“Ve’l-ba’sü ba’de’l-mevt hakkun.” / “Ölümden sonra (Kıyamet günü, hesaba çekilmek üzere yeniden) dirilme haktır.”

     Şüphesiz, cismanî haşir haktır, doğrudur ve olacaktır. Ağacın meyvası olduğu gibi, dünya hayatının da meyvası vardır. O da ebedî / sonsuz hayattır. Meyvasız ağaç kesilip atıldığı gibi, ölümden sonrasız hayat da, meyvasız ağaç sayılır. Anlamsızdır.

     Geceden sonra sabah, kıştan sonra bahar olduğu gibi, ömrün de sabahı ve baharı vardır. O ise, haşir sabahı ve baharıdır. Yani cismanî / bedenî haşirdir. Beden ve ruhumuzla, haşir meydanında yer almamızdır.

     Evet, insan ömrü gece ve kış gibidir. Ömür gecesinin sabahı, ömür kışının bitiş ve sonrası ise, ebedî / sonsuz hayatın başlangıcıdır.

     Yatağa uyanmamak ve kalkmamak için mi uzanırız? Tabii ki, daha zinde, daha canlı, daha enerjik, daha istek ve arzulu olarak uyanmak üzere yatarız.

     İşte mezara da, haşir sabahında uyandırılmak için konuluruz.

     Maddî-manevî ilk, orta, lise ve üniversite denen eğitim kurumlarından mezuniyet: Dünya hayatını tanzim ettiği ve belirttiği gibi, aynı zamanda, ölümden sonra başlıyacak olan müspet-menfî ebedî hayattaki huzur, refah ve manevî mevkiimizi, yani cennet veya cehennemlik oluşumuzu da tayin eder.

     Zira insan; hayatının en güzel yıllarını vererek elde ettiği sonucun; fıtrat ve yaratılış gereği olarak devamını da istiyor. Evet insan elde ettiği, kazandığı hiçbir şeyi kaybetmek istemiyor. Bitmesini arzu etmiyor. Hep devam ve hiç bitmesin diyor.

     İçimize bu “devam arzusunu” biz koymadık. İçimizden bize seslenen ve dinmeyen bir arzu, bir istek olan bu ses, bu haykırış; kulaklarımızda yankılanıp durmakta ve şu hakikati, daima dile getirmektedir:

     “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”

     Kulak için sesleri, göz için tabiatı, kalp için sevilecekleri, mide için sayısız rızıkları yaratan Mükrim / İkram edici, Kerîm bir Zât olan Yüce Allah; elbette -kendisi için yarattığı- kulunun mahiyetine yerleştirdiği; ebed ve sonsuzluk arzusunun sesine kulak vermemesi mümkün mü?

     Elbette mümkün değil. Çünkü: “Vermek istemeseydi; istemek vermezdi.”

     Öyleyse, cismanî / bedenî haşir haktır, doğrudur ve olacaktır.

     Bu hakikat; yalan söylemesi asla söz konusu olmıyan Hz. Muhammed tarafından, yeterince dillendirilmiş. Bu gerçek; şüpheye yer bırakmıyacak şekilde Kur’an-ı Kerîm’de en güzel, en veciz bir üslûpla dile getirilmiştir.

     Vasıta ve araçlara niye bineriz? Bir yere varmak için değil mi? Yoksa, biraz da vaktimiz araçlarda geçsin diye mi? Böyle bir cevap karşımızdakine, hakkımızda: “Delinin zoruna bak!” dedirtir ancak.

     İşte dünya da, bir araç. Hem de ne araç! Hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında, baş döndürücü bir hızla dönerek; insanları haşir meydanında indirmek üzere yol almaktadır.

     Gelmiş geçmiş tüm insanların hesabının görülmesinden sonra; kâinatın ebed sayfası açılacak ve bir daha hiç kapanmıyacaktır. Çünkü okula mezun olmak, işe emeklilik için gittiğimiz gibi, dünya mektebine de, bizleri ebediyete mezun etmesi maksadıyla gitmiş oluyoruz.

     Evet insan kaybetmek, unutmak, sonlu ve bitimli olmak istemiyor. Nitekim bunun için sidiler, plâklar hazırlıyor, kitaplar yazıyor, filimler çekiyor; hafızası her şeyini hıfz edip muhafaza ediyor.

     İnsan da, çevresi ve kendisinin; yaptıkları, gördükleri, işittikleri ve bildikleri kaybolmasın, hiç olmasın ve yok olmasın diye, bunca buluş ve icatları yapmış ki, olanlar, yapılanlar ve söylenenler; nisyan ve unutulma gayyasına düşmesinler. Elimizden uçup gitmesinler; hep devam üzere kalsınlar diye.

     O halde “Ölümden ne korkarsın? Korkma ebedî varsın.” 

     Hem “Ölüm güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?”