TARİHÎ AYASOFYA KARARI! (2)

“Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal siteleri dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli iş birliğini sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 6 Kasım 1972 tarihinde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın korunmasına dâir, sözleşme kabul edilmiştir. 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı kanunla katılmamız uygun bulunan bu sözleşme 23.05.1982 tarih ve 8/4788 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.

Bu sözleşmenin başlangıç bölümünde; kültürel mirasın ve doğal mirasın sadece geleneksel bozulma nedeniyle değil, fakat sosyal ve ekonomik şartların değişmesiyle bu durumu vahimleştiren daha da tehlikeli çürüme ve tahrip olgusuyla gittikçe artan bir şekilde yok olma tehdidi altında olduğu, kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulması veya yok olmasının, bütün dünya milletlerinin mirası için zararlı bir yoksullaştırma teşkil ettiği, bu mirasın ulusal düzeyde korunmasının, korumanın gerekli kıldığı kaynakların genişliği ve kültürel varlığın toprakları üzerinde bulunduğu ülkenin ekonomik, bilimsel ve teknik kaynaklarının yetersizliği nedeniyle çoğu kez tamamlanmamış olarak kaldığı, örgüt yasasının, dünya mirasının muhafaza ve korunmasını sağlamak ve ilgili milletlere gerekli uluslararası sözleşmeleri tavsiye etmek suretiyle bilgi muhafazasını artırmayı ve yaymayı öngördüğü, kültürel ve doğal varlıklara ilişkin mevcut uluslar arası sözleşme, tavsiye ve kararların hangi halka âit olursa olsun bu eşsiz ve yeri doldurulmaz kültür varlıklarının korunmasının dünyanın bütün halkları  için önemini gösterdiği, kültürel ve doğal mirasın parçalarının istisnâî bir öneme sahip olduğu ve bu nedenle tüm insanlığın dünya mirasının bir parçası olarak muhafazasının gerektiği; kültürel ve doğal varlıkları tehdit eden yeni tehlikelerin vüs’at ve ciddiyeti karşısında ilgili devletin faaliyetinin yeri almamakla beraber, bunu müessir bir şekilde tamamlayacak kollektif yardımda bulunarak, istisnâî  evrensel değerdeki kültürel ve doğal mirasın korunmasına iştirakin, bütün milletlerarası camianın ödevi olduğu, bu amaçla dâimî bir temel üzerine ve modern bilimsel yöntemlere uygun olarak, istisnâî değerdeki kültürel ve doğal mirasın kolektif korunmasına ma’tuf etkin bir sistemi kuran yeni hükümleri, bu sözleşme biçiminde kabulünün zorunlu olduğu hususlarına yer verilerek bu sözleşmenin kabul edildiği vurgulanmaktadır.

Söz konusu sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO’ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından belirlenerek bulundukları ülkenin devleti tarafından korunması garanti edilmiş doğal ve kültürel varlıkları göstermektedir. Böyle bir liste oluşturmadaki amaç, tüm insanlığın malı olan değerlerin korunmasında uluslararası işbirliğini mümkün kılmaktadır.

Düzenli olarak yenilenen listede 2008 yılı itibariyle 141 ülkeye âit 851 varlık bulunmaktadır. Bunların 660’ı kültürel, 166’sı doğal, 25’i ise kültürel ve doğal varlıktır. Kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihî alanları 06.12.1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir.

İstanbul’un tarihî alanlarının en önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Ayasofya’nın, müze olarak kullanılması idarenin takdir yetkisi kapsamındadır ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı tarafından Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24.11.1934 tarih ve 2/1589 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi istenilmektedir. Dosyanın incelenmesinden, T.C. Başvekâlet Kararlar Müdürlüğünce 14.11.1934 tarih ve 94041 sayılı tezkere uyarınca İcra Vekilleri Heyetince Kararnâmenin hazırlandığı ve onaya sunulduğu, Cumhurbaşkanlığınca Kararnâmenin imzalandığı, müzenin 01.02.1935 tarihinde faaliyete geçtiği göz önüne alındığında Cumhurbaşkanının iradesinin oluşmadığından söz edilemeyeceğinden iddianın incelenmesi istemi yerinde görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.”

Bu  davanın savcısı, Aytaç Kurt belli ki, tek parti mütegallibe, ceberûtî ve tâgûtî taraftarıdır. Uzunca mutalaasında, UNESCO’ya güzellemeler düzmekte, Ayasofya’nın da, UNESCO Dünya Mirası Listesinde olduğundan bahisle,24.11.1934 tarih ve 2/1589 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının hukuka uygun olduğu iddia ederek davanın reddini talep etmiştir. Savcıyı dahil olduğu, mensup olduğu dünya görüşü itibariyle bir yere kadar mazûr görebilirsiniz. Cumhurbaşkanlığı adına, bu davada davalı müdafii olarak katılan, hukuk müşaviri, Zeynep Gökçe Zengin’in müdafaası şaşırtıcıdır. Hukuk müşaviri, Zeynep Gökçe Zengin Hanım, bu davaya Cumhurbaşkanlığını temsilen katılmıştır. Dokuz yaşından beridir, ömrü boyunca, Ayasofya’nın ibadete açılması rüyasını gören, hülyasına dalan, belki de dünya’da, Ayasofya’nın ibadete açılması kadar başka hiç bir şeyi arzulamayan, Cumhurbaşkanı kendisine, “Zeynep Hanım, Ayasofya’nın ibadete kapalı kalması için elinden geleni yap,” talimatı mı vermiştir de, savcının mutalaasından daha zehir zemberek bir müdafaanâme hazırlamıştır? Davanın reddi sadedinde daha önce de aynı konuda davalar açıldığını, bütün bu davaların reddedildiğini ve bu kararların kesinleştiğini, “Devlet idaresinin en yüksek karar organı Bakanlar Kurulunun idare alanında genel karar organı olduğu, işlediği her işlemi yapmak hususunda yetkili olduğu; Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğu, ulusal ve uluslar arası koşullar ile iç hukukumuz çerçevesinde Bakanlar Kurulunca her zaman karar alınabileceği, Bakanlar Kurulu kararında yer alan imzanın sahte olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı öne sürülerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Yanî  Cumhurbaşkanlığı Avukatı, Ayasofya’nın ibadete kapalı kalması için elinden geleni yapmıştır. Mübarek sanki Cumhurbaşkanlığı’nın Cumhurun, Büyük Türk Milletinin avukatı değil de, Yunanistan’ın, Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın, Rusya’nın Ortodoks ve bütün kiliselerin avukatıdır. Merak ediyorum, bu hanım, hala, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Müşaviri midir? En azından, bu karardan sonra istifa etmiş midir?

TÜRK MİLLETİ ADINA

“Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, duruşma için önceden taraflara bildirilen 02.07/2020 tarihinde davacı derneği temsilen İsmail Kandemir ile davacı dernek vekili Av. Selami Karaman’ın Cumhurbaşkanlığı’nı temsilen Hukuk Müşaviri Zeynep Gökçe Zengin geldikleri, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle açık duruşmaya başlandı. Taraflara iddia ve savunmalarını açıklamaları için usûlüne uygun söz verilip, Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan ve tarafların savcı düşüncesine yönelik beyanları dinlendikten sonra duruşmaya son verildi.

Davacının dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların gerçeği yansıtmadığı, kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının meclis tutanaklarıyla sabit olması nedeniyle imzaların geçersiz olduğu ve grafolojik yönden incelenmesi gerektiği iddiaları yönünden, dosyada konu ile ilgili inceleme yapılmasını gerektirecek yeterli emare bulunmadığı kanaatine ulaşıldığından söz konusu imzaların gerçekliliğiyle ilgili inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

DAVALI İDARENİN DAVADA SÜRE AŞIMI OLDUĞU İDDİASI YÖNÜNDEN:

2577 Sayılı İdari Yargılama Usûlü Kanunu’nun 7.Maddesinin birinci fıkrasında; dava açma süresinin  özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve İdare Mahkemesinde altmış ve  Vergi Mahkemelerinde otuz gün olduğu, dördüncü fıkrasında ise ilânı gereken düzenleyici işlemlerde  dava süresinin, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililerin düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhinde birden dava  açabilecekleri hükme bağlanmış, aynı kanunun 10.Maddesinde de; ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün  içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış gün bittiği tarihten itibaren,  dava açma süreci içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri hüküm altına alınmıştır...