Evet! Cenab-ı Hak değil ama, biz inanan kulları ayırım yapmaktayız. Hem de öylesine ayırım yapmaktayız ki; telâfisi imkansız düşmanlıklara kendi ellerimizle zemin hazırlamaktayız!..
Bu tehlikeli akıma, dur denecek yerde, bilhassa üstüne, üstüne gitmekte, bir kesimi veya bir kavimi mutlu kılayım derken; diğer kavimleri asla düşünmeden dilediğimizce hareket etmekteyiz!...
Böylesi bir ortamda, aynı ülkenin vatandaşları olunması hemen hiçbir şekilde kıymet ifade etmemektedir. Önceki makalemi bu konuya ayırmış ve açıklıkla, meselenin görünmez taraflarını siz değerli okuyucularımın görüş ve değerlendirmelerine sunmuştum!..
Irki ve Dini farklılıklar bahsinde azınlıkta kalan kavimler hiçbir şekilde söz sahibi olamaz ve zaten olamamıştır da! Bir imparatorluk toprakları içinde yaşayan ve fakat, azınlık teşkil eden ekole mensup kavimler, hemen her daim bir menfi olay beklercesine tedirgin yaşar ve öyle de gider. Çünkü, onun yarınları meçhuldur! Ne ile karşılaşır, ne gibi menfi olaylarda başrol üstlenir, bilmez, bilemez?...
İşte bendeniz böylesi bir Kavimin (Ermeni) mensubuyum. Vatanımı, Ay-Yıldızlı Bayrağımı en az canım kadar sevmişim ve sevmekte devam etmekteyim. Ancak, sıra yurtdaşlarıma gelince, aynı duygularla sevdiğimi asla söyleyemem! Çünkü, yalan söylemiş olurum!..
Bu hususta açıklıkla şunu söyleyebilirim; (Muhatabım olan kavim, beni ne derece sevse, ne derece saysa, o ölçüde sever ve sayarım!..) Yoksa; benden sadece kendilerini sevmemi ve bu duygularla vatana hizmet etmemi isteyen bir zihniyeti ne sever ve ne de hizmet sunarım!..
Nihâl Atsız, Ziya Gökalp, Tekin Alp gibi; “Türk ırkını” en üstün kavim ve diğer kavimlerin efendisi olduğunu iddia eden, zihniyetlerle hiçbir zaman işim olmadı ve de olamaz!...
Kaldı ki; olsun Gökalp ve olsun Tekin Alp, saf kan Türk değillerdir!... Yanî, kan itibariyle bendeniz ne derece Türk isem, onlar da o derece Türk’dürler!..
Cihanın en büyük milleti olmak ve cihan milletlerinin efendisi olarak varlığını sürdürmek istemi, hemen her milletin içten, içe hayal ettiği bir fantezi olmaktan ileri gitmez ve de gidemez!...
Ancak şu var ki, bu hayal dünyasında devamlı olarak yaşayan ve bir türlü kendisini bu girdaptan kurtaramayanlar, bizler gibi azınlık teşkil eden kavimlerdir. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü onu devamlı bu düşüncenin kucağına iten, ülke’nin sahipleri konumundaki unsurlardır. Yanî, bizim ülkemizde bu yanlışa muhatap olan “Kürt Kavimi” olmaktadır.
Şöyle ki; Türk insanı, ülkesindeki diğer kavimlerin de bu ülkenin insanı, bu ülkenin vatandaşı olduğunu bir türlü bilmek istememektedir!.. Hiç mi hiç, aklına getirmemektedir ki, bu mukaddes topraklar Türkler tarafından fethedildiği zaman, mezkur kavimler zaten bu topraklarda yaşamaktaydı. Yânî, Anadolu fethedildiğinde, Türk Milleti, bu talihsiz insanları da devralmıştı.
Konstantiniyye’yi feth eden Sultan II. Mehmed Hân, bütün bu hususları bir, bir düşünmüş ve ona göre bir sistem uygulamıştı: (Her kavim, kendi din ve ibadetinde serbestir. Dün Bizanslıydı, bugün ise Osmanlı’dır. Sizler de benim evlâtlarımsınız.) buyurmuşlardı.
Mezkur sistem takriben (1700’lere kadar) gayet kusursuz varlığını sürdürmüştü. Ama daha sonra, işin şekli değişti ve günümüzdeki karmaşık duruma kadar gelindi!...
Musevi kavminin kendine has sistemleriyle bütün cihanı yek diğerine düşman belliyen ülkelerle çevrili bir labirente çevirdiğinden bu yana, umum insanlığın çekmediği çile kalmamış ve tarih boyunca gelişen yeni, yeni vak’alar dünyamızı iki dehşetengiz Cihan Harbine, bölgesel savaşlara, milletler arası terör hareketlerine vs. muhatap etmiş ve hâlâ etmekte berdevamdır...
Umum insanlığı; “bakar kör” hâline getirmiş olan “Siyonist dünyası” şu an “Gazze Operasyonu” ile meşgul olmakta, binlerce Filistinli’nin ölebilmesi onun hiç umurunda olmamakta üç günlük saldırıda öldürülen: 323 çocuk, 89’u bulan Filistinli’nin sayısı 100’e yükselmiş “500”ün üstünde de yaralının olduğunu da ayrıca kayıtlara geçmiştir.
Mübarek oruç ayı olmasına rağmen, İslâm ülkesine saldırabilen Siyonist Ordusu, en çok daha evvelki saldırıları gibi; “bir iki nasihatten sonra” umum insanlığa unutturulacaktır...
Hal böyle iken, bizdeki hassas milliyetçiler: “Avrupa’da çocuklarımıza “Haç” takıldığı” endişesiyle, milletimizi uyarmaya çalışmaktadır!... Avrupa bir Hıristiyan dünyasıdır ve bu dünyada, böylesi olayların zuhur etmesi, elbette ki, tabiidir.
Kaldı ki, olsun ABD’de ve olsun Avrupa kıtasında sözde Hıristiyan Dininden olan bir çok sapık mezhepler söz konusudur. Dolayısıyla meselenin bu yönü ele alınmadan, doğrudan Hıristiyan alemini itham etmeye kalkışmak, hem yersiz ve hem de mantıksız bir harekettir!..
Bendeniz bir Hıristiyan çocuğuyum, “Haç”a saygım vardır. Zira, Hz.İsa (AS) Efendimiz mezkûr sehpa üzerinde çarmıha gerilmiş olduğundan, biz Hıristiyanların bu sehpayı sembol almış olmaları tabiidir.
Gerçi önceki yazımı bu konuya ayırmış ve gerekli noktalara temas etmiştim. Ancak, aşırı şekilde rahatsız olduğumdan tekrar aynı konuya temas etmemin yerinde bir davranış olacağı inancı ile hareket ettim. Belki, yanılmaktayım ama, yine de yazmaktan kendimi alamadım ve şöyle düşündüm; biz sesimizi duyurmasak, kimse bizim ne durumda olduğumuzu bilemez!...
Saygıdeğer Okuyucularım! Takriben (5. Yaşımdan) beridir ki, her daim şu duyguyu taşıdım: “Bizler yabancıyız”. Bizler; kısmi vatandaşız. Tek kelime ile vatandaş olarak esamemiz dahi okunmaz!..
Bu durum bende vatani göreve çağrıldığım (1954) yılına kadar sürmüştür. Deniz eri olabilmek için 3 yıllık vatan hizmetini seve, seve kabullendim. Benim asker olduğum tarihte: Kara askerliği 24 ay, Jandarma 30 ay, Bahriye ise 36 aydı. Ben 36 ayı tercih ettim zira, Bahriyeli olmak başlıca arzumdu. Nitekim, oldum da ve de iyiki olmuşum. Zira, üssü Bahriye’de Türk Askeri’nin bizleri hiç de hor görmediğini bu mukaddes ocakta bizzat öğrenebilme imkânına kavuştum.
1957’de tehris olduktan sonra ise esas mesleğim olan “Peyzaj Ressamlığı”na döndüm. Döndüm ancak, içimi kemiren bir başka duygu vardı. Şu; gâvur, Türk düşmanı, Ermeni dölü, vs. gibi hiç de layık olmadığımız bir takım nahoş yakıştırmalarından kurtulabilmemizi sağlayacak bir çare bulmam lâzımdı. Çünkü, kendimi artık yabancı hissetmiyor, hakkımızı aramamızın en doğru hareket olacağına inanıyordum. Lafı uzatmaya lüzum yoktu; İlk gazeteci, bilahare de “Araştırmacı Yazar” olarak basın hayatına atıldım ki, hâlâ aynı meslekte mücadele vermekteyim. Mücadele diyorum zira, hâlâ bizler, vatanımız Türkiye’de asli vatandaş sayılmamaktayız. Sayılmamaktayız diyorum zira, TBMM’de hâlâ tek bir Milletvekilimiz dahi yoktur.
Bana göre; Türkiye’yi idare edenler bizleri hiçbir zaman ciddiyetle tetkik etmiş, nelere ihtiyacımız olduğunu öğrenmeye gayret etmiş değildir. Şayet öyle olsaydı bugün benim bu satırları yazmama lüzum kalmaz, bir ressam olarak hayatımı sürdürür giderdim.
Ama öyle olmadı ve bendeniz yazarlık hayatına bir türlü veda ederek, resim dünyasına dönemedim. Dönemedim çünkü, hâlâ “Hilâl ve Salip” mücadelesi devam ettirilmektedir...
Biz, Türkiye Ermenileri ise bu çekişmenin merkezini teşkil eden bir talihsiz azınlık olarak, çile doldurup durmaktayız!...
Çocukluğumdan beri her daim “Hilâl-Sâlip” mücadelesine şahit olmuşumdur ve her daim merak etmişimdir: Her iki cenah niçin her daim yekdiğeriyle uğraşıp dururlarken; “Magen-David” hiç mi hiç akıllarına takılmaz?!..
Bunun bu derece karmaşık görünmesinin başlıca sebebi her iki cenahın da bazı beynelmilel kuruluşların ellerinde adeta oyuncak durumunda oluşlarından ileri gelmektedir. Bu uğursuz durumun altında ise maddi tezgâhların, el altından tahminlerin fefkinde hâkimiyet kurmuş olmalarıdır.
Ve bütün böylesi meseleler, hem de dünya ülkelerinin kaderleriyle alakalı onca konu var iken, bir hazret kalkmış; “Kız çocuklarına Haç takıldığından” söz ederek, mübarek Ramazan’ın girişinde, Türkiye Müslümanlarını “Haçlılara” karşı, düşmanlık hisleriyle doldurmanın bir başka vizyonundan başka hiçbir şey değildir. Çünkü, biz bu filmi yıllarca seyrettik ve de artık gına getirdik!...
ABD’nin veya Avrupa’nın günümüzdeki kanunlarından istifade ile bir takım kuruluşların illegal hareketlerinden kimse sorumlu tutulamaz!..
Geçen yazımda temas etmiştim ancak, tekrarında fayda görmekteyim; Müslüman Türklerin, “Haç”la falan bir problemleri yoktur. Hal böyle iken ister istemez bizi düşündüren tek bir husus kalmaktadır. Yoksa Müslüman Türk görünümünde bazı klikler el altından başka, başka tezgâhlar mı kurmaktalar?..
Dahası, “Hıristiyanlık” propagandası yapılması için “Haç” sembolünü kullanmaya hiç de lüzum yoktur. Zira, Amerikalılaşmak zaten yeni nesillerimizin adeta bir moda gibi benimsemiş oldukları yıllar olmuştur!..
Bütün dünyada “Demokrasi” adına muhtelif dolaplar çevrilen bir dönem içinde yaşamaktayız, hâl böyle iken; “Küçük kızlarımıza Haç taktırıyorlar” diye feryad etmenin manâsı ne ola ki?... Avrupa’nın muhtelif okullarında öğrenim gören binlerce çocuğumuz var. Peki bunlar ne öğrenimi görmekteler? Dahası, ülkemizde halihazırda varlıklarını sürdüren “Amerikan Kolejleri” ki, yakın tarihimizde “Türk düşmanı Ermeni genci” yetiştirmekte üzerine yoktu. Acaba günümüzde nasıl bir öğrenim sunmaktadır?... Hatırlanacağı gibi; çift nüfus cüzdanı taşıyan büyüklerimiz vardı. Onların bu durumu, “Haç” peşinde koşanları acaba hiç ilgilendirmedi mi?...
“Türk-İsrail” ilişkileri hakkında açık bilgi edinmek isteyenler: “12 Temmuz 2014 Cumartesi” tarihli “Haber Türk Gazetesi”nde yer alan, Sayın Fatih Altaylı’nın Teke-tek adlı köşesinde: “GAZZE Mİ DEDİNİZ!” başlıklı makalesini okusunlar. Bilhassa o “HAÇ”la uğraşan Bey okusunlar!...
Şanlı-Urfa’nın Siverek İlçesi’nde bir esnaf, Ramazan’da bazı vatandaşların rahatsız olduğunu ileri sürerek parktaki “Su taşıyan kız” heykelini; başına eşarp, beline de şal bağlamış. Bakınız: “12 Temmuz 20104 Cumartesi tarihli Haber-Türk Gazetesi.”
Düşünün; su taşıyan bir kız heykelciği, tahrik unsuru olarak(!) değerlendirilmiş ve böylece sözde giydirilmiş!... İslâm’ın, daha doğrusu İslâm dininin böylesi basitliklere âlet edilmeye kalkışılması, cidden bendenizi dahi rahatsız etmiş ve üzmüştür!...
Evet! Bendeniz Hıristiyan’ım ve “Haç” benim inancımın mukaddes bir sembolüdür. Ancak böylesi durumlarda hem üzülmekte ve hem de rahatsız olmaktayım. Zira: Bizler Şark Hıristiyanlarıyız: (Bir kulağımızda Çan sesi varsa, diğer kulağımızda da Ezan sesi bizleri ibadete davet etmektedirler.)
Aziz Türk Milleti’nin 21’inci asırda böylesi konulara istemeden muhatap olması ise, ayrıca beni üzmektedir!.. Biz, Türkiye Ermenileri’nin üç kişiliği vardır: “Kilise’de Ermeni, sokakta vatandaş ve arkadaşlar arasında Türk.” Bu üçlü yaşantıyı ömür boyu sürmek mecburiyetindeyiz. Zira şayet aksini uygularsak; bir parazit olmaktan ileri gidemeyiz!..
Bir hususu iyice bellememiz lâzımdır ki, o da şudur: Türkiye Cihan tarihine damgasını basabilmiş muhteşem bir imparatorluğun devamıdır. Dünlerde cümlemiz Osmanlıydık. Bugün ise; yeni bir kimlikle Devletler sosyetesinde varlığını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak gösteren yeni bir Türk Devleti’nin halkları veya halkı değil; topyekün Milletiyiz! Bu durumu orasından, burasından çekiştirerek, diğer kavimleri dışlamaya kattiyen hakkımız yoktur.
Şayet bu gerçeği kabullenmeyip, karşı çıkarak; “Türkiye’de yalnız Türk yaşar” mantığı ile hareket edecek olursak; Dünya Türklüğü’nün son güvencesi ve son kalesi konumundaki Türkiyemizi yitirebilme ihtimalinin var olduğunu bilmemiz lâzımdır.
Bir kısır döngü içinde kendisine yeni bir yol aramaya kalkan Türkiye idarecileri; “İktidar ve Muhalefet” yekdiğerini yemeye çalışacak yerde, ilk “iç barışı” sağlayabilecek bir formül bulsalar, Türk Milletine en büyük iyiliği yapmış olacaklardır.
Cumhurbaşkanlığı makamını elde edebilmek için, birbirlerini adeta yok etmeye kalkışanlar, Türk Milletini hâlâ anlamış ve onun istediğini dikkatlere almış değillerdir.
Bu duruma göre Sayın Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, bana göre kuvvetle mümkündür. Çünkü, Türk Milleti her zamanki gibi dikkate alınmamış ve ikinci plana itilmiştir. Dolayısıyla Sayın Tayyip Erdoğan’ın şansı diğerlerinden üstün görülmektedir. Zira, muhalefet partilerinin tutarsız hareketleri milletin bir bütün olarak, kendilerinden uzaklaşmış olduğu ve bu sebeple, Sayın Tayyip’i tercih etme ihtimali kuvvetlidir.
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalemde buluşabilmek dileğimle cümlenize sıhhatli ve mutlu yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.