Hani çocuk deyip de çok defa yaşından ve deneyimsizliğinden dolayı dinlemeye dahi gerek duymayız ya. Çocuk, çocuklarımız, hayatın zorlukları ile karşı karşıya gelmeden ya da her şeye rağmen içinde ki çocuğu öldürmeyenler, ne harika, ne mutlu onlara. Saf haliyle tüm olaylara düz mantık bakabilmek, sebepleri, etkenleri hesaplamadan, olduğu gibi görüp, duyup, hissedip, öyle yaşamak.
Öğretmen öğrencilerine bir soru yöneltiyor ve izahlı açıklanmasını istiyor. Öğretmenin sorusu “canlılar kaça ayrılır”  İlk parmak havada ve öğretmen tahtaya davet ediyor öğrencisini.

+ Dörde ayrılır öğretmenim. 
- Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım.. 
+ Bitkiler, hayvanlar, insanlar, çocuklar. 
- Çocuklarda insan değil mi oğlum? 
+ Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim. 
- Peki, şimdi yeniden say bakalım.. 
+ Bitkiler, hayvanlar ve çocuklar.. 
- Oğlum insanlara ne oldu?
+ "Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenler hep çocuk kaldılar, 

Diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim!”

Erken mi büyüdük yoksa çocukları yeterince dinlemedik, dinlemiyor muyuz. Sevgiyi kaybedince sadece çocukluğumuzu değil, insanlığı, merhameti, şefkati, empati kurabilmeyi ve nicelerini hep kaybediyor ve en kötüsü farkına dahi varamıyoruz. Çok azımız halen içimde ki çocuğu öldürmedim diyor ya, ilerleyen yaşına rağmen, özenmemek mümkün mü? Çocuk kalmak, içimizde ki çocuğu muhafaza etmek, öldürmemek, mutlu ve gerçek olabilmenin en temel gerekliliği.
Hayat tüm acımasızlığıyla kendi çıkmazlarına çekerken insanı, bu duyarsız halimiz hayatın dayatması mı, insan olarak sonsuz ihtiyaç belirleyip bizlerin doyumsuz hali mi? Çocuk kalmanın önemli etkeni en azla yetinme, huzur ve mutluluğu ruhta aramak değil mi? Hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız her meta kolaylaştırırken sorunlarını da yanın da getirmiyor mu? Nasıl sıyrılabiliriz, nasıl kurtulabiliriz çağın dayatmalarından, ben makul çözümler, net planlar ortaya koyamazken, deniz yıldızı hikayesi gibi, en aza bulanmak, en fazla çocuk kalabilmek, asgari müşterek gibi.