Rol aldığı birçok tiyatro oyunu yanında rol aldığı dizi filmlerde canlandırdığı karakterlerle de çok sevildi. Yeşilçam’ın duayen senarist, yönetmen ve oyuncusu, ‘Hababam Sınıfı’nın müdürü merhum Muharrem Gürses’in torunu  ve  Oyunculuk dünyasının hiçbir zaman unutulmayacak ismi Atilla Arcan’ın kızı olan Şebnem Arcan,(Şebnem Sevgi Gürses)’in on parmağında on marifeti var. Sanatçı bir aileden gelen güzel oyuncu kendine has yorumu ve muhteşem sahne performansıyla da adeta dinleyenlerini mest ediyor. Eylül 1977 yılında dünyaya gelen Arcan,  Şifre, Sil Baştan, Patron Kim, Yeditepe İstanbul, Dikkat Bebek Var, Evdeki Yabancı, Ayrılsak da Beraberiz, Gurbetçiler ve Çiçek Taksi dizilerinde rol aldı. Şebnem Arcan ile dününü bugününü konuştuk. Haydi buyurun keyifli sohbete…

Sanat hayatına ne zaman atıldınız?

Sanat hayatıma resmi olarak ilk adımı 10 yaşında attım. Babamın, Yalçın amcam ile birlikte Star TV (O zamanlar magic box) için hazırlayıp sunduğu konuklu, parodili  "Vay Canına" adlı programı’nda Ajda Pekkan taklidi yaparak başladım. Benim için inanılmaz bir deneyimdi. Ben de oyunculuğu seçtim ve çok uzun yıllar bir çok dizide, bir kaç reklam, sinema filmi ve tiyatro oyununda yer aldım. Ama, müzik aşkı benim için bastırılamaz boyuta gelince kendini sahnelerde buldum.

HAYATIMDA İLK KEZ BABAMIN SÖZÜNÜ DİNLEMEDİM

Peki zor olmadı mı?

Gülerek yanıt veriyor bu sorumuza… Bu da çok kolay olmadı tabi ki. Çünkü Rahmetli babam sahneye çıkmama karşıydı. Oyunculuktaki yeteneğimi sonuna kadar destekliyordu. Aslında müziği de destekliyordu içten içe çünkü sanatın her alanına aşık bir adamdı fakat sahne dendiğinde size hemen kitlelere hitap eden konser imkanları sunmuyorlar. Gece mekanlarda başlıyorsunuz. Ve bu ciddi bir kültür. Babam yıllarca parsel parsel memleketi gezmiş, tüm kültürleri incelemiş dolu bir adamdı ve ülkemizde gece hayatı seven insanların sahneye bakış açısını, kültür yapısını hepimizden iyi biliyordu. Bir baba olarak benim müziğe olan aşkım, hayallerimi görüyordu ama ben onun bildiklerinden, gördüklerinden habersizdim. Ön yargılar, sahnede kadın olarak durabilmek ile ilgili vermem gereken mücadeleden haberim yoktu. Ses güzel, sahne iyiyse yıldızın parlayacak ve uçup gideceksin sanıyordum ben. Öyle değilmiş. Bilhassa ahlaklı, idealist insanlar için çok zorlu, yıpratıcı bir yolmuş. Hayatımda bir kere babamın sözünü dinlemedim ve sahneye çıkmaya karar verdim. Hayatımın tüm istikametini değiştiren bir karar oldu ve bugün pişman mısın deseler "hayır" derdim. Gene o ana gelsem gene aynı kararı alırdım. Çok ciddi zorluklar, yorgunluklar yaşadım. Fiziksel ve ruhsal anlamda çok hasar aldım.

Neydi bu zorluklar?

Akla değişik şeyler gelmesin. Neden zor olduğunu söyleyeyim. Tek sebebi ön yargılar ve ardındaki kelebek etkisi. Bir tarafta sahnedeki kadını Türk filmlerinden öğrenmiş, magazine ve hayal dünyamızda olana gerçekten çok inanan bir toplumuz. Diğer tarafta mesleğimizi çıkarlara uygun yapıp çirkinleştirenler de var ve bu durum mekan sahiplerinden, işletmeciye, müşteriye kadar mesleki kaliteyi yerle bir ediyor. Benim gibi savaşçılar da yıllarca mücadele vermekten yorgun düşüyor. Umarım ifade edebilmişimdir.

BABAM GİDELİ BEŞ YIL OLDU HALA KANAYAN YARAM

Peki sanatçı bir aileden gelmek nasıl bir duygu?

Size onlardan ‘Biraz" söz etmek çok zor. Her ikisi için ansiklopediler dolusu şey yazılabilir. Ama ben mümkün olduğunda özetlemeye çalışayım. Dedem Muharrem Gürses bir Yeşilçam duayeni. Senarist, yönetmen, aktör, dublaj yönetmeni, ayrıca muhteşem bir ressam ve resim öğretmeni. Profesör unvanı almış, tarzıyla Türk sineması eğitim kitaplarına girmiş çok özel bir adam. Ölümüne saatler kala hastanede senaryo yazmaya devam eden adam. Odalar dolusu kitap okumuş, döneminin Google'ı diyebileceğimiz mucize bir bilgi deposu. Entellektüel, esprili, sevimli, çocuk ruhlu, çapkın ruhlu, dost, sırdaş, güzele, güzelliklere hayran, zevkli, haylaz, inatçı, yönetici ve her  istediğini yaptırabilen tatlı dilli bir adamdı. Onu hiç tanımayan biri ilk tanışmada iyi bir yönetmen olduğunu fark ederdi bence. Babam ise gideli 5 sene oldu, hala kanayan yaram. Her kız (istisna haller hariç) babasını özler. Ama ben sadece babamı özlemiyorum. En yakın arkadaşımı, dostumu, kankamı, son İstanbul beyefendisini, dünyaya, insanlığa hizmet eden, bana hayır duası eden koruyucu meleğimi, yol arkadaşımı, kitap okuma arkadaşımı, akıl hocamı, beni dünyaya toprağa bağlayan, buraya ait hissettiren kökümü özlüyorum.

3-4 YAŞIMDA ANNEM BABAMIN ÖLDÜĞÜNÜ SÖYLEMİŞTİ BANA

Bu benim için ikinci gidişi üstelik. Çok 3-4 yaşımda annem ve babam ayrıldığında da babamın öldüğü söylenmişti bana. Bu dramatik hikaye ayni zamanda öyle korku dolu şeylerle beslendi ki , yaşadığını öğrenmem, korkmadan yaklaşıp güvenmem yıllarımı aldı ve o bunu sağlayabilmek için çok mücadele verdi. Yani bir yalan bize yıllar kaybettirdi. Sonrasında birlikte geçirdiğimiz zamanda bunu çok daha iyi anladık. Babam onu tanıyan, dokunan, sohbet eden, bir kere gözünün içine bakan herkeste iz bırakabilen bir yürekti. Babası olmayan tüm kız arkadaşlarımın babasıydı. Çok yetenekli bir oyuncu, komedyen, muhteşem bir ses, yetenekli bir iç mimar, kitap kurdu, entellektüel, asil, zarif, kibar, gerçek hayatta da çok komik, eğlenceli, biraz tutucu, çocuklarına düşkün ama onlarla çok iyi dost, karısına aşık ve sadık bir adamdı. Sanat, sadakat, sevgi ve dürüstlük onun nefes alma şekliydi. Dedim ya bitmez... Kelimeler yetmez.  Bu arada her ikisi de tüm dinlerin kitaplarını enzimlercesine okumuş anlamış idrak etmiş, tüm dinlere saygılı, tüm insanlığa, tüm kültürlere saygılı,  Kuran-ı Kerimi, İslamiyet’i en aydınlık haliyle başının üstünde taşıyan, Rabbine aşık Müslüman ruhlardı. Onlarla gurur duyarken bile eziliyorum. Bu kadar değerli iki insanın kökünden gelmek gerçekten büyük şans. Şükürler olsun Rabbime.


TRAVMALARLA DOLU YILLAR GEÇİRMİŞ BİR ÇOCUK OLARAK, ANNEMLE BÜYÜDÜM

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

(Gözleri doluyor. İçini çekerek başlıyor sorumuzu yanıtlamaya)… Ben hayata anne baba ayrılığı ve bu ayrılığın detaylarında psikolojisi oldukça yıpratılmış, travmalarla dolu yıllar geçirmiş bir çocuk olarak, annemle büyüdüm. Aklımıza gelebilecek bir çok şey başıma gelmiştir çocukken desem yeridir.  Fakat tüm bunlara rağmen neşeli, komik, sevimli, artistik hallerim çocukluğum ve lise cağlarımda hep ön planda olmuş .bulduğu her ortamda kendini sahneye atan, alkış delisi, sevgiye aç, her tanıdığının taklidini yapan, küçük yaşta ünlü olanları kıskanan, ayrıca dans ve resim yeteneği olan bir kızdım. Lisede ben de resim bölümü okudum. Konservatuvar opera san bölümüne hazırlandığım süreçte annemi kaybettim ve sınava konsantre olamadım. Çocuk yasta başladığım oyunculuk liseden sonra profesyonel olarak devam etti. Belki de yüze yakın dizide karakter oyuncusu olarak rol aldım. Dublaj yaptım, Super fm, Best Fm, Radyo şahin, Lokum fm, İstanbul fm, Medya fm gibi radyolarda programlar hazırlayıp sundum. Resim yeteneğimi bir dönem insanların yüzüne dökmeye karar verdim ve hem güzellik salonunda hem setlerde makyözlük yaptım. Müzik hayatına geçişten sonra elimde mikrofonla neredeyse tüm ülkeyi dolaştım. Festivallerde sunuculuk da yaptım. Kişisel gelişimin bazı  alanlarında eğitimler aldım, astroloji eğitimi aldım. Psikoloji, edebiyat, felsefe, sanat, müzik, kitaplar, dans ,dostluk, sevgi, vicdan ve kediler özel sempati alanlarım. Tüm bu süreçte edindiğim dostluklar, çevre ve takipçileri öylesine hayatımda tutmak yerine yardım kampanyalarına yönlendirmek, bireysel olarak çevremde tanık olduğum bazı eksikleri tamamlamak adına harika bir ekip olduk. Çünkü beni seven insanlar da benim gibi insanlar. Dolayısıyla ben tüm ülkenin tanıdığı ünlü bir star olmadım ama her şehirden gönüller almış, milyonlarca hayırlı dostu olan, şanslı bir bireyim. Ki bu gerçekten paha biçilmez. Sanatçı bir aileden gelmemek nasıl bir duygu onu bilmediğim için farkı söyleyemem... Ama şanslı hissettiriyor. Öte yandan ağırlığı sorumluluğu büyük. Hata riskini doğuştan sıfıra indiriyor. Hata yapamazsın, yaparsan taşıdığın bayrağa leke sürersin gibi bir duygu. Hep birinin kızı, birinin torunusun bu nedenle hep onlardan daha büyük şeyler yapmalısın. Şu ana kadar verdiğim emek ve çaba eğer bir Soyad taşımasaydım eminim çoktan beni farklı yerlere taşımıştı. Çünkü çok şey başardım ama onlardan büyük şeyler başaramadım.

Peki kaç kardeşsiniz?

Annemin ilk eşinden bir abim. Babamın ikinci eşinden yani Gül annemden de 3 erkek kardeşim var. Anne baba ortak yapım ben tekim ama aslında 5 kardeşiz. Benden önce yok, yetenekli ve güzel sesli çok ama. Benden sonra ise en küçük kardeşim özgür var. Muhteşem bir gitarist olma yolunda.

Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederim Şebnem hanım.

Ben teşekkür ederim Habib bey