AYASOFYA’YI CAMİİ KEBİR’İ ŞERİF’İ HAKKINDAKİ TARİHÎ KARAR!..(5)

“Buna göre kanun koyucu, eski vakıfları kuranların iradelerine ve sözleşme hürriyetine olabildiğince saygı göstererek, 2762 sayılı vakıflar kanununda eski vakıfları düzenlerken vakıf kurumunun ve ondan doğan ilişkilerin hukukî niteliğinde ve bu arada vakıf mallarının özel mülkiyet konusu mallar olmasında herhangi bir değişiklik yapmamış,743 sayılı Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girdiği 4.10.1926 tarihinden önce kurulan vakıfların hukukî statüleri 2762 sayılı vakıflar kanunu (hâlen 5737 sayılı vakıflar kanunu) hükümleri çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir.

Ç) YARGITAY HUKUK GENEL KURULUNUN ESKİ VAKIFLARLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERİ :

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.05.2007 tarih ve E.2007/18-293, K.2007/310 sayılı kararında vakıflarla ilgili olarak yapılan genel değerlendirme şu şekildedir:

“...Dava konusu vakıf, Osmanlı dönemine âit, bir vakıftır. Bu nedenle, davayı Osmanlı Vakıf hukuku düzenlemelerine göre incelemek gerekir. Osmanlı tatbikatında vakıf; bir malı mülkiyetten çıkarıp menfaatlerini belli şartlarla ebedi olarak bir hayır cihetine tahsis etmek demektir. Vakıf kamu özel nitelikte kurulsa dahî, hukukî bir tasarruf olduğunda şüphe yoktur. Ancak, hukukî tasarruflar, tek taraflı ve iki taraflı irade beyanı çeşitlerine ayrılmaktadır. O halde vakıf, hangi tür irade beyanına göre kurulmaktadır? Osmanlı hukukçularına göre; ister kamuya isterse özel cihetlere tahsis edilsin veya birinci derecede vakıftan yararlanacak belli şahıslar bulunsun veya bulunmasın vakıf tek taraflı bir hukukî muameledir. Vakfeden (vâkıf) icabıyla (irade beyanıyla) kurulur. Vakıf muamelesinin bağlayıcılık kazanması için hakimin yargılama sonucunda vakfın lüzumuna karar vermesi gerekir.

Osmanlı tatbikatında buna tescil denilmektedir. Bir vakıf muamelesinin hem sahih hem de lâzım olabilmesi için tescil şart koşulmuştur. Tescil ile vakfiyet ile verilen hükümler tarafları ve bütün hükmî şahısları bağlar. Artık hiç bir kimse vakıf mal aleyhinde mülkiyet ve istihkak iddiasıyla dava açamaz. Vâkife âit mülk, vakfedildikten sonra kimin olacaktır? Osmanlı hukukçuları vakıf malların mülkiyetinin... “Allah’ın mülkü hükmünde...” diyerek hükmî bir şahsiyete intikal ettiğini açıkça söylemektedirler. Vakfın hukukî sonucu vakfedilen malın aslının hepsi ve menfeatinin Allah’ın kullarına ait olmasıdır. (Ebû-Üla Mardin, Ahkam-ı Evkâf, Ömer Hilmi Karinabadizade Ahkamül Evkâf) Vakıf muamelesiyle vakfedilen mal bir çeşit manevî dokunulmazlık kazanır. Artık vakıf mal üzerinde, mülkiyet konusu bir malmış gibi tasarruf olunmaz... Yukarıda yapılan açıklamalardan hareketle Osmanlı tatbikatında vakıf, tek taraflı irade beyanıyla kurulan, yargılama sonucunda lüzumuna karar verilen tescille hüküm ifade eden; konusu malum, muayyen ve dayanıklı bir malın, vakfedenin mülkiyetinden çıkarılıp özel ve tüzel kişilerin yararına, gayesine uygun bir biçimde mütevellilerince idare edilen hukûkî müessesedir. Osmanlı döneminde kurulan bir vakfın yukarıdaki esaslar dairesinde kurulup kurulmadığının tesbiti ancak vakfın tüzüğü (vakfiye) ile belirlenebilir...”

D) DANIŞTAY İDARİ DAVA DÂİRELERİ KURULUNUN KÂRİYE CAMİİ’NE DÂİR KARARI:

743 sayılı Türk Kanunu Medenîsinin yürürlüğe girdiği 4.10.1926 tarihinden önce kurulmuş, mazbut vakıf hayratı statüsünde bulunan, İstanbul İli, Fatih İlçesindeki KARİYE Camii’nin müze ve müze deposu olarak kullanılmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı’na tahsisine ilişkin 29.08.1945 tarih ve 3/3054 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle dairemizde açılan davada, 12.03.2014 tarih ve E.2010/14612, K.2014/1474 sayılı kararımızla “... Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının korunmasına dair sözleşmenin kabul edildiği 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı kanunla katılmamız uygun bulunan bu sözleşmenin 23.05.1982 tarih ve 8/4788 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı... Söz konusu sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları gösterdiği böyle bir liste oluşturmadaki amacın tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslar arası işbirliğini mümkün kıldığı düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülke’ye âit, 851 varlık bulunduğu bunların 660’ı kültürel, 66’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlık olduğu kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihî alanlarının 6.12.1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edildiği, İstanbul’un tarihî alanlarının önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Kariye Müzesinin inşa edildiği yüz yıllar öncesinden günümüze kadar uzanan süreçte tarihe tanıklık etmesi belli bir zaman diliminde veya kültürel mekanda, mimarînin veya teknolojinin, anıtsal sanatların gelişmesinde şehirlerin plânlanmasında veya peyzajların yaratılmasında insanî değerler arasındaki önemli etkileşimi göstermesi insanlık bir veya birden fazla kültürü temsil eden önemli bir örnek olması nedeniyle tüm dünyaya tanıtılma işlevinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacıyla müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı...” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dairemizin anılan kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunun 26.04.2017 tarih ve E.2014/4645, K.2017/1860 sayılı kararıyla temyize konu karar hukuka ve usûle uygun bulunmuş ve kararın onanmasına karar verilmiş ise de davacı tarafından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunca verilen 26.04.2017 tarihli  onama kararının düzeltilmesinin istenilmesi üzerine, Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunca düzeltme dilekçesinde ileri sürülen nedenler, 2577 sayılı kanunu’n 54.maddesi hükmüne uygun bulunarak karar düzeltme isteminin kabulü ile Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunun 26.04.2017 tarih ve E.2014/4645, K.2017/1860 sayılı kararı kaldırılarak temyiz istemi yeniden görülmüş olup, 19.06.2019 tarih ve E.2018/142, K.2019/3130 sayılı kararı ile, “Kariye Camii Şerifi, Osmanlı Devleti döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedilmiş mazbut Fatih Sultan Mehmed vakfına ait hayrat taşınmazlardandır. Hayrat taşınmazlar, ibadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır ki; bu taşınmazlar gerek mülga 2762 sayılı vakıflar kanunu, gerekse halen yürürlükte olan 5737 sayılı vakıflar kanunu hükümleri uyarınca kamu malı niteliğindedirler. Dolayısıyla bunlar hakkında esas itibariyle özel mülkiyet hükümleri tatbik olunmaz. Hayrat malları satılamaz, rehin edilemez, haciz olunamaz. Zira bu mallar hiç bir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmişlerdir. Hayrat taşınmazlar, mülga 2762 sayılı vakıflar kanununun 10.maddesiyle halen yürürlükte olan 5737 sayılı vakıflar kanununun 15 ve 16.maddelerinde öngörülen hükümler hariç olmak üzere vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez.

Bu itibarla mülga 2762 sayılı vakıflar kanununun 10.maddesinde öngörülen durum ortaya çıkmamış olmasına karşın vakfedenin taşınmazın ilelebet cami olarak kullanılması yönündeki iradesini ve tahsisini ortadan kaldıracak şekilde alınan dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, metni yukarıya alınan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmişse o tarihteki mevzûatın uygulanacağını hükme bağlayan 864 sayılı kanunun 1.maddesine aykırıdır. Bu hukuka aykırılıktan olsa gerektir ki, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınmadan önce Maliye Bakanı tarafından Başbakanlığa gönderilen görüş yazısında; “Bu itibarla Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanmakta olan kanun tasarısının işlemleri biterek yürürlüğe gireceği zamana intizaren...” ifadesine yer vermiş, daha yürürlüğe girmemiş bir kanuna atıfla Bakanlar Kurulu Kararı ihdas edilmiştir. Dava dosyası, Danıştay Altıncı Dairesinde iken dairece 21.04.2010 tarihli ara kararla idareye dava konusunu oluşturan mevzûat hükümleri sorulmuş olmasına karşın idarece hiç bir yasal dayanak gösterilmemiştir.

Hayrat vakıflarının temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat devlete karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların devletin koruması altında olması, devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet, sadece vakıf malların amacı doğrultusunda kullanılmasını teminen kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Bir düzenleme ile olsa bile hayrat vakıfların, başka bir amaca özgülenmesi, hukuka aykırı olacaktır.

Öte yandan, Bakanlar Kurulu Kararı alınırken işlem tarihinde yürürlükte olan 2762 sayılı vakıflar kanununun öngördüğü şartlara uyulmamıştır. Yukarıda sözü edilen mülga 864 sayılı kanun hükümleri bulunmasa bile, işlem tarihinde yürürlükte bulunan mevzûatın öngördüğü şartlar, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı alınırken;5.06.1935 tarihinde çıkarılan 2762 sayılı vakıflar kanununun 10.maddesinde yer alan;“ tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz bir hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve Bakanlar Heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tahsis edilebileceği gibi bu kabil hayrat ayın veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayın veya para dahî aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir.” hükmüne uygun hareket edilmemiştir. Aynı hüküm halen yürürlükte olan 5737 sayılı vaekıflar kanununun 15 ve 16.maddelerinde yinelenmiştir.

Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı ise, kanunda öngörülen şartlardan hiç birisi gerçekleşmeden alınmış, gerekli şekil şartlarına da uyulmamıştır. Zira; Kariye Camii’nin cami olarak kullanılmasında kanuna ve kamu düzenine aykırılıktan söz edilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu Kararına altlık oluşturmak üzere, Vakıflar Genel Müdürlüğü İdare Meclisinin herhangi bir teklifi bulunmamaktadır. Öte yandan yapılan tahsis; bir ibadethanenin depo ve müze olarak kullanılması amacına matuf olup, yukarıdaki şartlar var olsa bile, dava konusu işlemi maksad yönünden açıkça sakatlamaktadır. Belirtilen nedenlerle dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yetki, şekil, sebep, maksad yönlerinden hukuka aykırıdır...” gerekçelerine yer verilerek, dairemizin 12.03.2014 tarih ve E.2010/14612, K.2014/1474 sayılı kararı bozulmuş olup anılan bozma kararı uyarınca verilen dairemizin 11.11.2019 tarih ve E: 2019/11776, K:2019/7680 sayılı kararı ile de ilgili Bakanlar Kurulu Kararının Kariye Camii’ne ilişkin kısmı iptal edilmiştir...