Hiç unutamıyorum. Bundan on sene kadar önce, bir öğretim görevlisi arkadaşımla, atladık arabaya Erek dağının uolunu tuttuk. Dağın sol eteklerinin aşağı kısmında yer alan Çoravanise gittik. Erek dağı Van şehrinin doğusunda, gittikçe yükselen haşmetiyle, Van ve Van gölüne yükseklerden bakan heybetli, görkemli bir dağ. Arkalarında vadiler, yemyeşil otlaklar, şırıl şırıl, köpüre köpüre akan soğuk sular var. O suların bir kısmı, yukarıdan aşağıya doğru, hemen hemen şehrin tüm sokaklarından akıtılıyor. Şehre serinlik veriyor. Hem de bahçeleri sulamış oluyor. Şehirden yavaş yavaş yükselerek çıkılan Erek dağının etekleri, sarp mı sarp. Fakat şehri arkanıza aldığınızda, sol eteklerinin aşağılarında köyler var. Şehri tepeden görüyorlar. Tabii büyük göç almış olan Van şehri, doğuya, Erek dağının eteklerine doğru genişledikçe genşlemiş durumda. İşte Çoravanis, yüksek ve haşmetli Erek dağının, Vandan bakılınca sol eteklerinin düzleştiği yerde kurulan büyükçe bir köy. Yanından oldukça gür bir ırmak akıyor. Bir de ırmak yakınında yatırı / ziyaret yeri var. İşte buralar, halkın mesire yeri / piknik mıntıka ve bölgesi. Özellikle Cumartesi ve Pazar günleri, arabasına binen buralara koşuyor. Göle ve şehre nazır / bakan bu havadar yerde, haftanın yorgunluğunu gidermeye çalışıyor. Kendimizi ırmağın akışına kaptırmış, hayalen sevdiklerimizle görüşürken; kelli felli, iyi giyimli bir adam, belirdi birden yanı başımızda. Tanıştık konuştuk uzun uzun. Derken sohbetimiz, gittikçe koyulaştı. Seneler önce Vandan ayrılmış. İstanbulun B. semtinde iş sahibi olmuş. Allah da yürü ya kulum demiş. Almış yürümüş. İşinde iyice tutunmuş ve tanınmış. Bu arada epeyce zenginleşmiş. Hayatından da çok memnunmuş. Ara sıra eşi dostu ziyaret için Vana geliyormuş. Bizlerin Üniversitede öğretim görevlisi olduğunu öğrenince, gözleri doldu. Dokunsan ağlayacak bir hal aldı. Duyduğu minnettarlık hislerinden dolayı, yaşaran gözlerini bize doğru çevirerek, heyecandan titreyen bir sesle ve bütün içtenliğiyle: Ne güzel ne güzel dedi, buraya çok uzak olan Batı şehirlerinden kalkıp ta buralara, benim şehrime gelmişsiniz. Benim ayrıldığım şehrin çocuklarını ve gençlerini eğitiyorsunuz. Öpülesi elleriniz var. Sizlere ne kadar teşekkür etsem azdır. Çünkü çocuklarımıza, gençlerimize eğitim ve öğretim denen, en güzel, en kutsal hizmeti yapıyorsunuz. Sizleri Vanlı hemşehrilerim adına candan kucaklıyor, içtenlikle bağrıma basıyorum. Sağolun varolun. Allah azminizi arttırsın. Hizmetiniz başarıyla devam etsin. Adam coşmuştu bir kere. Kabına sığmıyordu bir türlü. Samimi hislerini, arka arkaya sıralıyor. Heyecanına mani olamıyordu. Neden sonra sustu. Alakasına biz de teşekkürler ettik. Belki de dedik; sizin bu içtenliğiniz, fiili bir dua hükmünde olup, bizlerin burada oluşumuza indallah bir vesiledir. İsmini söyledi. Adresini verdi. Telefonlarını not ettirdi. İstanbula gittiğimizde, mutlaka yanına uğramamızı, sıkı sıkı tenbih ederek, yanımızdan büyük bir memnuniyetle ayrıldı. Oldukça etkilenmiştik. Doğrusu bayağı duygulandık. Vazife ve görevimizin manevi değerini bir kat daha anladık. Adeta orada manen yenilenerek, yepyeni bir çalışma azim ve coşkusuyla o gün Çoravanisten ayrıldık. İşte Doğu halkının gerçek yüzü. Batılı ve Doğulu insanın iç içe oluşunun; birbirine nasıl baktığının müşahhas ve somut resmi. Bu milleti mi ayıracaksınız birbirinden? Bu halkı mı koparacaksınız yekdiğerinden? Halka rağmen halkı meçhullere sürüklemek isteyen bedbahların menfi / bozuk emelleri kursaklarında kalacak. Şimdiye kadar halkı yanlarına almayı başaramadılar. Emin olun bundan sonra da başaramıyacaklar. Çünkü bu millet, Doğulusuyla Batılısıyla et ve tırnak gibidir. Et ve tırnak birbirinden ayrılırsa, artık ortada parmak diye bir şey kalır mı? Neye hizmet ediyor bu şaşkınlar? Bir bilseler de akılları başlarına gelse. Olmayacak duaya amin denir mi? Vücudu teşkil eden uzuvlar; vücut dışında varlıklarını hiç sürdürebilir mi? İşte gerçekleşmesi muhal / imkansız ayrılıkçı fikir sahipleri; uzuv ve organların beden dışında, kendi başlarına bedensiz ve bedenden ayrı olarak yaşıyacaklarını sanarak; en büyük bir düşüncesizliğin zebunu oluyorlar.