamına aykırıdır. Böyle olunca da zenginlerin, iyi halli olanların fakirlere halleri diğerlerine göre düşük olanlara bir şekilde yardım etmesi, Allah’ın ihsan buyurduğu nimetleri paylaşmaları dünyada insanların huzur ve sükunu sulhun temini için zaruridir.
Yardımlaşma ve muhtaç olana yardım etme hissi bütün insanların tabîatında vardır ve fıtrî’dir. İnsanların yardımlaşma ve muhtaç olanlara yardım etme duygusu yanında, şer’î ve ahlakî öğreti ve nas’ların teşvik ve tergıbıyla devletin mecburu olarak tahsil ettiği vergilerin haricinde, başkalarına fedakarlıkta bulunma tatbikatı değişik şekiller altında gelişerek, içtimai yaraların sarılmasına, sulh ve sükunun teminine önemli katkılar sağlamıştır.
SADAKA: Gönüllü olarak veya dinî bir vecibeyi yerine getirmek üzere ihtiyaç sahiplerine yapılan malî- maddî yardım. Sadaka lügatta, haber, gerçek olmak, doğruluk gibi manalara gelen “Sıdk” mastarından türeyen bir kelimedir. Çoğulu, (Sadakat) Allah’ın rızasını kazanmak için fakirlere yapılan gönüllü veya dinen zarurî olan yardımları ve bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Sadaka vermeye tasadduk denilir. Sadaka kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de değişik manalarda olmak üzere beş yerde tekil sekiz yerde çoğul olarak geçer. Ayrıca sadaka verenleri metheden üç âyette de, “Mütesaddikin, mussaddikin” ve “mütesaddikât” olarak geçmektedir. Ayrıca bütün hadis külliyatında sadaka kelimesi yanında sadaka verme anlamında isim ve fiillerin muhtelif manalarda ve çok yaygın biçimde geçtiği görülür.
“(Resûlüm! De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” (Âl-imran 3/26)
“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”
(Enfal 8/28) “Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın.” (en-Nur 24/33) Meâllerini verdiğimiz âyetlerden de anlaşılacağı üzere, Kur’ân ve sahih hadis, insanların edindikleri malların kendi kazanç ve başarılarının bir ürünü olarak görmemesi gerektiğini bu malların gerçek sahibinin Allah olduğunu ve insanlara imtihan gayesiyle bir lütuf ve emanet olarak verildiğini hep hatırlatır. Diğer taraftan pek çok âyet ve hadiste zengin Müslümanların malında fakirler ve ihtiyaç sahipleri için hak/pay olduğu beyan buyrulur. “Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar.” (Meâric 70/24, 25) İşte bu telakkî ışığında dinen zarurî kılınan vecibeleri yerine getirme gayreti içerisinde olmak, ayrıca gönüllü olarak hayır yolunda harcama yapmak ideal bir Müslümanın hususiyetlerinden kabul edilmiştir.
Fakihler, âyet ve hadislerde geçen tabir ve terkipleri dikkate alarak beş türlü sadakadan bahsetmişlerdir.
1- İslâm’ın beş şartından birisi ve farz ibadetlerden olan sadaka (zekat) pek çok âyet ve hadiste sadaka olarak geçer. Zekat, yeryüzünde sosyal adaletin temini ve gelir adaletinin sağlanmasının en önemli amilidir. Zekat, zengin Müslümanların mallarının belli şartlarda bir bölümünde fakirlerin hakkıdır. Bu bakımdan, gerektiğinde zekatını vermeyen Müslümanlardan bu hak devlet eliyle alınır, fakirlere verilir. Nisab miktarı kadar olmak, nami, üreyen, artan mallardan olmak ve üzerinden bir yıl geçmiş olmak gibi mala ait şartlar yanında, büluğ çağına ermiş olmak, akıllı ve Müslüman olmak gibi zekat borçlusuna taalluk eden şartlar vardır.
2- Bedenin zekatı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi vacib olan sadaka-i fıtr. (fitre)
3- Kişilerin kendi iradeleriyle üstlendikleri mükellefiyyet manasında nezir (adak) gereğince hayır yolunda yapması vacib olan harcama. (adak sebebiyle tasadduk)
4- İşlenen belirli suç veya hataların telafisi gayesiyle Allah hakkı olarak yerine getirilmesi farz olan fidye ve kefaret şümulündeki sadakalar.
5- Tatavvu Sadakası (gönüllü bağış) ilk dört grupta yer alan sadakalar özel terimleriyle fıkıh eserlerinde ele alınmıştır. Adak, Fidye, Fitre, Kefaret, Zekat...
“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı.) Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir.
(Tutamadığı beher gün için) Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz. (Güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara 2/184)
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden, on fakire yedirmek, yahut da bir köle azad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz taktirde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin.) Allah size âyetlerini açıklıyor, umulur ki şükredersiniz.” (Maide 5/89)
(Allah üzerine bilerek yemin eden bir kimse yeminini yerine getirmelidir. Eğer yeminle yapacağı iş haram ve kötü bir iş ise bu takdirde kötü işi yapmayacak, yeminini bozacak ve kefareti yerine getirecektir. Kefaret yeminden caymanın bedeli ve bağışlama vasıtası olup âyette zikredilen ilk üç şeyden birini yapmakla yerine gelir. Bunların hiç birisine gücü yetmeyen de üç gün oruç tutar.)
Nezir- adakta bulunup da yerine getiremeyenler için de yemin kefareti gerekir.
Müslüman bir kimse ramazan ayında oruca niyet etse sonra da, gündüz vakti bilerek orucu bozan fiillerden birisini yapsa, yemek-içmek, cinsî münasebet gibi kaza ile birlikte kefaret de lazım gelir. Bilerek oruç bozmanın cezası-kefareti, köle azad etmek, buna gücü yetmez ise aralık vermeden iki ay, altmış gün oruç tutmak, buna da gücü yetmez ise, altmış fakiri doyurmaktır. Görüldüğü gibi oruçlarını bilerek bozanların alternatifli kefaret yollarından birisi de altmış fakiri doyurmak bir diğeri köle, esir birisini hürriyetine kavuşturmaktır. Bunlar da elbette insanlığın yararına yüksek seviyeli birer sadakadır. Hem de isteğe bağlı değil dinî bir vecibe ve zarûret olarak...
(Bu mevzuya devam edeceğiz...)