Harzem İmparatorluğu zamanının en zengin dünya ülkesiydi. Bugünkü İran, Pakistan, Afganistan ve Orta Asya'nın büyük bir bölümü bu imparatorluğun sınırları içindeydi. Alâeddin Muhammed Şah bu büyüklüğün çeşitli sorunları da beraberinde getireceğini biliyordu.  

Ülkenin en büyük gelir kaynağı İpek Yolu idi. Çin, Hindistan, Ortadoğu, Doğu Rusya ve hatta Batı Avrupa'dan tüccarlar ticaret merkezleri olan Merv, Buhara ve Semerkant’ta bir araya geliyordu. Semerkant’ın nüfusunun yarım milyondan daha fazla olduğu söyleniyordu. Harzem İmparatorluğu’nun tümü zırhlı ve tam donanımlı beş yüz bin askeri vardı. Hiçbir devlet Harzem İmparatorluğu’nu kızdırmaya cesaret edemiyordu. 

Ancak Şah son yıllarda çok kötü haberler almaya başlamıştı. Pek ciddi bir şey değildi ama yine de can sıkıcıydı. Sinek küçüktür ama mide bulandırır derler ya! Üç bin kilometre kadar doğuda yeni bir güç doğuyordu. Bu büyük devlet ne oldukları belli olmayan çadırlarda yaşayan, göçebe bir devletti. Bu bozkırlılar, 1206 yılında adı “Hanların Han’ı ya da “Savaşın Kusursuz İmparatoru” anlamına gelen Cengiz Han'ın yönetimi altında toplanmıştı. Cengiz Han Çin Seddi'nin ardına geçmeyi başarmış ve kuzeydeki Çin şehirlerini de ele geçirmişti.  Yine bir Tatar hükümdarı olan Kuşluk, Harzem İmparatorluğu'na komşu olan Karakıtay'da (bugünkü batı Çin) bu yeni kağana karşı isyan etme cesaretini gösterdi. Bütün büyük hükümdarların yapacağı gibi Harzem Şahı’da bu isyana gizliden gizliye destek vermesine rağmen Cengiz Han bu isyanı kolayca bastırdı.

Ama buna rağmen Harzem ve Moğollar arasındaki ticaret her zamanki gibi devam etti. Dünyanın her yanından Harzem’e kervanlar geliyor, vergilerini ödüyorlar ve şehirlerdeki öteki tüccarlarla alışveriş yapıyorlardı. Bu yeni hükümdarın elçileri de zaman zaman Şah’a gelir, dostluk belirtisi olarak ufak tefek hediyeler verirdi. Karşılığında da aynı şekilde hediyeler giderdi. Ama bu rağmen yine de rahatsız edici bir şeyler olmaya başlamıştı.  Bu defa bozkırlı Moğollar da kervanlarla gelmeye başlamıştı. Kendilerine tüccar diyorlardı ancak sadece Çin’den bozulmuş artık şeyler getiriyorlardı. Şah’ın casusları durumun farkındaydı ve hiç hoşlarına gitmiyordu. Bu tüccarların aslında casuslar olduğu ve surların ne kadar güçlü olduğuyla ilgili notlar aldıkları, askerlerin nerelerde durdukları ve surların üzerinde ne kadar mancınık yer aldığı gibi bilgileri ele geçirdikleri ortaya çıktı. Bu üçüncü sınıf bozkırlıların gönderdikleri casuslar yakalanıp, mallarına el kondu ve apar topar dışarı atıldı. Bu davranış bozkırlılar için iyi bir uyarı olmuştu.  

Birkaç ay geçtikten sonra Şah, Cengiz Han’nın elçilerine karşı sert davranarak Cengiz Han’a bir gözdağı vermeye karar verdi. Çünkü Cengiz Han binlerce kilometre uzaktaydı ve Çin ile olan savaşlarına dalmıştı. Casusların gönderilmesine ve elçilerine yapılacak hakarete tepki gösterecek olsa bile ordularını Sibirya’nın geniş bozkırlarından geçirip ulaşması en az altı ay alırdı. Harzem İmparatorluğu’nun sınırına geldiğinde ise karşısında beş yüz bin Harzem askerini bulacaktı. Öylece mide bulandıran sinek öldürülmüş, Şah’ın ünü dünyaya bir kez daha yayılmış olacaktı.  

Cengiz Han'ın elçileri Şah’a ulaştı. Dilleri ve tarzları İslam dünyasının elçilerinin dilleri kadar kibar değildi. Ama Cengiz, iyi niyetle Harzem İmparatorluğu’nun tüccarlarının kendi ülkesinde ticaret yapmasına izin verirken, kendi ülkesinin tüccarları Harzem şehirlerinde soyulup dışarı atılıyordu. Özür dilenmeli, tüccarların zararları karşılanmalı ve Moğol kervanına kötü davranan sorumlular cezalandırılmalıydı.  

Cengiz Han’ın bu isteği Şah’ın pek hoşuna gitmedi. Cengiz Han’a bir ders vermenin tam zamanıydı ve Şah Muhammed'in bu dersi vermek için harika bir fikri vardı. Elçi olarak gelen Moğolların sakalları Şah ve yanındakilerin huzurunda yakıldı. Sakallar yanarken bayağı nahoş bir görüntünün ve aynı zamanda kokunun oluştuğu kesindir. Bazı kaynaklara göre ise sakalı yakıldıktan sonra Moğol elçisi öyle özensiz tıraş edilmiş ki az daha kafası kopuyormuş. Şahın uyguladığı taktik ise Cengiz'i öfkelendirecek kadar aşağılayıcıydı. Elçiler acı ve aşağılanma içinde çığlık atarken Şah ve beraberindekiler katıla katıla gülmüştü. Ardından da elçiler kapı dışarı edilmişlerdi.  Aslında Şah’ın uyguladığı taktik Cengiz'i delirtecek kadar aşağılayıcıydı.

Nihayet savaş rüzgârları esmeye başladı... 

“Sen hem Moğol elçilerinin sakallarını yak, hem de bunun cezasız kalacağını düşün.” Cengiz Han 1219'da yüz binden biraz daha fazla askerle Harzem İmparatorluğu'nun kalbine doğru büyük bir hızla ilerledi. Birkaç ay içinde Şah’ın ordusu yenilmekle kalmadı, resmen telef edildi. Sonraki yıl, o muhteşem şehir Semerkant düştü, tüm nüfus kılıçtan geçirildi. Şah’a Moğolların kendisi için bir “av partisi” düzenlediği haberi geldi. İki tümen özel eğitimli asker Şah’ı öldürüp Cengiz’e kafasını getirmek için harekete geçmişti.  

Panik halin olan Şah kaçtı. Peşinde de Moğol komutanı Subutay yönetiminde yirmi bin asker vardı. Takip üç bin kilometre kadar sürdü. Sonunda Hazar Denizi'nde bir adaya kaçtı ve korkudan saçı sakalı beyazlamış şekilde öldüğü söylendi. Bazı tarihçiler Harzem İmparatorluğu’nu yıkan savaşın tarihin en ağır savaşı olduğunu söyler. Nüfusun büyük bir bölümü maalesef kılıçtan geçirilmiş, bütün şehirler dümdüz edilmişti. Sonuçta İslam'ın akademik kalbi artık atmayacaktı.  

Cengiz, giriştiği savaşta Şah’ın ordularının peşinden koşarken Hint Okyanusu kıyılarına kadar ulaştı. Subutay batıdaki ve kuzeydeki bilinmeyen ülkelere keşfe çıkmak için izin istedi. 1233 yılında geri çağrılana kadar Kafkasları geçecek, Rusya'nın verimli kara topraklarına ulaşacak ve en sonunda Dinyeper nehrinde duracaktı. Bu hâkimiyet niyetli keşif elli yıl sonra Moğolların Rusya ve Doğu Avrupa’yı ele geçirmeye çalışmaları için uygun duruma getirilmişti.  Şah, birkaç sakal yakmanın cezasını tüm bir kıtanın yakılıp yıkılmasıyla ödedi.

Boşuna dememişler elçiye zeval olmaz diye.  Harzemliler tarafından; Cengiz Han’ın elçilerine yapılan hakaret devleti bitirdi.”