Erk Kurban

Bize Osmanlı tarihi anlatılırken bu devletin devirlerinin yükselme, duraklama ve çöküş olduğu söylenirdi. Ancak tarih kitaplarımızda hızlıca atlanan bir devir daha vardır, bu devir “yükselme devrinin duraklama aşamasıdır”. Bu aşamada tarihimizin en ilginç “Padişahlarından”(hükümdarlığı 20 gün sürmüştür) biri tarih sahnesine çıkar; bu kişi şair, şehzade ve son “Türkçü” Osmanlı olarak adlandırabileceğimiz Cem Sultan’dır. Cem Sultan’ı ilginç yapan olaylardan biri ise az daha Osmanlı’ya karşı kendi önderliğinde bir haçlı seferi başlatacak olmasıdır. Sorduğum ilk sorunun cevabı şu anda size hain gibi geliyor olabilir ancak yapılmaması gereken en büyük hata Cem Sultan’ı anlamadan onu yargılamaktır.

Cem Sultan Fatih Sultan Mehmet Han’ın en küçük oğludur 1459’da doğmuştur; Cem Sultan’dan önce 2 oğlu daha olan ve çabuk öfkelenmesiyle bilinen Fatih Sultan Mehmet, Cem Sultan’ın annesi Çiçek Hatun’a doğumdan sonra “Bana neden bir oğul daha buldun, şimdi taht için daha çok rekabet olacak” dediği ve Cem’i öfkeyle yere fırlattığı rivayet edilir. Mehmet Han’ın veliaht olarak gözdesi Şehzade Mustafa olsa da, Mustafa’nın ölümü Cem’i bir anda gözde haline getirmiştir. Üçüncü kardeş olan Beyazıt ise Mehmet Han tarafından pek sevilmemişti, çünkü kendisi evliyaların yoğun etkisinde olan ve sadece din ile ilgilenen bir afyon bağımlısıydı. 

Mehmet Han’ın nereye olduğu bilinmeyen son seferi, tarihçilerin bir kısmı bütün İtalya’yı fethetme niyetiyle yapılan bir sefer olduğunu söyler, onun beklenmeyen ölümüyle daha İstanbul’dan uzaklaşamadan sona ermiş ve Cem’in zor günleri başlamıştır. Bu noktada Cem Sultan’ın “Türkçülüğü”ne değinmek yerinde olacaktır. Ağabeyi Beyazıt Osmanlı geleneğini sürdürerek etrafındaki bütün önemli insanları devşirme adı verilen gayrimüslimlerden seçmiştir, öte yandan Cem olabildiğince Türk devlet büyüklerini yanında toplamıştır. Münevver Okur Meriç’in (kendileri en büyük Cem Sultan tarihçisidir) iddiasına göre Cem’in annesi Çiçek Hatun bir Karaman prensesiydi, bu Cem’de Türkçülük fikrinin daha kuvvetli olmasına sebep olmuş olabilir. Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine o sırada devletin önemli mevkilerinde olan hemen her devşirme Beyazıt’ın padişahlığını desteklemiştir. Daha az destek alan Cem, o sırada Konya’da valilik görevindeydi; babasının ölüm haberi üzerine derhal İstanbul’a yola çıkmış fakat kardeşinin kendinden önce İstanbul’a ulaşıp padişahlığını ilan ettiğini öğrenmesi üzerine Bursa’ya gelip hükümdarlığını ilan etmiş, hükümdarlığının kanıtı olarak sikke bastırmıştır. Daha sonra öğrenilecektir ki, Cem Sultan karşıtları ona babasının ölüm haberinin daha geç ulaşmasına sebep olmuş, böylece Beyazıt’ın İstanbul’a daha önce gelmesini sağlamışlardır. Cem’in Bursa’yı ilhakı üzerine Beyazıt Cem’in 8000 kişilik atlıdan oluşan birliğine karşı 2000 piyade göndermiş; Bursa önlerindeki çarpışma Cem Sultan’ın zaferiyle sonuçlanmıştı. İşte tam bu sıralarda Cem, Osmanlı’da kardeş katlinin caiz olması sebebiyle, Padişahlığı alamazsa öldürüleceğini anlamıştı, ancak İstanbul’da olan Beyazıt’a karşı fazla şansı yoktu. Bunun üzerine eski Türk devletlerindeki geleneği örnek göstererek imparatorluğun ikiye ayrılmasını teklif etti, fakat bu teklif Beyazıt tarafından reddedildi. Bundan kısa bir süre sonra 1481’de Yenişehir Nehri kıyısında savaşan Cem Sultan kuvvetleri Beyazıt kuvvetlerine yenildi. 

Mağlubiyetin ardından Cem Mısır’a kaçmış ve burada kendisini Osmanlı Hanedanında tek kılarak, Hacca gitmiştir. Mısır Sultanı Kayıtbay kendisine büyük bir saygı göstermiş onu Mısır’da bir padişah gibi ağırlamıştır. Mısır’da da Beyazıt ile anlaşma zemini arayan Cem sonuç bulamamış, bunun üzerine Karamanoğlu Kasım Bey ile Konya’yı ele geçirmek için Osmanlı’ya dönmüş ancak bu girişiminde başarısız olmuştu. Bunun üzerine Cem Avrupa’ya gidip orada taht mücadelesi vermek için, o dönem Osmanlı ile savaş içinde olan Rodos Şövalyeleri ile anlaşmış ve Adana üzerinden Rodos’a gitmişti. Giderken Beyazıt’a yazdığı mektupta:

“Eğer Hıristiyanlara, bilhassa çok ünlü olan hanedanımızın can düşmanı olan Rodos Şövalyelerine sığınmakla bir cinayet işlemekte isem Hakk’ın da halkın da önünde bunun tek günahkârı sensin. Beni bütün ilahi ve insani haklarıma karşı imparatorluktan mahrum etmekle yetinmiyor, hayatımı kurtarmak için beni utanç içinde sığınak aramak zorunda bırakıyorsun…”

Ve Cem 26 Temmuz 1482’de çok sevdiği vatanından ayrılıyordu.

Cem’in Rodos şövalyelerinden beklentisi kendisini Avrupa’ya ulaştırmalarıydı, ancak onlar Papa ile haberleşip Cem’i Hıristiyanlık adına adeta esir almışlardı. Cem’in gitmesine izin vermiyor “siz bizim misafirimizsiniz” diyorlardı. Cem’e adada çok iyi bakmışlar ona ziyafetler ve av eğlenceleri düzenlemişlerdi. O sıralarda Rodos Şövalyelerinin reisi Pierre d’Aubusson Cem’i yeni bir haçlı seferinin başına geçirmek için Papa ile planlar yapıyor bir yandan Papa’dan maddi destek alıyor, bir yandan Beyazıt’tan Cem’in ortaya çıkmayacağı sözünü vererek para alıyordu. Rodos’a gelmesinden 34 gün sonra, Pierre d’Aubusson Cem Sultan’ı olası suikast tehditlerine karşı korumak bahanesiyle onu Fransa’ya gitmek için ikna etti. Cem Sultan’ın elinde olmasını fırsat bilen Şövalyeler o dönemde oldukça güçlü olan Osmanlı Devleti’ni barışa mecbur etmişti, zaten karakter olarak bir padişah olamayacak Beyazıt da savaşmak gibi bir niyette değildi, zira kendi yönettiği devletin yanında bir hiç kalan Rodos şövalyelerine bile boyun eğmişti. Bu sıralarda Cem Sultan’ın Osmanlı’da kalan oğlu Oğuzhan Beyazıt tarafından öldürülmüştü.

Cem Sultan Fransa’nın Nice şehrinde karaya ayak basmıştı, kendisinin en uzun esareti başlamak üzereydi; ancak yalan nedir bilemeyen Cem Şövalyelere olan güveninden dolayı hiçbir şüphe duymuyordu. Nice’deki halkın serbestliği ve hareketliliği karşısında şaşıran Cem

“Acayib şehr imiş bu şehr-i Nitse

Ki kalur yanına hem kim nitse”

Dizelerini oradayken kaleme almıştır. Bunlar yaşanırken Pierre d’Aubusson Hıristiyan Kralları ile görüşmeler yapıyor ve Cem önderliğinde yeni bir haçlı seferi için onları ikna etmeye çalışıyordu. Bir süre sonra esir gibi muamele gördüğünü fark eden Cem kaçma girişiminde bulunmuş ancak başarısız olmuştur. Bunun üzerine Şövalyeler onun yanındaki insanları bir bir uzaklaştırmıştır ve 800 zırhlı Şövalye ile “hazinelerini” daha sıkı korumaya almışlardır. Cem’in kaçmasından endişelenen şövalyeler onu Fransa içinde oradan oraya götürmüşlerdir, işte tam bu sıralarda Cem Sultan masalsı bir aşk yaşamıştır, öyle ki bu aşk destan, roman ve efsanelere konu olmuştur. Rochinard’a yerleştirilen Cem’i birçok soylu ziyaret ediyordu ve onlardan biri Baron de Sasseanage Jacques’ti. Bu barona olan ziyaretlerinden birinde Cem baronun kızı Philippine’i görmüş ve ondan çok etkilenmişti. Dönemin tarihçilerinden Hoca Saadeddin bu olayı “Bu şatonun beyinin çok güzel bir kızı vardı. Bu kız Şehzadeye ilgi gösterdiğinden aralarında bir aşk doğmuş ve mektuplaşmışlardı.” Cem Sultan’ın esaret dönemindeki en büyük avuntularından birinin bu aşk olduğu rivayet edilir. 

Cem Sultan Fransa’da son olarak Bourganeuf kasabasına getirilmiş ve esaretinin en uzun dönemini bugün Cem Kulesi adı verilen kulede 5 yıl hapis tutularak geçirmişti. Pierre d’Aubusson sonunda kendisi için en kârlı anlaşma olarak gördüğü Cem’in Papa’ya verilmesini kabul etmişti. Roma’ya getirilen Cem burada yaklaşık 6 yıl hapis tutulmuştur. Papa Cem’e onun padişahlığı alabilmesi için bir haçlı ordusu kuracağını ancak haçlı ordusunu yönetebilmesi için Cem’in Hıristiyan olması gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Cem kendisini tarih sayfalarına altın harflerle yazdıracak ve hain tanımlamasını tamamen çürütecek şekilde “Değil Osmanlı Saltanatı, hatta bütün dünyanın padişahlığını verseniz dinimi değiştirmem” demiş Papa ise ona “Öyleyse burada it gibi sürün” demiş Cem ise ona “Sizin elinize düşen itten beter olamayacaktı da ya ne olacaktı.” demiştir. 

Tıpkı Papa gibi Fransa Kralı VIII. Charles da Cem Sultan’ı istiyordu. Bunun için Papa’yı tehdit etmiş ve Cem Sultan’ı almıştı. Kralla yola çıkan Cem rahatsızlanmış ve 1495 yılında henüz daha 36 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Bazı iddialara göre Cem’in gittikçe büyüyen bir tehdit olduğunu düşünen Beyazıt ya da Cem’i elinden kaçıran Papa, Cem’in yanına bir casus göndererek onu zehirli bir ustura ile tıraş ettirmiş ve onun ölümüne sebep olmuştu. Böylece 14 yıldır bir esir gibi yaşayan Cem Sultan ancak ölüm ile özgürlüğüne kavuşmuş ve vasiyetinde Beyazıt’a “Kardeşim beni reddedip tabutumu kâfirin memleketinde bırakmasın.” demiştir. 

Cem’in vasiyetine uyulmuş ve naaşı Bursa’da dedesi II. Murat’ın yanına gömülmüştür. Ancak naaşını almak da tüm hayatı gibi zor olmuş ve Hıristiyanlar onu vermek istememişlerdir. Buna rağmen Beyazıt zamanında “Hükümdarlar arasında akrabalık bağı yoktur.” diye terslediği kardeşinin naaşı uğruna savaşa hazırlanmıştır. Sonunda Hıristiyanlar korkularından Cem’in naaşını teslim etmişlerdir. Sonu acıklı bitmiş olsa da Cem asla Hanedanına leke sürmemiş, ihanet etmemiştir. Bu Şehzade’nin öyküsünü asıl ilgi çekici yapan ise eğer başa Cem gelse neler olacaktı sorusudur. Bazı tarihçiler bunun tüm Avrupa’nın fethiyle sonuçlanacağını düşünüyor. Ne olursa olsun anlaşılması gereken Cem’in vatanını ve milletini, en önemlisi ağabeyini severek ölmüş olmasıdır. Ölürken çok sevdiği vatanı ve milleti için olan hayallerini de beraberinde götürdü.