20 bin kişiye sordum. Bu elim günlerde bu illet size neler öğretti dedim. Yine çok yerinde ve mantıklı cevaplar geldiği gibi amaçsız, gereksiz, pek de bir şey öğretmediğini anladığım cevaplar da vardı. Hadi hep beraber bakalım COVİD-19 bize neler öğretmiş.

Dünya geneline yayılan 2019-20 korona virüs salgınının Türkiye'deki ilk tespit edilen COVID-19 vakası Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından 10 Mart 2020'de açıklandı. Ülkedeki virüse bağlı ilk ölüm ise 15 Mart 2020'de gerçekleşti. 10 Mart 2020’de Korona illetinin ülkemizde ilk vakasının çıkmasıyla, evde kal çağrılarına uyup hem kendimizi hem sevdiklerimizi korumak için büyük çoğunluk ciddi bir sorumluluk göstermekte.  Çin’de bulunduğumuz yüzyılda böylesine hızlı yayılan ve haklı korkuların var olmasına sebep yaratan başka bir salgın olmadı. Ancak bu salgının küresel sağlık sistemini ve ekonomik düzenini çökertmesi gibi radikal yıkımlar getirmesinin yanında bizlere öğrettiği birden çok ders var. Ben şahsen çok büyük hayal kırıklığına uğradım. İnsanlığın hala ilkel ve zayıf, gelişmiş bir uygarlık olmaktan çok ama çok uzak olduğunu gösterdi bence bu virüs. Yaklaşık 2 ay olacak evlerdeyiz. Bu süreçte ne kadar çok insan kaybettik değil mi? Rahmet ve saygıyla… Hem Corona virüsünden hem de hiç aklımızın ucundan bile geçmeyen insanlar bir bir hayata veda etmeye başladı. Çok kötü geldin 2020 dedik her defasında. Birçok insan her türlüsüyle sınanıyor. Fakirlik, garibanlık, eziklik, hor görülme, açlık, sefalet v.b… Kimisi havuzlu villalarından saçma sapan akım yaparken kimisi de tencereye koyup pişirecek yemek bulamıyor.

Unutuveriyoruz bu hayatta ölümü değil mi? Çapsız asalak bir virüs bizlere bağırta bağırta normal hayat akışının aslında ne kadar kıymetli olduğunu öğretti değil mi? O, kadar para verdiğin kıyafet, kozmetik gibi tüketim ürünlerinin gereksizliği ve insanın aile bireylerinin hepsinin hayatta oluşunun, onlarla birlikte olmanın huzurunu peki?

  Ne kadar küçük ve saçma şeyleri dert ediyormuşuz kendimize. Artık uçmuştuk. Parti üzerine parti. Diş partisi, çiş partisi, bilmem ne kınası düğün, biraz fazla elit görünelim diye kredi çekip binbir borca girip insanları mutlu edebilme çabaları. Görgüsüzlüğün görsele dökülmüş halleri…

Sorarım size bu elim günlerde bu Corona size neler öğretti? Aslında çoğuna pek de bir şey öğretmedi. Sosyal medya maymunluğu ya da kendini tatmin etme duygusu hala hat safhada. İnsanoğlu işte dar kafalarda üretemeyen dünyasında boş uğraş peşinde. Size soruyorum: Bir daha gelecek misin bu dünyaya? Tuttun mu bir garibanın elinden, kolundan? Hayat kısa ve kıymet bilmiyoruz sanki hiç ölmeyecekmiş gibi… Kibir, gurur, kendini bilmezlik, burnu havalılık birbiriyle yarışta. Bu kelimeden nefret ediyorum ama “keşke” yarın ölecekmiş gibi merhametli, vicdanlı, karakterli ve kendimize, insanlığa kıymet verebilerek yaşayabilsek…

Yine okuduğum sizlerin de okuması gerektiği mühim bir içeriği sizinle de paylaşmak istiyorum.

Bilim Kurulu’nun üyelerinden Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Tevfik Özlü, salgının Türk toplumuna birçok şey öğrettiği konulu bir yazısını okudum.

Özlü “En başta ellerimizi oraya buraya, herkesin dokunduğu yerlere sürmememiz; dostlarımızla, arkadaşlarımızla tokalaşmamamız; ellerimizi farkında olarak veya olmayarak ağzımıza, burnumuza, gözümüze dokundurmamamız; ellerimiz su ve sabunla sık sık yıkamamız gerektiğini öğrendik. Kolonyayı yeniden keşfettik. Diğer insanlarla 1-2 metreden daha yakın olmanın güvenli olmadığını; insanlarla kucaklaşma, sarılma ve öpüşmenin riskli olduğunu; hapşırık ve öksürüğü örtmemiz gerektiğini öğrendik. Eve girer girmez doğrudan banyoya gidip, ellerimizi yıkayıp dış giysilerimizi çıkarıp, ev kıyafetlerimizi giymeden ev içinde bir yerlere dokunmamamız ve hane halkına temas etmememiz gerektiğini öğrendik. Açıkta satılan veya elle paketlenen ekmek ve diğer gıdaların güvenli olmadığını; markette ürünü ellerimizle değil gözümüzle seçmemiz gerektiğini; başkasının elleriyle dokunduğu eşya ve yüzeylerin bize hastalık bulaştırabileceğini öğrendik. Başkalarının da kullandığı otel, restoran, kafe, tuvalet gibi mekânların ve buralardaki eşya ve yüzeylerin, buralarda servis edilen yiyecek ve içeceklerin bulaş riski taşıdığını öğrendik”

Büyük metropollerin, kalabalık caddelerin risklerinin konuşulmaya başladığını kaydeden Özlü “Maç, miting, konser, kongre gibi kalabalıkların çok yüksek riskler taşıdığını öğrendik. Okullar, AVM’ler, otogarlar, havalimanlarının güvenli yerler olmadığını öğrendik. Kuaförlük, berberlik, diş hekimliği, KBB ve göz hekimliği gibi insana yakın çalışan mesleklerin riskli olduğunu öğrendik. Toplu taşımacılığın, öğrenci ve personel servisleri ile yemekhanelerinin, bankamatik kuyruklarının, otobüs duraklarındaki bekleşmenin risklerini öğrendik. Evlerimizin güvenli olduğunu; evde hazırlanan gıdaların hijyenik olduğunu; hane halkımızın zor zamanlarımızda tek sığınağımız olduğunu öğrendik. Evlerimizde keyifli zaman geçirmenin yollarını öğrendik. Birbirimizle konuşmayı, paylaşmayı öğrendik. Hastanelerin, sağlık kurumlarının sadece şifa değil; aynı zamanda hastalık da dağıtabileceğini; olur olmaz, ufak tefek şikâyetlerle oralara gitmenin gerekli ve güvenli olmadığını; sadece çok gerekli olduğunda oralara tedbir alarak gidilmesi gerektiğini öğrendik”  

"Sağlık çalışanlarımızın çok saygıdeğer ve riskli bir görev yapmakta olduklarını; onları gereksiz yere meşgul etmememiz gerektiğini öğrendik. Sosyal güvenlik şemsiyemizin ne kadar kapsayıcı olduğunu; sağlık hizmetlerimizin ne kadar erişilebilir olduğunu; sağlık kurumlarımızın ne kadar modern ve donanımlı olduğunu gördük. Geldiğimiz noktada ‘Birimiz güvende değilsek, hiçbirimizin güvende olamayacağını’ anladık. Paranın, gücün, ünün bizi korumayabileceğini gördük. Dijital ortamın ne kadar vazgeçilmez olduğunu; evdeyken bizi dünyada gezintiye çıkarabildiğini gördük. Ailemizin bireyleriyle, dostlarımızla dijital ortamdan hasret giderdik. Tarım, gıda, tedarik ve lojistik sektörünün; kimya, ilaç ve temizlik endüstrisinin önemini anladık. Güneşlik havada dolaşmanın, çimlere basmanın, rüzgarda saçlarımızı dalgalandırmanın kıymetini öğrendik. Vahşi hayvanların dünyasına girmememiz gerektiğini; dünyanın dengesini bozmamamız gerektiğini; hırslarımıza, açgözlülüğümüze dur dememiz gerektiğini anladık. En büyük tehditler altında bile gezegenimizdeki yaşamı, ancak emekçilerimizin risk altındaki çabaları ve alın terleriyle devam ettirebildiğimizi öğrendik. Güçlü görünen devletlerin beklenmedik durumlar karşısında o kadar da güçlü olmadığını anladık. Aklın, bilimin, uzmanlığın önemini; varsayımlarla, iddialarla, tahminlerle konuşan, her şeyi bilen kişilerin balonlarının söndüğünü gördük.”

Ah bunlar az şey mi?

Ben şahsen çok büyük hayal kırıklığına uğradım. İnsanlığın hala ilkel ve zayıf, gelişmiş bir uygarlık olmaktan çok ama çok uzak olduğunu gösterdi bence. Her gün bağırdığın, çağırdığın, kalbini kırdığın insanların aslında senin için ne kadar değerli olduğu. Yaşları dolayısıyla daha da bir endişe duyuyorsun ya korkulan başa gelirse diye. Öğretici ama yıpratıcı günlerin bir an önce son bulması dileğiyle.