AYASOFYA’YI CAMİİ KEBİR’İ ŞERİFİ HAKKINDAKİ TARİHÎ KARAR!..(6)

E) Vakıf Mallarının Statüsü :

Anayasa Mahkemesinin 30/01/1969 tarih ve E.1967/74, K.1969/9 sayılı kararına göre vakıf mallarının maliki hiç bir zaman devlet değil, vakıfların kendileridir. “İslâm hukukuna göre kurulmuş olan ve varlıkları 2762 sayılı,5/06/1935 günlü Vakıflar Kanunu ile tanınan vakıfların taşınmaz mallarının bu vakıfların mülkiyeti altında olduğu, gerek İslâm Hukukunun, gerekse o hukukun bu konudaki hükümlerini saklı tutan Vakıflar Kanununun hükümleri gereğidir. Demek ki vakıf mallarının maliki, hiçbir zaman devlet değil, vakıfların kendileridir.”

Yargıtay içtihadlarına göre de, vakıf mallarının sahibi devlet değildir. Yargıtay içtihadı birleştirme hukuk genel kurulunun 26/05/1935 tarih ve E.1935/78, K:19356 sayılı kararında da 864 sayılı Kanunu Medenî’nin sureti meriyet ve şekl-i tatbiki hakkında kanunun 8.maddesi gereğince “Kanunu Medenî’nin meriyete vaz’ından evvel vücuda getirilen bu gibi evkâf hakkında esasatı sabıkanın tatbiki lazım gelmesine” “mal-ı vakfın emval-i devletten olmadığının kabulüyle” ifadeleri kullanılarak,743 sayılı Türk Kanunu Medenîsi’nin yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulmuş olan vakıflar hakkında anılan kanundan önceki hukuk kurallarının uygulanacağı ve vakıf mallarının devlet malı hükmünde olmadığı karara bağlanmıştır.

F) 4/10/1926 Tarihiden Önce Kurulan Vakıflarla İlgili Genel Değerlendirme :

Yukarıda anlatılan kanun hükümleri, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararlarının birlikte değerlendirilmesinden 743 sayı Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girdiği 4/10/1926 tarihinden önce kurulmuş olan vakıflarla ilgili olarak,

(i) Vakfiye ya da Vakıf Senedinin, vakfın kurucu belgesi olduğu, bu belgelerin, vakfı konusuna, amacına  ve organlarına dair, vakfedenin iradesini yansıtan düzenlemeler içerdiği,

(ii) Vakfiye ya da Vakıf Senedi hükümlerinin, hukuk kuralı etki, değer ve gücünde olduğu, vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra bu kuralların, “vakfedeni” “vakfı idare edenleri” “vakıflardan faydalanacakları” ve “üçüncü kişileri” bağladığı gibi “Devleti” de bağladığı, bu nedenle, kurucu iradeyi yansıtan vakfiye ya da vakıf senetlerini hiç bir kimsenin değiştiremeyeceği,

(iii) Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, sonucuna varılmaktadır.

Bir özel hukuk işlemi olan vakıf kurma iradesinin kanunla belirlenen yönteme uygun olarak açıklanması sonrasında, özel hukuk tüzel kişiliği kazanan mal topluluğunun, mülkiyetine geçen mal ve haklar üzerindeki tasarruf yetkisi, şüphesiz Anayasa’nın mülkiyet hakkına, tüzel kişiliğin varlığın sürdürmesi de örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarının güvencesi altındadır. Dolayısıyla, vakıf özel hukuk tüzel kişiliğine yönelik düzenlemelerin, vakıf kurumunun bu aslî niteliğine uygun olması ve vakıflara yönelik olarak tesis edilecek işlemlerde vakfı kuranın iradesine, Anayasanın mülkiyet hakkı ve örgütlenme hürriyetine ilişkin kurallarında örgütlenenler dışında karışılmaması gerekir. Aksi halde  vakfedenin vakfı oluştururken ortaya koyduğu kurucu iradeye bağlı kalmaksızın, vakfedenin amacı dışına çıkılması ve vakfın amacının ya da mallarının değiştirilmesi hâlinde, vakfın özel hukuk tüzel kişiliği olarak nitelendirilmesine imkan kalmayacak ve bu durum, Anayasanın 2.maddesinde yer alan hukuk devleti niteliğinin gereği olan hukuk güvenliği ilkesiyle, Anayasanın örgütlenme hürriyeti ve mülkiyet hakkına ilişkin 33.ve 35.maddelerindeki kurallarla bağdaşmayacaktır. Nitekim kanun koyucu da 4/10/1926 tarihinden önce kurulan vakıflarla ilgili yukarıda özetlediğimiz ilkelerden hareketle, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 7.maddesi ile cemaat vakıflarının, 1936 Beyannâmelerinde kayıtlı olup, tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar ile 1936 Beyannâmelerinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına  vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinmeme gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleriyle birlikte 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, on sekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescillerinin yapılmasını öngörmüştür.

Benzer şekilde 22/08/2011 tarih ve 65 sayılı kanun hükmünde kararnâmenin 17.maddasiyle 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’na eklenen geçici 11.madde ile, cemaat vakıflarının,1936 Beyannâmesinde kayıtlı olup, malik hanesi açık olan taşınmazları, kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Belediye ve il özel İdaresi adına kayıtlı taşınmazları, kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Vakıflar Meclisinin olumlu kararından sonra ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilmesi; cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinmeme gerekçesiyle Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda  kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların ise, Maliye Bakanlığınca tesbit edilen râyiç değerinin Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ödenmesi kurala bağlanmıştır.

Son olarak 21/03/2017 tarih ve 7103 sayılı kanun’un 78.maddesiyle 5737 sayılı kanuna eklenen geçici 13.madde ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetindeki Mardin İli, Nusaybin İlçesinde bulunan ve maddede sayılan taşınmazların, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyyetleri ile birlikte, taşınmazların bulunduğu bölgede yer alan Süryanî Cemaatine ait vakıflar arasından Vakıflar Meclisinin kararıyla belirlenecek vakıflar adına, ilgili tapu sicil müdürlüklerince tescil edilmesi hükme bağlanmıştır.

G) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Vakıf Müessesesine Bakışı :

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde güvence altına alınan haklar arasında “vakıf kurma hakkı” açıkça yer almamakla birlikte AİHM sözleşmesinin 11.maddesinde sadece “Birlik Kurma hakkı”ndan bahsedilmesine rağmen, bu maddeyi “Vakıf Kurma Hakkını” da kapsayacak şekilde geniş yorumlamakta (Sidiropoulos ve diğerleri/Yunanistan no, 26695/95,10/07/1998 Ş 40; Mihr Vakfı/Türkiye, no, 10818/07,07/05/2019 Ş 40),VAKIF KURMA HAKKINI SÖZLEŞMENİN 9.MADDESİNDEKİ DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ İLE 10.MADDESİNDEKİ İFADE HÜRRİYETİYLE YAKIN İLİŞKİLİ OLARAK GÖRMEKTEDİR. (Young, James and Webster/Birleşik Krallık no, 7601/76; 7806/77, Ş 57, 13/08/1981)

AİHM, kimi vakıfların yaptığı bireysel başvurularda, sözleşmenin eki 1 nolu ek protokolün 1.maddesi anlamında mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaları  incelemekte ve bu vakıflara ait mal ve hakların tescil ve iadesi ya da maddi tazminat ödenmesi yönünde kararlar vermektedir. Bu vakıflardan biri olan 1832 yılında Osmanlı döneminde Padişah fermanıyla kurulan ve vakıf statüsü korunan Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, mektebi ve mezarlığı vakfının yaptığı başvuru üzerine AİHM, korunan vakıf statüsü ve söz konusu taşınmazların uzun süre vakfa tescilli olduğunu gözeterek taşınmazların vakıf adına yeniden tesciline, tescil yapılmaması halinde maddî tazminat ödenmesine karar vermiştir. (Samatya Surp Kevork Ermeni Kilisesi, mektebi ve mezarlığı vakfı yönetim kurulu/Türkiye, no, 1480/03, 16/12/2008

Dolayısıyla AİHM’nin de Osmanlı döneminde kurulanlar dahil olmak üzere, vakıfların korunan statülerinin bir sonucu olarak sahip oldukları taşınmaz ve haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korumasını garanti altına aldığı görülmektedir.

Mülkiyet hakkının malik olunan varlığı kullanma, değerlendirme ve yararlanma yetkilerini içerdiği açık olduğundan, vakfedenin vakfettiği mal ve haklarla ilgili iradesinin korunması, vakıf varlığının kullanılmasında bu iradeye uygun davranılması gerekmektedir. Bu gereğin zorunlu bir sonucu olarak da vakfedenin iradesine aykırı olarak vakıf taşınmazının vasfının değiştirilmesi ya da vakfedenin iradesi hilafına başka bir amaca hizmet edecek şekilde kullanılmasının AİHM içtihadları ile bağdaşmadığı anlaşılmaktadır.

Anılan Sözleşmenin 6.maddesinde “Bu sözleşmeye taraf olan devletler 1.ve 2.maddelerde sözü edilen kültürel ve doğal mirasın toprakları üzerinde bulunduğu devletlerin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, bu tür mirasın, bütün uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ederler” hükmü yer almaktadır...