DEĞERLİ OKUYUCULARIMA ZARURİ AÇIKLAMA! 

Saygıdeğer Okuyucularım! 

Cümle âlinizin bildiği gibi, uzun zamandır sizlerden uzak kalmaktaydım ve tabii ki, bu bir mecburiyetin meydana getirdiği bir zaruretti. Zaruret diyorum, zira mecburiyeti aşan bir durumdu. 

Gerçi şu an dahi aynı ortam içinde yaşamaktayım. Ancak, sizlerden hayli zaman uzak kalmam, bendenizi umutsuzluğa daha ziyade itmeye başlayınca, yanlışımı nihayet görebildim. Yanlışım şuydu: “Yazı hayatında hayli okuyucu elde edebilmiş Muharrirlerin, kendi dilediği gibi yaşamaya hakkı yoktur. Zira, kendisiyle adeta kaynaşmış okuyucularını kendi hallerine bırakmaya hemen hiçbir Yazarın hakkı yoktur. 

Tek kelime ile; Nevii her ne olursa olsun, yazarların kendi özel hayatları yoktur ve zaten olamaz da. Zira, onlar topluma mal olmuş kimselerdir. Yani özel hayatları yoktur. 

Saygıdeğer Okuyucularım! Bendeniz talihli olan kalemlerdenim ki, olsun Gazetem ve olsun bağlı bulunduğum Yayınevim durumumu hoş karşılayıp, naçiz kalemimi susturmadılar. 

Evet bu yaşlı ve yorgun kalem, böylece yeniden sizlere kavuşabildi. Her zamanki gibi, köşe yazılarımı, günün aktüalitesine göre değil, yüce Tarihimizle olan bağlantısını esas alarak sizlere yazılarımı sunmaktaydım ve yine aynı sitemimi devam ettirmeye çalışacağım. 

CEMİYET-İ AKVAM’DAN, B.M. TEŞKİLÂTI’NA

İNSANOĞLU’NUN HARCANAN YILLARI!...

Saygıdeğer okuyucularım! Hastalık dolayısıyla uzun bir zaman birbirimizden uzak kaldık. Daha doğrusu; hiç istemediğim halde, değerli ve sevgili Gazetem “Önce Vatan”dan uzak kalmaya mecbur olmuştum. Çok şükür ki, tekrar Gazeteme ve sizlere kavuşabilmek nasip oldu. 

Yeni dönemdeki ilk makalem, Cemiyet-i Akvam ile alakalı olmasıyla, bayat bir haberi, değerlendirmem, sizlere garip gelebilir!... Ancak, tarihimizde yer almış bir çok hayati meselemiz gibi bu konumuz da tüm canlılığı ile varlığını devam ettirmektedir. Çünkü, onun kimliği ve icraatları üzerinde hassasiyetle durmak lüzumu hissedilmemiştir. İşte biz, “Tarih Araştırmacıların” asıl görevi de bu noktada hayat bulmaktadır. Zira, tarih boyunca tüm yanlışlarımızın temelinde bu gibi unsurlar yatmaktadır!.. Onları elden geldiğince ayıklayıp, Aziz Milletimize bakir olanı sunmak ise, biz naçiz Araştırmacılara kalmaktadır ve zaten bizlerin Vatana ve Milletimize olan hizmetlerimiz de bu noktada varlık göstermektedir. 

Hürmet ve saygılarımla huzurlu ve mutlu yarınlar dilerken, böylesi makaleleri iyi değerlendirmeniz icap ettiğini de hatırlatmayı, millî bir borç bilmekteyim efendim. 

İstanbul’da buluşan “Dünya Liderleri”ne seslenen Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan özetle: “Dünyamızın mukadderatı, beş büyük ellerde görülmektedir. Ancak, dünya 5’ten büyüktür. “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Reform şart.” nevinden tenkitlerini, açıklıkla sunmuştur. 

İstanbul’da uygulanan, Birleşmiş Milletler tarihinde “İnsani Yardım Zirvesi”ne ilk kez katılması ve Genel Sekreteri’nin hazır bulunması ve 60. Ülke Liderleri’nin zirveye iştiraki vs. Bütün bunlar elbette ki, tarihi birer değer taşır. Ancak bizce en önemlisi saygıdeğer Cumhurbaşkanımızın, gayet manidar ve düşündürücü tenkitleri bir yana, tabiri caizse, Birleşmiş Milletleri ikazlarıdır. 

Bu zirve toplantısı ne sebeple düzenlenmiştir? Şu sebeple: “130 milyon insana yardım”. Hangi kanalla; 60. Ülke devletleri tarafından. Merkez; “BM. Teşkilâtı, İnsani Yardım Kolu.” 

Türkiye ikazla sesleniyor: “KAPILARINIZI MÜLTECİLERE AÇIN!” olumlu cevap verilir mi, verilmez mi? Bütün bunlar bir tarafa. Mezkur zirvenin ev sahibi sıfatıyla Cumhurbaşkanımızın verdikleri tarihi mesaj, bütün Milletleri, daha doğrusu, Dünyayı tekellerine almış görünen, Emperyalist Devletleri derinden düşündürmelidir!... 

BM. Teşkilatı’nın temelini teşkil eden “Cemiyet-i Akvam”ın kuruluşundan günümüze takriben (96 sene) geçmiş. Yani, dört yıl sonra bir asır tamamlamış olacak: (28 Nisan 1919’da onaylanmış; 10 Ocak 1920’de resmiyet kazanmıştır.) 

Mevzubahis yıllar içinde, müttefik veya günümüz tabiriyle daha elverişli sayılan, “Dost Ülke” ve fakat aslında “Uydu Devlet” konumunda ülkelere itibar eden Emperyalistler; aslında, Cemiyet-i Akvam’ın kurucuları değil de nedir?... 

Takriben yüz yıla yakın muazzam bir zaman diliminde, Adem Oğlu’nun nahak yere harcanan yılları, telâfisi imkânsız bir kayıp değil de nedir?.. 

Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız, işte böylesi ağır bir yaraya parmak basmıştır. Bilmem bunun farkında mıyız?... Hiç sanmıyorum. Zira, şayet farkında olsak; bir takım yakıştırmalarla devamlı şekilde veryansın etmeyiz!... 

Hep düşünürüm; acaba muhalefette olanların, İktidar mensuplarını, bizler kadar her daim yerden yere vurmaya çalışan başka ülkeler var mıdır?... 

Ve hep aynı cevabı buluyorum; “Muhakkak ki vardır. Şayet olmasaydı, taklitçiliğe bayılan bizler, bu noktalara kadar gelmezdik!...” 

Ya Fransa’nın o meşhur, “Büyük İhtilâli”ni taklit etmeye kalksaydık!.. Neyse ki, öyle bir sakatlık olmamış!... 

Olmamış ama; “Nürenberg-1946”yı taklitten de geri kalınmamıştır!... 

Bizler kendi öz tarihimizi, siyasilerimizin; kendi menfaatler günün icaplarına uygun hâle sokulmasına, cümlemiz sessiz kalmış ve böylece asıl unsur gözlerden uzak tutulabilmiştir. 

Bu hususta bizlere ders olabilecek biri Kanuni ile alakalı, ikinci ise, Kösem Sultan’la ilgili TV dizisi mevcuttur: (MUHTEŞEM YÜZYIL – KÖSEM) Her ikisinde de; Kadının fettanlığı, saray entrikalarındaki mahir cambazlıkları vs. işlenerek böylece, kadınlarımızın Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, son derece hayati rol oynamış oldukları işlenmiştir. Bu doğru mudur? Kısmen doğrudur, bir bütün olarak değil. Şöyle ki; 

Kösem Sultan gibi zeki ve fettan kadınların, Saray entrikalarında birinci derecede söz sahibi olabilmelerini sağlayan; “Osmanlı’yı yoklara göndermeye çalışan” bazı gizli güçlerin gayet mahir uyguladıkları entrikalar olmuştur. Bunun böyle olduğunu net şeklide belirleyen ciddi kaynaklar mevcuttur. 

BM. Teşkilâtı Merkezi Binası’nın, New-York’ta ve de dünya’nın en nüfuslu şahıslarından Rockefeller’e ait bir muhteşem kompleks’te hayat bulduğunu, acaba hatırlatmaya lüzum var mı?...

Osmanlı Topraklarındaki hemen her gayr-ı meşru hareketin altında “Ermeni adının” görülüp okunması; O malûm Emperyalist Devletlerin, pek değerli(!) icraatlarıyla bağlantılıdır.

Siz ona bakın ki, Türkiye idarecileri, herhalde pek kolaylarına gelmektedir ki, asıl müsebbiplerini es geçerek, ülke içinde “bir milyon nüfusu” kalmış ve de yarı aç, yarı tok ancak günü karşılayabilen pek talihsiz Ermenistan halkını şamar oğlanına çevirmektedirler?!... 

Diğer taraftan: “Bir Millet, İki Devlet” sloganı ile Türkiye’yi kendi çıkarlarına bir nevi âlet etmeye çalışan Azerbaycan ise, adeta yangına körükle gitmekte ve böylece o pek güçlü Emperyalist(!) Ermenistan’ı tamamen dize getirmeye çalışmaktadır!... 

İşte, BM Teşkilatı’nın böylesi durumlarda her iki tarafın “hak-hukuk” mevzuatına fiilen müdahale edeceğine, beş malum imzayı esas alarak, üç maymunu oynamaktadır!... 

Görülüyor ki, Cemiyet-i Akvam’dan günümüze geçmiş olan onca yıl, boşa akıp gitmiş ve de hâlâ akıp gitmektedir!... 

Saygıdeğer okuyucularım! 

İnşallah yeni bir makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı Ramazanlar diliyorum efendim. Saygılarımla.