Dünya, çıplak gözle görülemeyecek, sonu büyük dönüşüm ve değişimler getirecek bir senaryo üzerinden yol alıyor. Filmin platosu da Türkiye ve çevresi… Dünya’nın en büyük terör destekçisi Amerika Devleti yaklaşık iki hafta önce donanmasına ait taşıyıcı taarruz grubu Dwight D. Eisenhower adlı uçak gemisiyle Akdeniz'de Yunanistan Donanmasına bağlı unsurlarla birlikte tatbikata katıldı. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken tatbikatla eş zamanlı olarak “Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki eylemlerinden kaygı duyuyoruz” diye bir açıklama yaptı. Yine aynı günlerde Amerika Donanmasından “Tatbikatın Yunan Genelkurmay Başkanlığı HNDGS ile ABD makamları tarafından planlanıp ortak koordine edildiği, amacın ise NATO operasyonel ve taktik prosedürlerini kullanarak ortak yetenekleri geliştirmek olduğu” ifade edilen bir açıklama yapıldı. “Yunanistan'ın bölgesel barış ve istikrara bağlılık gösteren hayati öneme sahip bir NATO müttefiki olduğu” vurgulanan açıklamada, Amerika’nın Yunanistan'ı Doğu Akdeniz bölgesinde istikrarın dayanağı olarak gördüğüne dikkat çekilmesi de önemli bir ayrıntıydı. Ardından Amerikan uydusu Suudi Arabistan jetleriyle Yunanistan-Amerikan ortak tatbikatına katılarak Lawrence’in çizdiği rotadan sapmadığını ortaya koydu.

Doğu Akdeniz’de gerilimin tırmandığı 2020 yazında da Birleşik Arap Emirlikleri’nin Girit’teki Suda Üssü'ne savaş uçakları göndererek Yunanistan’ın yanında durduğunu harlamakta yarar var. 15 Temmuz darbe görünümlü işgal girişiminden bu yana savaş üssü gibi donatılan Girit Adası kirli planların merkezi olarak görünüyor.

Yunanistan bugünlerde ayrıca Türk SİHA'larına karşı Ege Denizi'ndeki İskiri Adası'na drone üssü kurmakla meşgul. Üste İsrail'den üç yıllığına kiralanan HERON’lar görev yapacak. Yunanistan, donanmasını modernize edebilmek için Fransa ile pazarlıklarını sürdürürken Almanya, Amerika, İspanya, Hollanda ve İngiltere’de Yunan donanması için teklifler verdi. Konkordato ilan edecek kadar ekonomik buhranda olmasına rağmen Yunan hükümeti bunca savaş emtiasına parayı nedenden buluyor dersiniz?

Yunanistan-Amerikan elbirliği ve kısmı Arap desteğiyle sürdürülen tatbikatın, Türkiye’ye gözdağı amacı taşıdığı her şekilde ayan beyan ortadadır.

**

Peş peşe nawtex ilan ederek Doğu Akdeniz’de uzun süre tatbikat yapan Türkiye’de bu gelişmelerin akabinde Katar ile ortak tatbikat başlattı. Önceden planlanıp ilan edilen Al Adeid 2021 Tatbikatı Katar'da gerçekleştiriliyor. TSK ve Katar Askeri güçleri koordinasyon ve strateji becerilerini sergilediği tatbikatta Türkiye'nin yerli üretimi olan silah ve zırhlı araçlar da görev aldı. Türk üretimi askeri envanterin yüksek performansı dikkat çekti.

Türkiye’nin önceden planlı bu tatbikatına karşılık Akdeniz’de Yunan Amerikan Suud tatbikatı gerçekleştirildiği gibi bir izlenim var.

Çevremizde olup bitenlere karşı duyarlılığımızın yüksek olması gereken bir dönemdeyiz. Hükümet mensupları “dış mihraklar” dedikçe konuyu karikatürize edip basite indirgeyenleri görüyoruz. Bu konuda, muhalif siyasal unsurlarımızın milli menfaatleri destekleyici bir pozisyon sergilemediklerini görmek endişe verici bir durumdur.

**

DIŞ MİHRAKLAR KENDİNİ İFŞA ETTİ

Zaman zaman, hatta son yıllarda çoğu zaman ağızını doldurarak “Kim bu dış mihraklar, söyleyin de bilelim” diye kükreyen siyasi profilleri herkes biliyor olmalıdır. Uluslararası Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Akademisyenlik yapan Nicholas’ın bir seminerde söylediği sözler ise dünya üzerinde sürdürülen bütün kirli projeleri ifşa eder nitelikteydi.

Konuşma beş yıl önce yapılmış ama hem geçen yıllara, hem de gelecek yıllara projektör olması açısından önemli. Zira Nicholas Afrika'nın Batı devletleri tarafından bilinçli olarak fakirleştirildiğini ve fakir olarak tutulduğunu söylüyordu. Türkiye ise son yıllarda Afrika'daki kirli oyunu bozmanın mücadelesini veriyor. Bakın Nicholas neler söylemiş;

“Afrika tarihsel olarak, Sahra Altı Afrika küresel olarak gelişmiş ülkelerin refahı için temel gerekliliktir. Ve Afrika’nın bir hammadde üreticisi olarak rolü vardır. Sahra Altı Afrika’nın bundan kaçmasına izin vermeyeceğiz, tamam mı? Sahra Altı Afrika’yı olduğu yerde ve fakir tutmak için her şeyi yapacağız. Geri kalan herkesin refahı için bu kesinlikle hayati… 

Bu, şu anlama geliyor; tüm ekonomik yapılar, tüm küresel kurumlar ve herkese öğrettiğimiz ekonomi, hepsi Afrika’yı tam olarak bulunduğu yerde tutacak şekilde tasarlandı. Ve ister Avrupa, ister ABD veya şimdi Çin olsun, bu hep aynıdır. Afrika’nın yoksullaştırılmasına ihtiyacımız var. Çünkü bu hammaddelere ihtiyacımız var. Bu Afrikalıların yapabileceği bir şey yok anlamına gelmez. Ama bu, savaştıkları karşı kuvvet bu… 

Eğer Afrikalılar farklı bir şey yaparsa sizi temin ederim Avrupa ve Kuzey Amerika ve Asya’daki herkesin hayat standardı düşer. Ve bu ödenmesi gereken büyük bedeldir. Batının büyük bir kavga olmadan buna izin vermeyeceğine sizi temin ederim. 

(Fondaki görseli göstererek) İdeoloji yazısı neden orada? Çünkü biz ideoloji üretenlerin bir parçasıyız. Üniversitelerde ve akademik kurumlarda, bütün bu işin suç ortağıyız. Pek çok batılı akademisyenin işi Afrikalıları, yaptıkları şeyi aynen yapmaya devam etmeleri gerektiğine ikna etmek. Ve onlara şunu göstermek: Fakir olman senin hatan, bizim değil. Kendi yüzünden fakirsin. Akademik kurumlarda bizim yaptığımız şey bu… Bu az gelişmişliğe sebep olan temel kuvvetleri biliyoruz. Kolonileşme olduğunu biliyoruz. Bütün üretilen muazzam kaynaklarla, onlar bunun için ne kadar alıyorlar? Hiçbir şey! Bu çok önemli…

Size Sahra altı Afrika’ya ne olduğunu göstermek istiyorum. Çünkü bildiğimiz bütün çalışmalardan; üretim olmadan hiçbir ülke asla gelişmez. Hammadde üretmek sizi hiçbir yere götürmez. Temel tarımsal mallar üretmek sizi hiçbir yere götürmez. Sanayinin düşmesine neden olan şey imalattaki düşüştür. Bu kasıtlı yapılıyor. Çünkü biz Batılı ekonomistler ve Batılı politika yapanlar olarak asla Afrika’nın sanayileşmesine ve imalata başlamasına izin vermeyi göze alamayız.”

Batılı devletlerin pek çoğunun sömürgeci birer hırsız olduğu bundan daha net bir şekilde anlatılamazdı. Projede görevli birinin söylediği sözleri, umarız dış mihrak söylemlerine inanmayanlar da duyar! Onlarca yıldır Batı’nın ülkemize empoze ettiği ekonomi ve sanayi politikalarına baktığımızda Afrika ile aynı muameleye tabi tutulduğumuz da net bir şekilde görülecektir.

**

TORKU TOHUMU GÜVENCEYE ALMIŞ

Konya Ankara arasında seyahat edenler Altınekin ilçesinde Torku’ya ait devasa Ayçiçek Yağı ve Beta Ziraat Tesislerini mutlaka görmüşlerdir. Doğrusu biz de hayranlıkla izleyip geçmiş fakat ziyaret imkânı bulamamıştık. Geçen hafta tertip edilen program vesilesiyle gazeteci arkadaşlarımızla birlikte bu muhteşem tesisleri görme imkânı bulduk.

Tohumdan söz açılmışken; Ak Parti hükümetinin ilk kabinesinde Tarım Bakanı olarak görev alan Konya Milletvekili Prof. Dr. Sami Güçlü, bulunduğumuz birkaç sohbetinde üzerine basa basa Türkiye’nin milli tohumunu üretmesi gerektiğini ve Konya ovasının mümbit topraklarında bunu yapacaklarını söylemişti. Kanaatimiz odur ki Sayın Güçlü’nün bu projesinden, dünya tohum piyasasını elinde tutan “dış mihraklar!” rahatsız olmuştu. Altını oymak için de gerekeni yaptılar.

Beta Ziraat ünitelerinde genetiğine müdahale edilmemiş, ata tohum da denilen tür tohumlar elde edilerek tarıma kazandırıldığını görmek mutluluk vericiydi. Bir Konya Şeker kuruluşu olarak sadece şekere yönelik ürünlerle sınırlı kalınmaması Türkiye’nin büyük kazancıdır.

Beta Ziraat A.Ş. Direktörü Gökhan Altay şeker pancarıyla birlikte sebze ve hububat tohumları üzerine çalıştıklarını söylerken, stok durumu sorulunca “Türkiye’de başka tohum kalmasa bizim depolarımızda şu an bir yıl yetecek kadar vardır” diyerek cevap verdi. Bu güve vericiydi.

Ham yağ Fabrikası Direktörü Niyazi Arslantaş’ta günlük 500 ton ayçekirdeği kırma kapasiteli tesislerde ham Ayçiçek ve kanola yağının yanı sıra, ayçiçek tohumu toz ve pelet küspesiyle kanola tohumu küspesi üreterek hayvancılığa da katkı verdiklerini söyledi.

Torku Ham Yağ Tesisleri yapılmadan önce Konya’da Ayçiçek üretiminin yıllık 35-40 ton civarında olduğunu, tesisler devreye girdikten itibaren bu rakamın kademeli olarak artarak 350 bin tona ulaştığını ve Konya’nın Tekirdağ’ın ardından ikinci sırayı aldığını söylerken çok keyifliydi. Zira Konya çiftçisi hububat ve şeker pancarından sonra yeni bir ürüne kavuşmuştu.

Konya Şeker ve onun piyasaya sunduğu markalar Konya’nın göz bebeğidir. Kaliteyi prensip edinmesi de takdire şayandır. Ve fakat ekonominin daraldığı bugünlerde halkın ekonomik ürün beklentisini de ifade etmemiz lâzımdır. Halkın Torku’dan “gerekirse alt markalar da üreterek” düşük gelir seviyesindeki insanların ekonomisine katkıda bulunması beklentisi bize iletilen bir talepti. Bu vesile ile paylaşmış olalım.

**

CHP PARTİ Mİ TİYATRO KULÜBÜ MÜ?

Cumhuriyet Halk Partisi hükümete yönelik eleştirilerine halkı da ortak etmeye çalışıyor ama bunun için sokaklara inmek yerine ısrarla “tiyatro kabiliyeti yüksek” kendi adamlarına rol veriyor. Covid 19 aşısıyla ilgili olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye canını acıtarak aşı yaptığı için dövüldüğü iddia edilen Gülnaz Şırınga hadisesi zihinlerde tazeyken bir hanımefendinin yokluktan, yoksulluktan dem vuran, torununa süt alamadığı için hükümete feveran eden videosu yayınlanmıştı. Daha sonra de yoksul teyze görünümlü bu hanımefendinin pahalı içki şişeleriyle donanmış sofrada fotoğrafları ortaya dökülmüştü. Bir önceki versiyonda da Halkalı’dan Çin’e gitmek üzere uğurlanan ihracat treninin geri döndüğü iddiası haberci bir hanım tarafından dile getirilmişti ki, iddianın aksine tren her istasyondan görüntü paylaşarak yolculuğunu tamamladı. Daha eskilere gidersek milletvekili Mustafa Baybal’ın karşısında bin bir türlü mimikle hükümete eleştiri CHP’ye destek beyanında bulunan sözde başörtülü hanımla karşılaşırız ki, hiç de iyi bir aktörlük değildi. Daha gerilerde müftü karısı olduğuna vurgu yaparak AK Partiye demediğini bırakmayan öz CHP’li hanımefendi örneği de vardır.

Geçen hafta da Konyalı bir grup esnafın Covid 19 kısıtlanmalarına tepki göstermek için valilik önünde toplandığı haberleri yaygın medyanın gündeminde yer aldı. Fakat bunun da basit bir tiyatro çalışması olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Meğer hükümet meydanında sözde esnaf grubu adına konuşma yapan kişi 2014 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği için 11 ay 20 gün hapisle cezalandırılan CHP Gençlik Kolları Üyesi Mehmet Emin Altunses olduğu anlaşıldı. Gerçek ortaya çıkınca sosyal platformlarda “CHP’liler esnaf olamaz mı?” gibi savunmalar yapılmaya çalışıldı ama değildi işte; sözde eylemin sözcüsü Altunses esnaf değildi.

Ve fakat evet esnaflarda bir yılgınlık söz konusudur. Bir yılı aşan kısıtlamalardan sonra İstanbul, Ankara, İzmir gibi nüfus zengini şehirlere oranla daha fazla kısıtlamaya maruz kalmak sadece Konya’da değil, başka küçük şehirlerde de kafa karışıklığına yol açıyor olmalıdır. CHP var olan bir gerçeği ifade etmek için dahi, halkın kapısını çalmayıp esnaf dublörü kullanıyor ya, işte bütün mesele bu. Siyasi parti değil de sanki tiyatro kulübü.