(CÜNEYT ARCAYÜREK BEY’E AÇIK MEKTUP!)

Merhum Sultan VI. Mehmed Vahideddin Hazretleri’nin gözlerden uzak tutulan bazı yönlerini belgelerin ışığında siz değerli okuyucularımıza sunduk. Her ne hikmet ise; Koca Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun I. Cihan Harbi’nde Mihver Devletler safında olmasıyla birlikte acı bir mağlubiyete ortak sayılmasıyla birlikte, böylece pek acı bir beş yıl esaretin muhtelif acılarına muhatap olmuş ve nihayet Gazi Mustafa Kemal gibi bir dahi şahsiyetin başa geçmesi ve Hz. Allah’ın inayetiyle İmparatorluk enkazı üstünde yepyeni bir Türk Vatanı, doğmuş. Ancak, o koca mağlubiyetin faturasını birilerine çıkarmak elzem olunca da; günah keçisi olarak Sultan VI. Mehmed Vahideddin seçilmiş?!..
Halbuki, madalyonun diğer yüzünü ilk bölümde hep birlikte gördük ve öyle sanıyorum ki, bir çoğumuz da derin, derin düşünmüştür!...
Gelelim Gazi Hazretlerinin, Osmanlı Hanedanı ve Komünizm hakkındaki görüş ve düşüncelerine!... Bir, bir onları da okuyalım da bizleri nasıl insanların ne yaman taktiklerle kandırmaya çalıştıklarını açıklıkla görelim!...
ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ:
Cilt:I. Sayfa: 295-296-297.
(Tarih-i Cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osmanlı Devleti tesis eden ve bunların hepsini hâdisat ile tecrübe eyliyen Türk milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felâketlerin karşısında meftur olduğu kabiliyet ve kudretle ahzi mevki etti. (Şiddetli alkışlar).
(Türk ve İslâm – Türkiye Devleti iki saadetin tecelli ve tezahürüne menba ve menşe olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır.) (İnşallah sadâları).
(Bu devletin ulularından Yavuz Hazretleri (924) tarih-i hicrisinde Mısır’ı zapt eylediği zaman orada idam eylediği Mısır Hükümdarından başka, unvan-ı Halife olan bir zat buldu. Halife sıfatının böyle bir şah-ı âciz tarafından kullanılması bu pek tabiidir. Gûya bizim âlem-i İslâm için şiyn olduğuna şüphe etmediğinden o sıfatı, Türkiye Devleti’nin kuvasına istinad ettirerek ihya ve âlâ eylemek üzere aldı. Efendileri Osmanlı Devleti ki, (699) da teessüs etmişti, Hilâfeti aldığı (924) tarihinden ancak elli sene sonrasına kadar tarih-i cihanda devri itilâ denilen ve muvaffakiyet-i mütevaliye ve azîme ile mâli olan takriben üç asırlık bir devir yaşadı… Ondan sonra Efendiler, inhitat başlıyor…)
SİYASİ FIRKALAR:
(Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memalik-i sairede fırkalar behemehal iktisadî maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır.
Bir sınıfın menfaatini muhafaza için teşekkül eden siyasî bir fırkaya mukabil diğer bir sınıfın menfaatini muhafaza için teşekkül eden siyasî bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Gûya bizim memleketimizde de ayrı, ayrı sınıf varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malûmdur. Halbuki “Halk Fırkası” dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir…)
KOMÜNİZM ÜZERİNE:
Sayın Arcayürek mezkûr makalesinde: (Dünyaca tanınan “Soldan ölen” bir aydının ardından başsağlığı dileklerini esirgeyen Çankaya’daki AKP’li ile Başbakan; Neslişah Sultan’ın öldüğünü duyar duymaz, kaleme, kâğıda sarıldılar.) buyurmuşlar.
Bendeniz, Sayın Arcayürek’in yüksek müsaadeleriyle bu görüşlerini paylaşmıyorum. Ancak, eleştirisini de yapacak değilim. Zira, düşüncelerinde kendi açılarından haklı olabilirler ve bu doğrudan kendilerini alâkadar eden bir husustur!...
Ancak, bendenizin “Solcu aydın” deyimi üzerinde hassasiyetle durarak, istenmeden de olsa, bu tabirin yanlış olduğunu söylememin, kendimce bir borç hem de “Millî bir borç” olduğu inancındayım. Dolayısıyla, bu husus hakkındaki görüş ve fikrimi açıklayacağım!..
İlk şu nokta üzerinde duralım: “Solcu aydın” ne mana ifade etmektedir ise, ilk onun üzerinde duralım: Merhume, Neslişah Hanım Sultan da münevver bir şahsiyetti. Hem de gerçek münevver!
Merhume hangi aileden gelmekteydi ve aile kökeni kimlere dayanmaktaydı?
Tek kelime ile: (Ceddi: Koca bir Türk İmparatorluğu tesis ederek, takriben 6. asır cihana hükmetmiş bulunan bir muhteşem hanedan) idi.
Ne acıdır ki, Ziya Paşa’nın buyurduğu gibi: (Onlar dışarıdan, biz içeriden onca yıl uğraşmamıza rağmen, bir türlü yıkamadığımız koca Osmanlı İmparatorluğu idarecilerinin torunu!...)
Meselenin en enteresan tarafı da; tam işlerini bitirdik diye sevindiklerinde hevesleri kursaklarında kalmıştı. Zira, beklenmeyen bir zamanda aniden meydana çıkan bir Osmanlı Subayı; Gözlerinde adeta şimşekler çakarak, Anadolu’da ve aziz milletinin bağrından fışkıran eşsiz, emsalsiz bir imanın nurlu ışığında yedi düvele adeta kan kusturmuş ve böylece günümüzdeki Cumhuriyet Türkiye’sini tesis etmişlerdi ki, bu emsalsiz halaskâr, hiç şüphesiz Gazi Mustafa Kemal Paşa Atatürk idi.
Osmanlı Hanedanı ile “Osmanlı-Türk İmparatorluğu” ayrı, ayrı değerlerdir; Osmanlı Hanedanı, doğrudan Padişah ile Hanedan mensuplarını, Osmanlı-Türk İmparatorluğu ise doğrudan aziz milletimizi temsil eder. Yâni, bu mukaddes topraklar bizlere ecdat yadigârıdır: Millî şuurumuzun ve kılıcımızın hakkı ve Hz. Allah’ın inayetiyle fethederek ve de fetihler esnasında on-binlerce şehit vererek elde ettiğimiz bu vatanın: Ne dününden, ne bugününden ve ne de yarınlarından asla ve asla vazgeçemeyiz; öyle Osmanlıdır, devri kapanmıştır, yepyeni bir Devlet yapısı mevcuttur, Atatürk’ün tesis ettiği bu Cumhuriyet Devleti dışında hiçbir kuruluş bizleri ilgilendirmez vs. gibi yuvarlak laflar, hiçbir zaman bizleri mazimizden koparamaz.
Biz koca bir tarihi olan ve asırlarca varlığını şerefle sürdüren bir asil milletiz! Tabii ki, günümüz Cumhuriyet Devletimizi kurup, halk idaresine dayanan bir rejimle; kendi kendimizi yönetebileceğimiz, Demokratik bir idareye kavuşturan Gazi Hazretleri: Tek kelime ile günümüzde olduğu gibi, ebede kadar başımızın tacı ve tek efendimiz olacaktır. Bundan hiç kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın!
Ancak, buna rağmen mazimizi terk ederek, Ceddimizi ağır ithamlarla karşı karşıya bırakmak, kendimizi Türklüğün şanı ile arşa çıkarırken, Ceddimizi külliyen reddetmemiz, imkânsızdır! Böyle bir şeyi ancak ve ancak Türk insanının düşmanları isteyebilir ve ancak böyle bir durumdan düşmanlar mutluluk duyabilir!...
Şimdi soruyorum Sayın Arcayürek: Çankaya’da ikamet eden Sayın Cumhurbaşkanımızdan söz ederken: Çankaya’daki gibi şık olmayan sözcüklerle hitap etmenin, merhume, Neslişah’ı Sultan’ı hor görmeye çalışmakla, acaba elinize ne geçti!..
Halkımızı temsilen hayli kalabalık bir cemaatin, cenaze namazına iştirak etmesi, acaba zatınızın vicdanını hiç sızlattı mı!.. Hele geçmiş yıllarda olduğu gibi “Ermeni adını aşağılamak” maksadıyla kötüye kullanmanız doğru mudur?...
Sırf: “hasbelkader Müslüman çocuğu olarak dünyaya gelmiş olmanız” mı size bu hakkı veriyor?!.. İnsanlık bunun neresinde?!...
“Dünyaca tanınan soldan ölen bir aydının” solcu olarak yaşayan, solcu olarak ölen kimselerin: Ne çapında tanınmış olursa olsun, onu anmamız için, bazı özellikleri olması lâzımdır. İster ölmüş olsun ister sağ, bizim sevebileceğimiz “Solcular” elbette ki, vardır. Lâkin sizlerin “Sağcı” dediğiniz bizim münevverlerimizden tekini dahi andığınızı hiç duymadık. Çünkü, sizleri kibirliliği öylesine arşı aşmıştır ki, burnunuzun ucunu dahi görebilmeniz adeta imkansızdır desem yeridir!... Ve lâkin biz sizler gibi değiliz ve bizim inancımıza ters düşse de bazı solcuları sevdiğimizi ve ne sebeplerden dolayı saygı duyduğumuzu aşağıdaki satırlarda kayda geçiyorum, lütfederek okursanız, belki geç de olsa, hafızanızın bir köşesinde yer edebilir:
(Şevket Süreyya Aydemir’i: “Tek Adam” adlı ve Gazi Hazretleri’ni en âlâ şekilde dile getiren, nefis bir eser yazmış olduğu için severim. Nazım Hikmet’i: Meşhur, Ağa-Camii adlı ve işgal yıllarındaki derin acımızı en âlâ bir ifadeyle dile getirebilmiş olduğu için takdir ederim. Yaşar Kemal’i: “Bölücü değil, birleştirici bir kalp ile kaleme sahip bulunduğu için severim. Duayen kalemlerimizden Çetin Altan’ı: (Türkiye Ermenileri Patriklerinden merhum “KAREKİN BAŞYEBİSGOBOS ĞAÇADURYAN”ı, “27 Mayıs 1960” Askeri Harekâtını fırsat bilerek ağır şekilde eleştirenlere karşı, tek başına kalemi ile korumuş olduğu için sever ve takdir ederim.)
Merhum Patrik, üniversite gençliğine hitapla ne buyurmuştu? Aynen şu: (Sizin asli işiniz, kendinizi derslerinize verip, en âlâ şekilde mezun olabilmektir! Tahsil hayatınız hitam bulduktan sonra, dilediğiniz şekilde, dilediğiniz sahada varlık gösterebilirsiniz vs.)
Şimdi soruyorum Sayın Arcayürek: Merhum Patrik Cenapları yanlış mı söylemişler!... Daha sonraki yıllarda zuhur eden “kanlı talebe hareketleri” ki günümüzde de yavaş, yavaş aynı akıbete doğru sürüklenmektedir… Tabii ki doğru söylemiş ve böylesi hareketlerin hayırlı sonuçlar doğurmayacağını ima etmişler, gençliği uyarmaya çalışmışlardı. Ama, olamazdı, onu ilgilendirmezdi. Çünkü alt tarafı o bir Ermeni idi ve hem de Ermeni Patriği!...
1950 seçimlerinde kahir ekseriyetle iktidar olan DP’nin, böylesine bir zaferle seçimleri kazanmasındaki başlıca sebebinin: (İstanbul’daki Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların oylarına yüklemiş, onları boy hedefi göstermişlerdi…) Bilmem bunların kimler olduğunu ayrıca belirtmeye lüzum var mıdır!...
1965 seçimlerinde ise, tekrar aynı akıbete uğradınız ve sessizce kabuğunuza çekilmeye mecbur kaldınız!...
CHP’nin tarihe geçmiş pek meşhur tavsiye işlemleri olmuştur ki, gerçekten bahse değerdir. Ancak, bu sütunlara sığdırabilmemiz imkânsızdır ve ancak ya bir tefrika veya bir kitap yazabilmekle mezkûr konu işlenebilir. Zira: “Atatürk, İnönü kanalı ile, İnönü ise Ecevit kanalı ile yoklara karıştırılmak istenmiş ve bilâhare merhum Ecevit de sessizce tavsiye edilebilmiştir. Hem de bir koalisyon Hükûmeti başında iken…”
Her ne ise geçelim ve tekrar Osmanlı Hanedanı ve Türklük meselesine dönelim ki, mevzumuz pek dağılmasın.
Osmanlı’nın menşeini meçhul göstererek, Türklüğün dışına itenlerin ya zırcahil veya maksatlı kimseler olduklarından asla şüphe edilemez!..
Zira böyle bir iddiaya itibar edildiği zaman: Aziz milletimizin haşa “soysuzluğa” mahkûm edilmeye uğraşıldığı açıkça görülür!..
Meselâ: Sultan Fatih’in Babası, II. Murad Hân’ın anası: Dülkadiroğlu Süli Beğin kızı, Emine Kadınefendi olmasına rağmen; bir Hıristiyan kızı Veronika olarak kayda geçilip, böylece II. Murad Hân, sözde lekelenmek(!) istenmiş!...
Halbuki, II. Murad Han tam manada bir Türkçü idi ve Türkçülük tarihi açısından gayet önemli bir sima olarak dikkat çekmiştir. Türk kültürüne hizmetleri hiç de küçümsenecek çapta değildir: “MİLLİ KÜLTÜR HAREKETİNE” öncü olmuş, telif ve tercüme eserlerin kazanılabilmesi için uzman kişileri çatısı altına toplamış, bir çok değerli eseri Türk kültürüne kazandırmıştır. Bizzat iradesiyle yazılmış bulunan Türkçe eserleri içinde en mühimleri şunlardır: 1- Yazıcıoğlu Ali Efendi’nin; Oğuz ananelerini de ihtiva eden: “Tevârih-i al-i Selçuk”. 2- Molla Arif Ali’nin XI’inci asırdaki Anadolu Fethine ait: “Dânişmendnâme” 3- Şeyhi’nin “Husrev-u Şirin”i. 4- Mercimek Ahmed’in “Kabûsnâmesi”. 5- Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin: “Muhammediyye”si ki; dini edebiyatımızda eşi bulunmaz bir şaheserdir.
II. Murad Hân’ın özet biyografisini bilâhare siz değerli okuyucularıma sunacağım. Zira; bizi, bizden koparmak isteyenlere karşı en müessir silâh sağlam bilgi, sağlam kültürdür.
ATATÜRK’ÜN “KOMÜNİZM” HAKKINDA GÖRÜŞLERİ:
(-: Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvveti Rusya’daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyid eder bir mahiyettedir.
Son zamanlarda memleketimizde komünizm esasatı üzerine teşekkül eden fırkalar da bu hakikati bittecrübe idrak ederek tatil-i faaliyet lüzumuna kani olmuşlardır.
Hattâ bizzat Rusların mütefekkirleri dahi bizim için bu hakikatın sübûtuna kail bulunuyorlar. Binaenaleyh, bizim Ruslarla olan münasebat ve muhadenetimiz ancak iki müstakil devletin ittihad ve ittifak esaslarıyla alâkadardır.) Cilt: II. Sahife: 26.
(-: Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist; ne biri, ne diğeri olmamalıyız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız. Hulâsa, bizim şekli hükûmetimiz tam bir demokrat hükûmetidir. Ve lisanımızda bu hükûmet “halk hükûmeti” diye yadedilir.) Cilt: II. Sahife: 72.
ATATÜRK DİYOR Kİ!...
“KOMŞU MÜNASEBETLERİ ÜZERİNE”
Komşumuz İran’ın günümüzdeki siyasî durumu ve bizim bu konuda nasıl bir politika takip etmemiz lâzım geldiği hakkında bir anahtar tavsiye. Okuyalım ve düşünelim:
Cilt: II. Sahife: 319.
(-: Türkiye-İran münasebetlerinin tarihi gözden geçirilirse bu iki memleketin dostluktan ayrıldıkları zamanlar en müşkül devirleri yaşamış oldukları görülür. Halbuki milletlerimizin tabii temayülleri ve yüksek menfaatleri icabı olan dostluk bağları kuvvetlendikçe, her iki millet kuvvetli hâle geldi ve refah buldu. Türkiye Cumhuriyeti bu hakikati tamamen idrak ederek İran dostluğunu siyasetinin en esaslı umdelerinden biri haline getirmiştir.)
MİLLİ BÜTÜNLÜK ÜZERİNE: Cilt: I. Sahife: 236.
(-: Efendiler!
Türkiye halkı ırkan veya dinen ve harsen müttehit, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve fedakârlık hissiyatiyle meşhun ve mukadderat ve menafi müşterek olan bir heyet-i içtimaiyedir...)
Sayın Cüneyt Arcayürek üstadım! Sözü daha uzatmakta bir mana görmemekteyim. Zira: (Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!) buyurmuş büyüklerimiz. Siz anlayan sınıftan olduğunuz için, bu kadarı yeterlidir inancındayım. Türk adı hiçbir zümrenin tekelinde değildir! Bu aziz vatanda yaşayan ve TCD Vatandaşlığına ait hüviyet cüzdanı taşıyan her fert Türk’tür! Bunun için sizlerden icazet almaya ihtiyaç yoktur!
Selçuklu ve Osmanlı Türkleri ise bizim ceddimizdir. Ceddimizin biz Türk Milletine en büyük hediyesi olan Atatürk’ümüzün adının arkasında gizlenip, atalarımıza sövme hakkını kimseye vermeyiz ve de Ermeni adını kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kötüye kullanmak isteyenler de bu mütevazı kalemi her daim karşısında bulacaktır!
Müşterek ve birlik içinde yaşayabilmenin yekdiğerinin inançlarına saygı göstermekten geçtiğini aşağı aldığım şu nefis dörtlük ne güzel anlatmaktadır:
“Yedi yer, yedi gök bünyâd olmadan,
Ay ile gün, yıldız icâd olmadan,
Dünya dedikleri abâd olmadan,
Kıbledir Muhammed, secdemdir Ali!”
-Bosnavî-
Görülüyor ki, Müslüman camia arasında dahi, birliğe davet başta gelmektedir. Nedeni basit: Aralarına sokulan kin ve nifak tohumlarının meydana getirdiği trajik hadiseler!...
Saygıdeğer okuyucularım! İnşallah yeni bir yazımda buluşuncaya kadar, Allah’a emanet olun der cümlenize mutlu yaşantılar dilerim efendim.