Bu kavram ve mefhumlar bugünlerde kesif bir şekilde tartışılıyor. Evveliyet’le, yukarıdaki kelime’lerin lugat, kavram ve mefhumları üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Câmia, zümre-topluluk, Cemaat, topluluk, kalabalık, ma’nalarını ifade eder. Câmia, Cemaat, Zümre, Topluluk, zaman zaman tîcârî ve sınâ-î topluluklar için kullanıldığı gibi, meselâ, “Koç Topluluğu”, “Sabancı Topluluğu”, bir zât’ın fikir ve görüşleri etrafında toplanan insanlara da Câmia-Cemaat denilebilir. İsmailağa Câmiası, Erenköyü Câmiası, Nur Cemaati ve başkaları...
- Ayrıca, Cami Cemaati, Cum’a Cemaati gibi, herhangi bir zât’ın etrafında olmamakla birlikte, topluca ibâdet edilen yerlerde toplananlara da Câmia da denilebilir, Cemaat de denilebilir. Öte yandan, Camia ve Cemaat mefhumu, Müslümanlara has da değildir; Kilise Cemaati, Havra Cemaati, Hıristiyan Cemaat, Yahûdî Cemaat, Katolik Cemaat, Ortodoks Cemaat gibi de ifâde edilebilir.
- Bugünler’de tartışılan “Cemaat” yukarıda kısaca yaptığımız tahlile göre, lugatçesi i’tibariyle de, kavram ve mefhum i’tibariyle de bu ta’rife girmemektedir. Zirâ, Fethullah Gülen, derin bilgisi olan bir İslâm Âlimi değildir. Ta’kipçileri, taraftarları öyle kabul ediyor olsalar bile, herhangi bir âlimin talebesi olur ve fakat Cemaati ve Câmiası olmaz. Meselâ Bahîr Alimlerimizden, İstanbul eski müftü’lerinden ve emekli Diyânet İşleri Başkan’larımızdan Merhûm, Erzurum’lu, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri’nin, Câmiası ve Cemaati yoktu.
- Fethullah Gülen herhangi bir tasavvuf büyüğü de değildir. Zirâ, bu istikâmette ne kendisinin ve ne de taraftar’larının bir beyanı olmamıştır. Aksine, “Haz.Pîr-i Mugân” diye sık sık sitayişle bahsettiği Üstadı, Said Kürdî, kendisinin tarîkatle alakasının bulunmadığını, devrin de tarikat devri olmadığını risâle’lerinde, sık sık tekrarlamış birisidir.
Bu bakımdan, Fethullah Gülen’in ta’kipçilerine ve taraftarlarına, Cemaat veya Câmia denilemez.
- İBRET, İBRET, İBRET!...
Medine’de, Haz.Peygamber ve ashabı, Bedr-i Evvel (birinci Bedir) veya Bedr-i Sağîr (Küçük Bedir)’den sonra, Mekke müşrik’lerinin tehditlerini dikkate alarak Bedir Muharebesi için hazırlıklarını sürdürdükleri bir ortamda; Peygamber’imiz, ashab-ı Güzîn bütün imkân’larını seferber etmiş olmalarına rağmen, görüldü ki, muharebe edebileceklerin sayısı 300 civarında idi. At ve deve sayısı en fazla 20 kadardı. Muhârip’lerin giyebileceği zırh sayısı ise ancak on kadardı.
Buna mukâbil, Mekke müşrik’lerinin sayısı bin’den fazla ve neredeyse tamamına yakını, silahlı at ve develere binmiş vaziyetteydiler. Tamamının da zırhlı oldukları rivâyet edilmektedir.
Sayıca, at ve deve bineği olarak silah ve zırh bakımından da, kat be kat, üstün şirk ordusuna karşı göğüslerini, iman tahta’larını siper etmeye hazırlandıkları sırada, Medine’li müşrik’lerden, Hubeyb bin Yâsef, Kays bin Muharris adındaki iki kişi, miğfer’lerini takmış, zırh’larını giymiş, kılıçlarını kuşanmışlar, atlarının zırh’larını da kuşandırmış olarak, Mescid-i Nebeviye’ye doğru ilerliyorlardı. Yol boyunda, Sa’d bin Muaz radiyallahu anh ile karşılaştılar.
- Sa’d bin Muaz, Hubeyb bin Yâsef’in atının dizginlerinden tuttu ve “Nereye gidiyorsunuz? Yoksa sizler de bizimle birlikte müşrik’lerle yapılacak bir harbe mi iştirak edeceksiniz?” dedi.
- “Evet!” dediler, “Bizler de sizinle birlikte Mekke müşrikleriyle yapılacak bir muharebe’ye katılmak üzere yola çıktık...”
Muaz ile birlikte Mescid-i Nebeviyye’de bulunan Allah’ın Resûlü ile görüşmeye geldiler.
- Resûl-i Ekrem, “Siz kimsiniz?”
- “Bizler Vâlideniz Âmina Hatun tarafından senin akraban, dayızâde’leriniz sayılırız.”
- “Biz, birinin üzerine yürüdüğümüzde aslâ geri dönmeyiz. Ezer geçeriz. Biz, kavmimizle birlikte, ganîmet için sizinle birlikte yola çıktık,” dediler.
Sevgili Peygamber’imiz sallallahu aleyhi ve sellem; Hubeyb bin Yâsef’e,
- “Hubeyb, sen Allah’a ve Resûlüne iman ettin mi?”
- Hubeyb, “Hayır, yâ Muhammed” diye cevaplandırdı.
Bunun üzerine Sevgili Peygamber’imiz,
- “Öyleyse geri dön! Ey Hubeyb...”
- “Biz, müşrik’lere karşı bir müşrik’in yardımını aslâ istemeyiz, kabul etmeyiz,” buyurdu.
Orada bulunanların işitebileceği kadar yükseltilmiş bir seda ile üç kerre, “Biz, müşriklere karşı, bir başka müşrik’in yardımını aslâ istemeyiz, kabul edemeyiz,” buyurdu.
Ve “Dinimizden olmayanlar ne niyetle olursa olsunlar, aslâ bizimle sefer’e çıkamazlar,” buyurdu.
Rivâyet’lere göre, bu iki kişiden birisi olan, Kays bin Muharris Bedir Muharebesinden dönüldükten sonra Yüce İslâm Dini’ni kabul ederek hidayete ermiştir.
- Haz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İslâm Ordusu’ndan en az dört kat daha fazla, at deve gibi binek-harp vasıtaları bakımından da tamamen donanımlı bir ordu’ya karşı çıkacağı bir muharebe’de bile, müşriklerin kendilerine katılmalarına ve birlikte sefere çıkmalarına izin vermemiştir.
- Her fırsatta Peygamber aşkını dile getiren ve gözyaşı döken Fethullah Gülen’in ta’kipçi’leri ve taraftarları, dünya çapında bütün şer kuvvet’leri arkalarına almışlar, Millî İrade’nin kalesi, TBMM’sinin içinden çıkmış, TBMM’sinin i’timadına mazhar, Hükûmete ve Hükûmet’in şahsında T.C. devletine taarruza geçmişlerdir.
28 Şubat Post-Modern darbe döneminde ve 2002’den beridir, Fethullah Gülen ve taraftarları hakkında, her türlü yalan, iftira ve bühtanı mübah sayarak, sayısız senaryo, sahte belge ve bilgi servis eden -ki, bu çevre tarafından üretilen, senaryo’lar, yalan, iftihar ve bühtanlar 10 binleri, yüz binleri bulmaktadır. Sadece bu satır’ların yazarına gönderilenler, en az 10 klasör tutmaktadır.- Mao’istleri, merkez medya denilen, Milliyetçi-Muhafazâkar iktidar’ların kadîm muhâlif, medya’da bile barınamayan, bir kısım haysiyet ve şeref celladı, sözcüleri, T.K.P., M.L.S.P. gibi Türk-Latin Alfabesi’nin bütün harf’lerini kullanan kıtbiyoz sol’un bütün fraksiyonlarını, ezelî-ebedî, elbetteki ebed-müddet, Aziz Milleti’mizin bütün muhâliflerini arkalarına almışlar insaf, izan şuur mefhumlarının berhava edildiği, neticeye ulaşmak için her yolun mübah sayıldığı, yalan, iftira ve bühtan’ın meşrû kabul edildiği bir vasatta, gözü dönmüşcesine, hükûmete, Hükûmetin şahsında bütün devlet müessese’lerine taarruz etmeye devam ediyorlar.
- Müslümanlar, zaman zaman aralarında çıkan fitne ve fesad hareketleri sebebiyle birbirlerine haksızlık ettiklerini zannedebilirler, hattâ haksızlığa da uğramış olabilirler. Fakat, haksızlığa uğradığını iddia eden veya gerçekten haksızlığa uğrayanlar, aslâ Ebû Cehil’in saflarına geçmemelidirler-geçemezler.
- Devlet’in refleksi, dahilden ve hariç’ten ve her ne sebeple olsun, kendisine ve kurumlarına, dolayısiyle millete zarar vermeye başlayanları aslâ affedemez. “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” “Acırsanız, acınacak hâle düşersiniz.”
Er veya geç, devletin kadife eldiven içerisindeki demir yumruğu, devletin düşmanlarının başını ezer...