Şehirli olmak ve göçmen olmak, taşradan büyük şehre taşınmış olmanın yaman çelişkileri vardır elbette. Bir taraftan köydeki yöresel, yerel, mahalli değerlerinizi yaşatmak için hemşehri derneklerine üye olur insan, bir yandan oturduğu şehrin yerlisi olmayı arzu eder.
Yönetimler de ısrarla göç etmiş vatandaşlarının o şehrin yerlilerine özenmesini, benzemesini, değerlerine bir an önce kavuşmasını, benimsemesini, yaşamasını ister. Çünki yönetim açısından insanlar ne kadar çok ortak değer ve yaşama biçimi sahibi olursa o şehrin ihtiyaçlarını belirlemek ve o ihtiyaçları karşılamak daha kolay olur. Bu yönetim arzusu şehir ölçeğinde, ülke ölçeğinde ve hatta moda deyimle küresel ölçekte uzar gider.
Ayrı değerler her zaman ayrı ihtiyaçları, ayrı ihtiyaçlar da ayrı müesseseleri zaruri kılar. Her ayrı müessese yeni bir yapılanmayı, yeni personel ihtiyacını, yeni devasa masrafları beraberinde getirir. İşte bu yüzden yönetimler ısrarla tek tip vatandaş, hemşehri, insan arzu eder.
İnsanların hepsi sabah kalkınca toplu taşıma aracıyla işine gidiyorsa, ya da kurum servisiyle işine gidip geliyorsa, evinde oturup aynı televizyonu seyrediyorsa, tatil gününde küresel beslenme şirketlerinde hızlı besleniyorsa, küresel marka içecekleri tüketiyorsa, herkes aynı pantolonu, gömleği giyiyorsa bu ülkeyi yönetmek son derece kolaylaşmış demektir.
İşte bu sebeple her yönetimin toplum mühendisliği düşüncesi vardır. Yönetimdeki insanların hayatı kavrayış biçimine göre model insan tipleri arzu edilir. Bu model insanı üretmek için yasalar çıkarılır, emrivakiler ve katı uygulamalar kendini gösterir. Bu arada her dayatma kanun zoruyla da olsa bir dayatmadır ve ferdi alanda zulümdür. Bireylerin hayatını bu toplum pilanlamacısı yönetimler işkenceye dönüştürürler. Bunun için ‘önce devlet’, ‘hayır önce vatan’, ‘yok hayır önce insan’ tartışmaları alıp başını gider.
Kendisine sosyolog diyen batılı içtimaiyatçılar, toplumbilimciler bu çelişkilerin çok da üzerinde durmazlar.
Hemşehri dernekleri yasayla kurulur ve çalışır. Bu derneklerin amacı, köyden kente göçmüş hemşehrilerinin yerel değerlerini koruyup yaşatmasını arzulayarak bu alanda bir takım faaliyetler düzenler. Piknik yaparlar, kendi mutfak ürünlerini hazırlayıp sunarlar. Şiirlerini, manilerini, ağıtlarını, şölenlerini, düğün-derneklerini yaşatırlar. Halk oyunlarını oynarlar. Bunları yaptıkça göç ettikleri şehir halkından farklılıklarını ortaya çıkarmış, genel nüfus ile benzeşmemeye devam etmiş olurlar.
Ama şehir yönetimi, ya da dış göç almış ülke, devlet bu faaliyetlere yasayla izin vermiş olmasına rağmen, toplumsal kaynaşmayı, benzeşmeyi sağlamak için de kanunlar çıkarmıştır. Batılı tabirle entegrasyon tek ve şiddetli bir talep ve beklentidir.
Kimi ülkeler bu amacını geliştirmeyince, çok kültürlü devlet, çok kültürlü toplum hedefine yönelmiştir. Hollanda böyle bir devlettir.
Peki kişi açısından bakıldığında ne yapmak gerekir?
İşte cevabı zor bir sual.
Kişi içinde bulunduğu toplum ile uyum içinde olmadığı oranda hayatı daha zor yaşayacaktır. Kişi, kendi inançlarını, milli kültürünü, medeniyetini paylaştığı insanların yaşadığı ülke sınırları içinde ise daha az zorlanacaktır. Köylü şehirli, İstanbul, İzmir ya da taşralı nitelemesiyle işi geçiştirecektir. Ama bir başka ülkedeyse ve o ülke kendi medeniyetinin dışında başka bir medeniyete mensupsa işler son derece zorlaşacak, bireysel yaşantılar o kadar çok acıları içinde barındıracaktır.
Hıristiyan birinin İslam medeniyeti dahilinde, puta tapanlar, ineğe, güneşe tapanlar Musevi dünyasında, veya bir Müslüman İslam medeniyetinden başka bir medeniyet içinde yaşamak zorundaysa o kişinin yaşayacağı ızdıraplar yüzlerce romanda anlatılabilir zenginliktedir.
Kişinin kendi medeniyetinin mensupları, onun dini ve milli değerleriyle orada öylece yaşamasını bekler. O ülke insanları ve o devlet yöneticileri gelen kişinin bir an önce içinde yaşadığı bir başka medeniyete uyum sağlamasını talep eder ve hatta yasayla zorunlu kılar.
Bu meseleye dair düşünürlerimizin çok da beyin faaliyeti yaptığını söylemek zordur.
İnsanlar daha çok, iyi yaşamak, güven içinde bulunmak, teknik aletlerden, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanmak için, daha insana yaraşır şartlarda yaşamak arzusuyla dar alanlardan, büyük merkezlere, büyük merkezlerden küresel merkezlere akın ederler. Bir sağlık hizmeti, eğitim hizmeti almak, ya da kendini geliştirip mesleğinde ileri aşamaları hayal ve talep ederek, ticari faaliyetlerini küresel boyuta taşımak için ve daha binlerce sebeple insanlar bulundukları yöreden, kasabadan, şehirden, hatta ülkeden ayrılıp bir başka ülkeye gidebilirler.
Belli bir yerleşmeden sonra eski değerlerini hatırlayarak, köy derneği, yöre derneği, ülkesini anımsatan bir uluslar arası sivil toplum kuruluşunda üye olmayı tercih eder. Çelişkiler, talepler, istek ve arzular, en çok da ihtiyaçlar milyonlarca tarif edilmiş edilmemiş duygular karmaşasında bir ömür tüketir insan.
İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar.