Tarihin ilk devirlerinden itibaren Türklerle aynı coğrafyayı paylaşan Çin güçlü kültür ve nüfus avantajlarıyla her dönemde varlık ve özgünlüklerini koruya gelmişlerdir.

Türklerin Orta Asya hâkimiyetleri sonucu Çin hâkimiyeti zayıflamış ve yüzyıllarca bölge Türklerin elinde kalmıştır.

XX. yüzyılın ortalarına kadar devam eden İngiltere’nin dünya hâkimiyeti II. Dünya Savaşı sonunda ABD’ye geçmiştir. Çin II. Dünya savaşı sonunda Mao komünizmiyle yönetilmeye başlayan Çin Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte yarı kapitalist bir ekonomi politikasıyla dağılmayı önlemek amacıyla ekonomik kalkınmaya önem vermiştir.

II. Dünya savaşı sonunda Dünya hâkimiyetini İngiltere’den devralan ABD Soğuk Savaş döneminde hâkimiyetini perçinlemiş ve Atlantik hâkimiyetini gerçekleştirmek amacıyla 1990 sonrası politikalarına hız vermiştir.

Doğu Türkistan, Tibet, Mançurya ve Moğolistan gibi bölgeleri işgal ederek bölgedeki hâkimiyet alanlarını genişletmek isteyen Çin, ABD’nin Dünya hâkimiyetini tek başına gerçekleşmesini önlemek amacıyla bir dizi önlemler almaktadır.

Rusya ile birlikte Şanghay örgütünü kuran Çin yönetimi Sovyet devletinin başına gelenlerin kendi başına gelmemesi için elinden gelen çabayı sergilemektedir.

1.5 milyar nüfusu, ahlak öğretilerine dayanan inancı, han yönetim geleneklerinin devam etmesi, BM Kurucu ve 5 daimi ülkeden birisi olması avantajlarını kullanarak Hazar, Orta Asya, Ortadoğu ve Asya’da güçlü bir Çin oluşturmak amacıyla ikili ve çoklu anlaşmalar yapmaktadır.

XX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar İngiltere tarafından adeta uyutulan Çin son yıllarda ekonomik, teknolojik ve siyasi atılımlarla başta ABD, AB olmak üzere Dünya’nın tek kutuplu olmayacağının sinyallerini vermektedir.

Çin’in yükselişi ve ABD’ye karşı yeni bir denge oluşturma amacıyla hareket etmesi başta ABD, İngiltere ve Museviler olmak üzere Batıyı endişelendirmektedir. Buna karşılık ABD Çin’in genişleme ve bölge hâkimiyetinin önünü kesebilmek amacıyla Afganistan ve Irak işgalleriyle Çin’in enerji ve nefes alma kanallarını kapatmaya çalışmaktadır.

ABD’nin Hazar ve Atlantik yayılmacılığına karşı Rusya ile Çin arasında göreceli bir yakınlaşma görülmektedir.

ABD’nin İslami görünümlü terörizmi desteklemesi, Rusya ve Çin’de iç savaş çıkarma ihtimalini de gözden uzakta tutmamak gerekir.

Çin’in 1949 sonrası Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Devletini yılması ve bölgeyi topraklarına katması, Tibet sorunu gibi konular ABD’nin elinde koz olarak durmaktadır.

ABD’nin Çin’i çevreleme politikasına karşı Çin, İran, Rusya ve Türkmenistan’la ilişkilerini sıcak tutmaya çalışmaktadır.

ABD’nin Atlantik hâkimiyetine karşı durabilecek tek gücün Çin olacağı öngörülmektedir. Teknolojik yatırımlar, modernleşme çalışmaları, sosyalizmin liberal ekonomik sisteme dayalı yorumuyla Çin ekonomik dev olarak durmaktadır.

Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri Çin’in en yumuşak karnıdır. Türklere karşı uygulanan sistemli olarak yürütülen insan hakları ihlalleri Çin’in Batı Türkistan’ı da ekonomik nüfuz bölgesi haline getirmesini engellemektedir.

Türkiye’nin Avrasya ve Türkistan’a doğru gerçekleştirdiği ekonomik, kültürel, duyuşsal, eğitim… Açılımları Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerini ümitlendirmektedir. Buna karşın Çin’in Türkiye üzerinde uyguladığı ekonomik ve siyasi baskılar çalışmaları sekteye uğratmaktadır.

Önümüzdeki dönemde ABD, AB, İngiltere ve İsrail’in ortaya koyacağı Çin ve Rusya karşıtı politikaları süreci derinden etkileyecektir. ABD öncülüğünde gerçekleşme eğilimine giren Atlantik hâkimiyeti düşüncesinde Türkiye’ye önemli görevler düşecek gibi görünmektedir.

50 milyon Uygur Türkü her geçen gün daha da zor şartlarda yaşamaya mecbur edilmektedir. Pakistan ve Afganistan bölgesinden Uygur Türklerine yapılacak yardım ve destek önümüzdeki dönemde Uygur Türklerinin yeniden bağımsızlık başlatılabilecek nitelikler taşımaktadır.  Uygur Özerk Bölgesinde her geçen gün artan Çin zulmü daha ne kadar devam edecektir?

Her ne kadar konjonktürel olarak Çin ve Türkiye yakın ilişkiler kurma, ABD ve Batı’nın bölgesel ekonomik ve enerji hâkimiyetini kırmak amacıyla hareket ediyorlarsa da bu durum Çin ile Türk dünyasının aralarındaki sorunları çözdüğü anlamına gelemez.