İngiliz ve Fransızların istek ve arzuları Çanakkale’de kursaklarında kaldı. Emelleri Çanakkale’de düğümlendi. Gayeleri üzerine kara bulutlar birikmeye başlarken, bizim de kararlılığımız vuzuha kavuştu, kendimize güvenimiz arttı. Önümüzde aydınlık bir ufuk açıldı.

Çanakkale, müşterek hâfızamız olan tarihimizin yani mazi ve istikbalimizin odaklaştığı merkezdir. Maziye bakan tarafıyla ibretler, istikbali gösteren yönüyle muştular sunan bir keyfiyet arzeder.

Çanakkale, insanlara hâdim olmak için, hâkim olmayı şeref bilenlerle; insanlara, onları sömürmek için hâkim olmak zilletini sertaç edenlerin karşılaştığı en kanlı muharebelerin cereyan ettiği bir yerdir.

Çanakkale savaşlarında teklif var, tehdit yok diyen Mehmetçiklerle, gaye için her şeyi mübah gören Makyavelistler vuruşmuşlardır. Batı tarihi, Batı’yı mahkum eder!

Bizim tarihimiz ise, bizi mahçup edecek her türlü ayıp ve kusurdan uzaktır. “Kökü mazide olan âti.” olmaya müştak ve hâhişger oluşumuzun hikmeti bu sırda gizlidir.

Bu anlamda Çanakkale, Doğu - Batı değerlerinin açık şekilde dünya - âleme sergilendiği tarihsel bir sır küpü denmeye sezadır.

Çünkü Çanakkale savaşlarında ölümü hayattan daha çok seven insanlarla; hayatı ölümden daha çok seven insanlar karşı karşıya gelmişler, ölümü sevenler, hayatı sevenlere galebe etmişlerdir.

Çanakkale destanı, imandan aldığımız ilhamla, takip ettiğimiz Nizam-ı Âlem davasını söndürmek isteyenlere karşı azîz-i vakt olan milletimizin, bizi zelil kılmak isteyenlere karşı asîl bir şahlanışıdır.

Batı, İslâm Âlemi’ni rahatça sömürmesine en büyük engel gördüğü, Nizam-ı Âlem idealine sahip Osmanlı Türkü’nü ortadan kaldırmak istiyordu. Bu uğurda öldürücü darbeyi ise, ancak Çanakkale’den geçiş sağlayabilecekti.

“Yiğit, savaşta belli olur.” hükmünce, insanın gerçek yüzü savaşta ortaya çıkar. Çanakkale’de Batı’nın gerçek yüzü ile Müslüman Türk’ün asîl çehresi yüz yüze gelmiştir.

Çanakkale’de tarihimizdeki sevgi, şefkat ve merhametle, Batı’nın kin, gayz ve nefreti karşılaşmış.

Her iki tarafın vasıfları, burada somut şekilde hesaplaşmak imkânı bulmuştur.

Çanakkale Zaferi, Batı’nın istikbale yönelik bütün oyunlarının bozulduğu bir arenadır. Hayat hakkımızın başımız dik ve vakur olarak doğrulanıp, kuvvetlendirildiği ve pekiştirildiği, artık:

“Dokunmayın bu arslana.” denildiği, milletlerarası hakimiyet savaşlarının âdeta finali ve istikbale ait, parlak kaderimize fetva verdirdiğimiz bir fermanıdır.

Çünkü “Çanakkale ruhu, Millî Mücadele Rûhu’nun başlangıcı oldu.” (Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, 7. Baskı, Ankara - 1991, Cilt.1, s:113-114.)

Çanakkale Zaferi, maddeten yurdu kurtaracak Kuva-yı Milliye’nin doğmasına sebep olurken, manen de kurtuluşumuza sebebiyet verecek ve milletin gören gözü, işiten kulağı, düşünen kafası olacak olan TBMM’nin de kurulmasını netice vermiş.

Ehl-i Hal ve Akd denen, yani memleket mes’elelerini çözüme götürecek ve bunu sağlamak için de, meşveret, şura ve danışmayı yani istişareyi düstur ve prensip edinecek vatanseverlerin bir çatı altında toplanmasına vesile olmuştur.

Genel manada bakacak olursak, İslâm Tarihi ve onun Asr-ı Saadet ve Hulefa-yı Râşidîn’den Sonra en parlak parçası olan İslâm-Türk Tarihi, gerçekten bir ahlâk ve faziletler resmi geçidi olup, dünya tarihinin de yüz akıdır. Batı ve Kuzey’in tarihi ise âdeta kan, kin ve düşmanlıkların sergilendiği bir arenadan başka bir şey değildir. Bunun son açık örneği Çanakkale’de ortaya kondu. Şayet insanlık tarihinden İslâm-Türk tarihini çıkarırsanız, geriye ancak pür-vahşet kapkaranlık devirler kalır.

Çanakkale zaferi, Millî Mücadele’ye atılmak için bize lâzım ve gerekli olan manevi gücü fazlasıyla vermiş, Kuva-yı Milliye denen Mücahitler, yurdu baştan başa sarmış, gönüllere istikbalin muştularını sunmuşlardır.