“Cum’a günü namaz için nida edildiğinde hemen Allah’ın zikrinde bulunmak üzere gidin ve alış verişi bırakın.” (Cum’a 62/9) 

Müslim’in, rivâyetinde, hadiste geçen, “Kütibe Aleynâ” (Bizim üzerimize farz kılındı) lafızları, bu hadis-i Şerif’in, Cum’a’nın farziyeti hakkında nas olduğunu gösterir. Cum’a’nın farziyyetine, yukarıda Meâl-i Âlî’sini verdiğimiz, âyeti Kerime nas olduğu gibi. Sahîhayn’de, Buhârî ve Müslim’de, daha pek çok hadis de Cum’a namazının farziyyetini nâtıkdır. 

İstisnasız, bütün eimme-i Dîn, fukahâ ve müçtehidîn, âyet ve hadislerdeki “Elfazı” hep farziyyete hamletmişlerdir. Binâen aleyh, Cum’a’nın farziyyeti kitap, sünnet ve İcma’ile sabittir. 

Bu ayeti Kerime’de, Cum’a günü ezan okunarak namaza çağrıldığımızda hemen hutbe dinlemeye, namaz kılmaya başlamamız emrolunuyor ki, bu kat’î emir, Cum’a namazının farziyyetine sarâhaten delâlet etmektedir. Sonra, “Alış verişi de bırakınız!” kavl-i-emri şerifiyle de, ezanla birlikte, iktisâdî, sınâî her nev’i fiil ve hareketten nehyediliyor ki, bu da, Cum’a’nın vacip-Farz-ı Ayn olduğunun ikinci bir delili oluyor. Aslında, bir akdin yerine getirilmesi bir san’at’ın icrası mübah olan şeylerdir. Bunlar yalnız bir farz’ın yerine getirilmesine mâni olmakla memnû (yasak) olabilirler. 

İktisâdî akid’lerden “Bey’in” (Alış verişin) haramlığı, âyeti Kerime’nin zâhiri ve sarahatiyle, kiralama ve diğer akid’lerin haramlığı ise, “Akd-i Bey’e” (alış veriş anlaşmalarına) kıyas ile sâbit olur. Buhârî’nin, Atâ’İbn-i Ebî Rebâha’dan rivâyet ettiği, “Ezanla beraber sınâî hareketlerin devamı haram olur” haberi de dikkate alınınca, âyeti Kerime’deki yasağın Cum’aya gitmeye mâni her nev’i faaliyete şâmil olduğu açıkça anlaşılır. 

Cum’a günü, Cum’a namazına mânî her nev’i faaliyet yasak olduğu gibi, Cum’a saati (ezandan Cum’a namazı bitinceye kadar) ticârî faaliyetlerden-alış verişten elde edilen kazançlar haramdır. 

Selman-ı Fârisî radiya’llâhu anh’den: 

Şöyle demiştir: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

Hiç bir kimse yoktur ki, Cum’a günü iğtisâl edip (boy abdesti alıp) elinden geldiği kadar paklandıktan ve (başını ve sakalını tarayıp kullandığı) yağından yağlandıktan (ellerinde ve ayaklarında cilt rahatsızlığı olanların, meselâ, Vazelin ve alkolsüz muhtelif kremlerle) yâhud evindeki kokudan süründükten sonra, (hânesinden mescide) çıksın, (mescid’de) yanyana oturan iki kimsenin arasını açmasın, daha sonra (Hak Teâlâ tarafından) ona takdîr edildiği kadar namaz kılsın, daha sonra da imam söze başlayınca (namaz bitinceye kadar) sesini kessin de o Cum’a ile öteki Cum’a arasındaki günahları mağfûr olmasın.”  

Cum’a namazında va’adolunan mağfirete, ecir ve sevaba nâiliyyetin medâr-ı istihsâli olan, yerine getirilmesi, farz, vacip, sünnet ve müstehap olan ameller hadis metinleri ve haşiyelerine nazaran on üçtür. 

1) Cum’a günü gusl (boy abdesti) ba’zı hadis metinlerinde “Vâcibtir,” lafzı geçmekte ise de, şârihler bunu, “Vâcib gibidir,” diye yorumlamışlardır ki, sünnettir. 

2) Tetahhür. Bedende ve elbisede tam temizlik. 

3) İddihân (yağlanmak) Vücud’larının muhtelif yerlerinde, yara-bere, egzama gibi, koku yapabilecek ve görüntü kirliliği oluşturacak, mahzurların giderilmesi için kremler sürülmesi gibi. 

4) Güzel koku sürünmek. 

5) Mescide yaya gitmek, bineğe-vâsıta’ya binmemek. 

6) Cami’e giderken vekâr ve sükûnetle yürümek. 

7) Mescid’de kimseyi kimseden ayırmamak. Nerede bir boş yer varsa, orada oturmak. 

8) Mescide giderken ve mescid içinde hiç kimseye eziyet etmemek. 

9) Hutbe’den önce en az dört rek’at, sünnet-nâfile namaz kılmak. 

10) Hutbe’yi dinlemek için, minbere, imama yakın oturmak. 

11) İmam hutbe’ye çıktığı andan i’tibâren, Cum’a namazının farzı kılınıncaya kadar susmak ve lağviyyattan kaçınmak. 

12) İnsât katiyyen ses çıkarmamak. 

13) İstimâ’(dinlemek) hutbe esnasında yalnız susmak yetmez, aynı zamanda hutbeyi dinleyecek)... 

Tetahhür, tam temizlik demek olduğundan, yalnız bedenin ve üzerindeki elbisenin temizliği yetmez, saçını-sakalını ve tıraş edilmesi gereken diğer yerleri de tıraş etmek temizlemek şarttır. 

“Ara açmamaktan maksad: Yan yana oturan iki kimseyi sıkıştırıp ortalarına girmemek, yâhud üzerlerinden atlayıp ileriye geçmemektir. Her iki halde de, onlardan biri sağa, diğeri sola çekilip yer ve yol vermekle ezaya ma’ruz kalmış olur. Bu da cemaat çok yâhud mescide geç gitmekle, yâhûd arka saflarda yer varken ön saflara geçmekle olur. 

“Ebü’d-Derdâ radiya’llâhu anh’in rivâyetinde, “Allah ne takdir ettiyse o kadar namaz kılsın,” Ebû Eyyûb-ü Ensârî radiya’llâhu anh rivayetinde ise, “Şâyet içinden gelirse namaz kılsın,” buyrulmuştur. Bu rivayetlerin tamamından anlaşılan hutbe ile Cum’a namazından evvel kılınan namazın sünnet olduğudur. (Nitekim, hutbe’den önce, 4 rek’at namaz kılıyoruz.) 

“İmam hutbe okurken cemâatin susmasına “İnsât” denir. “İmam söze başlayınca demek, “imam hutbe’ye başlayınca” demektir. Ba’zı rivâyetlerde ise, “imam namazını bitirinceye kadar,” denildiğine göre “İnsâtın” (susmanın, sükûtun) farziyyeti, imam’ın hutbe’ye başlamasından i’tibâren Cum’a namazından fâriğ oluncaya kadar devam eder. Kütüb-ü Sitte’den, Sünen-i Erbe’a’dan, mervî, Evs İbn-i Ebî Evs radiya’llâhu anh hadisinde: “Her kim Cum’a günü ehliyle muvâka’a edip iğtisâl eder, sonra mescide gitmeye davranıp hutbe’nin evveline yetişir ve yaya gidip hayvana (vasıtaya) binmez ve imama yakın oturup dinler ve hutbe’nin sonuna kadar lağvetmez. Yâni, lakırdı etmez veya dinlemekten başka bir şeyle meşgûl olmaz ise attığı her adıma mukabil, oruç ve namazı dâhil olarak bir senelik ecre nâil olur,” buyrulmaktadır. 

Hadis Metninde: “İmama yaklaşır ve dinler,” denildiğine göre, hutbeyi hakkıyla dinleyebilmek için imama yakın bir yerde bulunmak da, tavsiye buyrulduğu gibi, pek çok hadis’te de, lağviyatı terk etmek de tenbîh olunmuştur. Terk-i Lağv, sadece, söz söylemekten men değil, daha şümûllü, vücud diliyle işmarı ve diğer hareketleri de ihtiva eder. 

İbn-i Mâce’nin Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiği hadiste: 

“Her kim abdeste davranıp abdestini noksansız aldıktan sonra Cum’a namazına gelir ve imama yaklaşıp sesini çıkarmaz, hutbe’yi dinlerse hem o Cum’a ile diğer Cum’a arasında, hem de fazla olarak üç gün daha içinde vâki’olarak günahları (Yâni sağâiri) mağfiret olunur. Her kim de yerde çakıl taşlarına uzanıp kendini meşgûl ederse lağvetmiş olur,” buyrulmuştur. 

Hutbe’yi “İSTİM” yâni dinlemek de farzdır. “İstimâ”nın “İnsât”tan farkı vardır. “İnsât” söz söylememektir, “İstimâ” ise söylenen söze kulak vermektir. İnsan susmaksızın bir-iki kelime söylediği, yâhud hissi kuvvetli olup da kendisi söz söylerken söylenen sözleri de kaçırmadığı takdirde “Müstemî” (işitici) olabilir. Kemâl ise “İnsât” (susma) ile “İstimâ”ı cem’etmektir. 

Hutbe’yi dinleyenlerin konuşmaları (söz söylemeleri) Ebû Hanife ile Mâlik ve Kavl-i Kadîminde Şâfi’î’ye göre haramdır. Hutbe’yi duyamayacak kadar uzakta olana da “İnsât” susmak lâzım gelir mi? Cumhura göre “işitiyormuş gibi,” lâzımdır. 

Cabir radiya’llâhu anh’den rivayet edilen hadis-i Şerif’in mefhumuna nazaran: “Ezan ile beraber ticaret haramdır. Hutbe esnasında da, söz söylemek haramdır.”

Abdullah İbn-i Amri’bni’L-As radiya’llâhu anhümâ’nın Sünen-i Ebû Dâvud’da “Her kim, lağveder ve ötekinin berikinin üzerinden atlamak suretiyle ilerlerse Cum’a’nın (bir haftalık sağâire keffaret olmak) fazileti kalmayıp, öğle namazı olmuş olur. 

Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz hutbe’de iken, insanların omuzlarına basarak kendisine yer açan birisine, Abdullah İbn-i Bürs radiya’llâhu anh’in, Sünen-i Ebî Dâvud ile Neseî’deki rivâyetine nazaran: 

- “Artık otur, verdiğin eziyet yeter! Cabir İbn-i Abdulllâh radiya’llâhu anhümâ’nın Sünen-i İbn-i Mâce’deki rivayetine nazaran: 

- “Artık otur! Hem âleme ezâ ediyorsun, hem de geç kalmışsın,” Enes radiya’llâhu anh’in de Taberânî rivâyetine nazaran: 

- “Görüyorum ki, ötekinin berikinin üzerinden atlayıp nâsa ezâ ediyorsun. Her kim, bir Müslümana ezâ ederse bana eziyet etmiş olur. Her kim de bana ezâ ederse Allah Azze ve Celle Hazretlerine ezâ etmiş olur.” buyurmuşlardır. 

Tirmizî’nin Muaz İbn-i Enes radiya’llâhu anh’den rivayetine nazaran: 

- “Her kim, Cum’a günü nâs’ın üzerinden atlayıp geçerse yevm-i Kıyâmette Cehennem yolu üzerinde köprü kurulacak,”  

Osman İbn-i Ezrâk radiya’llâhu anhümâ’dan rivayetine nazaran: 

- “Şüphesiz ki, imam hutbe’ye çıktıktan sonra nâs’ın üzerinden atlayıp geçen ve oturan iki kişiyi ayıran kimsenin hâli, Cehennem karnından dışarıya fırlamış bağırsaklarını sürüyen kimsenin haline benzer” buyrulmuştur... 

- EHEMMİYYETLİ BİR TAVZÎH- 

Geçen hafta bu Köşe’de neşredilen, “TÂİFE-İ NİSÂ’NIN MESÂCİD’E GELMELERİ!..(4)” Serlevhalı, Yazının 6. Paragrafında geçen, “Misâfir’lere Ramazan ayında sefere çıkmaları halinde, oruç farz olduğu halde tutmama ruhsatı verildiği, bilâhere güne gün, kaza edebilecekleri, azimetle amel edip tutmalarının daha hayırlı olduğu, ifade edilirken, “Misâfir Müslüman’a dört rek’atlı farz namazları iki rek’at olarak kılma ruhsatı gibi,” denilerek namaz da ruhsat bakımından oruca benzetilmişti. 

Filhakîka, Fıkhî metinlerde, Misâfir’in dört rek’atli namazları iki rek’at olarak kasrı (kısaltması) azîmet midir, ruhsat mıdır? tartışılmış ise de, “Ve Yürahhas-u,” ta’biriyle ruhsat olduğunda karar kılmışlardır. Ancak, Misâfir’in namazındaki ruhsat, orucundaki ruhsata benzemez. Oruçta ruhsat, tutmayabileceği ve fakat, azîmet edip tutması halinde, daha hayırlı olduğudur. Namazdaki ruhsat-aslında azîmet ve fakat Mecâzî olarak ruhsat-tercihli olmayıp sadece, kasretmesi farzdır. Yâni, Misâfir sefer halinde dört rek’atli farz namazları iki rek’at olarak kılacaktır. Hattâ, seferde geçirdiği namazlarını ikâmetinde kaza etmiş olsa yine kısaltmak, iki rek’at olarak, kaza etmek icap eder. 

Âişe Vâlidemiz’den rivâyet edilen bir Hadis-i Şerif’te: 

Ümmü’l-Mü’minîn demiştir ki: 

- “Namaz aslında iki rek’at olarak farz kılınmıştı. Ne zaman ki Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, Medine’ye hicret etti, akşam namazı haricinde her bir namaza bir misli ilâve etti. Akşam ise, Gece’nin tekli namazı, (Vitri)’dir. Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, mukîm olduğunda ziyâde ederek dört, misâfir olduğunda kısaltarak iki rek’at olarak kılmıştır-kıldırmıştır. “Misâfir Müslümana, dört rek’atli farz namazları kasrederek iki rek’at kılma ruhsatı,” ifadelerinden muradımız-maksadımız olmadığı halde, “Misâfir için dört rek’atli farz’ları iki rek’at olarak kılma ruhsattır, ama dört rek’at olarak kılması daha hayırlıdır,” gibi ma’na’ları çıkarılmıştır. 

Tek ediyorum, misâfir Müslüman’ın tercîh hakkı yoktur, seferde dört rek’atlı farzları kasretmesi (iki rek’at olarak kılması farz’dır, şarttır. 

Ehemmiyyetine binâen tavzîh ederim...