Diksiyon kursunda arkadaşının kendisi için düşünüp tanıştırdığı adamı beğenmişti. Konuşkan, ağzı laf yapan, neşeli biriydi. Üstüne de çekiciydi epeyce. Ne yazık ki, arkadaşı kendisine fikrini sormak için tanıştırmıştı. İstemeye  istemeye, “iyi” dedi, “iyi birine benziyor, yakışırsınız birbirinize.” Sonra bir kez dışarıda buluştular, arkadaşı yine onu da yanına almak istedi, kendisi yalnız gitmek istememişti. Adamı bu defa isteksiz gördü, sohbet bitse de gitsem kıvamında sanki. 

Arada birkaç kaçamak bakışını yakaladı adamın ama Allah’ı var saygılıydı çok. Sonra, bunlar görüşmeyi kestiler. Kendisi de kız arkadaşıyla görüşmeyi kesti ve Tuna ile bir bağlantı kurmak için yol aramaya başladı. Ancak ne diyecekti ki?

Serap’ın babası zengin biriydi. Kısa süren evliliğinde çocuğu olmamıştı. Boşandıktan sonra eve tekrar dönmek istememiş, babası altına spor bir araba çekmiş, geçineceği kadar bir parayla kendisine destek oluyordu. Muhafazakar biriydi ve evlilik dışında hiçbir erkekle arkadaşça dahi olsa bir ilişkisi olmasına tahammül edemeyecek yapıda korumacı bir babaydı. 

Neyse, Serap kendisiyle Tuna’yı sık sık ikili gibi düşünmeye başladı aklınca. O da boşanmıştı, kendisi de. Yaş farkları 15 olsa da aklından çıkaramıyordu. Bu düşüncelerle savaşarak haftalar haftaları kovaladı. Bir gün bütün cesaretini toplayarak adamı aradı. Birlikte Fenerbahçe’deki Romantika Kafe’de sözleştiler akşama doğru. Sohbet açıldıkça açıldı, kendilerini kimseye anlatamadıkla yaşanmışlıklarını anlatır buldular. Ama içindekiler hep yarımdı ikisinin de, eksik olan bir şey vardı. O gece eve yalnız gitmek istemiyordu, bunu söyleyemedi. Saat 23,.00 gibi kalktılar, karşılıklı güzel sözler söylediler ve öpüşüp ayrıldılar. Hatta, yolda arabalarıyla yarış yaptılar, tabi ki kızın tek kapı spor arabası, adama nal toplattı. Arabasıyla hızla gözden kayboldu Serap.

Adam, Boğaziçi köprüsünü geçip ofisine vardığında telefonu çaldı. Yeniden Anadolu yakasına çağırıyordu. 

- “Lütfen tekrar gelir misin?” 

- “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

- “Hayır, bu gece bende kalmanı istiyorum. Lütfen. Lütfen hayır deme.”

Adam söylenerek yeniden yola çıktı. 45 dakika sonra yine Anadolu yakasındaydı, kuytu bir yere arabayı park etti.Karanlık sokaklarda sadece köpeklerin seslerinin duyulduğu, sokak lambalarının cılız ışıklarının aydınlığında kulağında cep telefonuyla fısıltılarla konuşarak zifiri karanlıkta, otomatiğe basmadan karanlıkta merdivenleri çıkar buldu kendini. Işıksız bir kapı aralandı, attı içeri kendini, daha önce hiç sarılmadığı kendisine açılan kolların sahibinin beline dolandı. 

Bu öykü tuhaftır ki, o gece sona erdi. 

Halbuki, sahurunu bile hazırlamış, öperek uğurlamıştı adamı. Bir daha ne kadın adamı aradı, ne de adam onu. O gece yarısı durduramadıkları çekim büyüsü, sanki bir güç parmağını şıklatmışcasına, çekime karşı koymayarak kendiliğinden bozulmuştu. 

Aslında çekim, onu sağlayan etkene kavuşunca gücünü kaybeder ve çekim çekim olmaktan çıkar. 

Ne kadar basit değil mi?

Bu haftaki yazım Ressam Mali Müşavir  Ali Tunçkal beyin kaleminden ...

Sevgiler Saygılar Haftaya Perşembe görüşmek üzere hoşçalın dostlarım...