103 yıl önce bugün tan yeri ağarırken Gelibolu Yarımadası’nın güneyine iki İngiliz ve bir Fransız Tümeni ile iki Tümenli bir Anzak Kolordusu çıkmaya başlamıştı. Ayrıca Biga Yarımadası’na bir Fransız Tugayı, Saros Körfezi’ne de sadece bir konvoy ile gösteri harekatı icra edilmekteydi.

İngiltere, Fransa ve Rusya’nın katıldığı İtilaf Devletleri ile Almanya ve Avusturya, Macaristan İmparatorluğu’nun teşkil ettikleri İttifak Devletleri arasında Birinci Dünya Harbi 28 Temmuz 1914’te başlamış, Almanya 2 Ağustos’ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta da Fransa’ya saldırmıştı.

Doğuda Almanlar 29 Ağustos’ta bir Rus ordusunu imha etseler de Batıda Eylül ayı başlarında Marn Nehri kenarında Fransız savunması önünde duraklamışlardı.

Avusturya Orduları ise ne Rusya karşısında ne de Balkanlarda bir başarı sağlayamamıştı.

400 yıl Avrupa ve Asya’da, üç büyük yarımadaya, Balkan, Anadolu ve Arabistan yarımadalarına hükmeden Osmanlı İmparatorluğu; Avrupa topraklarına veda etmek zorunda kaldığı Balkan Harbi yaralarını henüz saramamıştı. Ve bütün Avrupa’nın Osmanlı topraklarında gözleri ve hedefleri de vardı.

- Ruslar yıllardır Boğazları ve sıcak denizlere çıkmak istiyordu.

- İngilizler için Rusların sıcak denizlere sarkmalarının önlenmesi ve petrol bölgeleri önemli idi.

- Fransa, Suriye ve Kilikya’ya göz dikmişti.

- İtalya eski Roma İmparatorluğu hayali içinde Antalya ve Batı Anadolu’nun peşindeydi.

- Yunan Megali İdeası’nın hedefi İstanbul ve Anadolu, Bulgarların gözü de İstanbul’da idi.

- Ayrılıkçı unsurlar da özerklik ve bağımsızlık yollarını zorlamakta yarış içinde, bütün Avrupa ve Rusya da bu unsurların arkasında idi.

Bütün bunlara rağmen Balkan Harbi’nden sonra da Osmanlı İmparatorluğunun, 25 milyon nüfusa ve 2 milyon km2 toprağı ile şüphesiz Avrupa dengelerinde hala özel bir yeri vardı.

Osmanlı; harpten önce topraklarını aralarında paylaşan İtilaf Devletleri grubunda yer alamamış, bilindiği gibi önce savaş dışında kalsa da üç ay sonra Almanya’nın yanında yer almış, Doğu Anadolu’da Ruslarla, Basra Körfezi’nde İngilizlerle savaşa başlamış. Suriye’de de Süveyş Kanal Harekatı’na hazırlanıyordu.

Balkanlarda Yunanistan ve Bulgaristan’ın henüz savaşa girmemiş olmaları da Osmanlının, Boğazlar ve Marmara bölgelerine yönelik hassasiyetini artırıyordu. Rusların da Odasa’da kuvvet bulundurmasının etkisi ile Trakya ve Marmara Bölgesine kuvvet kaydırılmıştı.

Doğu Anadolu’da Osmanlı, 1915 yılına Balkan Harbi felaketi gibi acı bir yenilgi ile başladı. Koca bir ordu elden çıkmıştı. Irak’a çıkan İngilizler Basra’yı ele geçirmiş, Cemal Paşa’nın Süveyş Kanalı’nı geçiş harekatı da başarılı olamamıştı.

Avrupa cephelerinde zor durumda olan Rusya’ya yardım etmek ve Osmanlı’yı saf dışı bırakmak için 18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransızların Çanakkale Boğazına taarruzları, malumları hüsranla neticelenmiş, yenilmez armada Boğaz’ı sahiplerine terk etmek zorunda kalmıştı.

O gün dünyanın bu en büyük ve yenilmez kabul edilen donanmasının 3 büyük zırhlısı, 2 muhribi, 7 mayın tarama gemisi, 900 askerle Boğazın sularına gömülmüş, 4 büyük zırhlısı da ağır hasar almıştı.

Mağlubiyeti kabul edip Boğazı terk eden bu mağrur donanmanın, artık taarruzu tekrarlayacak cesareti kalmamıştı. Bu defa İngiliz ve Fransızlar Gelibolu Yarımadası’nı işgal ederek Boğaz’ı açmaya karar verdiler. 83 bin kişilik bir ordu ile 234 parça gemi, 72 uçak ve lüzumlu donanımı Limni Adası’nda topladılar. Üç cephede savaşan Osmanlı Ordusu için dördüncü cephe açılıyordu.

İngilizlerin Planı; Seddülbahir’e çıkan kuvvetlerle Alçı Tepeyi Arıburnu’na çıkan kuvvetlerle Kocaçimen Tepe ve Eceabat Bölgesini ele geçirip Çanakkale Boğazı’nı açmak, bilahare karadan ve denizden İstanbul’u kuşatıp ele geçirmekti.

İngilizlerin Çıkarma Planı

3ncü Kolordu savunmakla görevli idi ve kıyıları kuvvetli tutarak düşmanın karaya çıkmasına mani olmak, çıktığı takdirde taarruzla denize dökmek esasına göre savunma tertibi almıştı.

İngiliz ve Fransızların 18 Mart yenilgisinin akabinde, Gelibolu Yardımadası’nın çıkış hazırlıklarının başlaması üzerine, Gelibolu’da yeni bir ordu kurulmuş, komutanlığına da Mart ayı sonunda Liman Von Sanders, mareşal rütbesi verilerek atanmıştı.

Liman Paşa mevcut savunma planını değiştirmişti. Buna göre ordunun altı Tümeninin ikisi Saros Körfezi bölgesini, ikisi Aliağa Yarımadasını, biri de Gelibolu Yarımadasını savunacak, bir tümen de Ordu ihtiyatı olarak tertiplenecekti.

Kuvvetler dağıtılmış, sıklet merkezi teşkil edilmemiş, düşmanın karaya çıkmasını önleyecek bir savunma tertibi alınmamıştı.

Saros Körfezi’nden Bozcaada hizasına 120 km olan savunma cephesinin yaklaşık 65 km’si Gelibolu Yarımadası’na çıkılacak kıyı şeridi idi. Cephenin yarısı kadar olan kesime bir tümen, tali bölgelere dört tümen tahsis edilmiş oluyordu. Ayrıca düşmanın uzun menzilli deniz topçusu da, Saros’tan ve Anadolu yakasından bölgeye kuvvet kaydırılmasını kolaylıkla önleyebilecek, en azından geciktirecekti.

Türk Ordusunun Savunma Planı

Liman Paşa’nın savunma düzeni ve konsepti yanlıştı. Endişelerini dile getiren 3ncü Kor.K.Esat Paşa, 9ncu Tüm. K.Alb. Halil Sami ve 19ncu Tüm.K.Yb. Mustafa Kemal’in yaptıkları itiraz ve teklifler reddedilmişti. 

25 Nisan sabahı İngilizler biri Fransa’ya ait üç tümenle Seddülbahir’e, Avustralya, Yeni Zelenda’nın iki tümeni ANZAK Kolordusu Arıburnu’na, Yanıltma Harekatı için bir Fransız Tugayı da Biga Yarımadası’na Kumkale’ye çıkmaya başladılar.

25 Nisan Durumu

Seddülbahir ve Arıburnu sahillerine çıkan düşmanı başlangıçta 9ncu Tümenin zayıf gözetleme birlikleri, ardından da 9ncu Tümen ve Ordu ihtiyati 19ncu Tümeni müdahale etti. Sahile çıkan askerleri düşman gemileri, seri ateşli uzun menzilli toplarla Seddülbahir ve Arıburnu sahillerini cehenneme çeviriyorlardı. Çıkan düşmanı Yarımadanın güneyinde 9ncu Tümenin zayıf gözetleme unsurları tespite çalışıyordu. Eceabat’ta bulunan İhtiyat Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal bizzat kendisi Conkbayırı’na ileri çıktı. 57nci Alaya da emir verdi, Conkbayırı’na sevk etti.

Derhal düşmana taarruz edilmeliydi.

19ncu Tüm. Ordunun İhtiyat Tümeni idi, taarruz için ordu komutanının izni ve emri gerekiyordu. Müsaade istedi.

Saat 08:00’de 57nci Alayın başında yola çıktı, hala bir emir alamamıştı. Kocaçimen Tepe’ye ardından Conkbayırı’na geldi. Anzak’ların önünden geri çekilen gözetleme unsurlarına rastladı.

Mermileri kalmadığını söyleyen askerlere “süngünüz yok mu?” diyerek durdurdu. Süngü taktırıp mevzi aldırdı.

57nci Alayı da taarruza sevk etti.

Muharebenin en kritik, en buhranlı anı idi.

Düşman durdurulmuştu. Zira Mustafa Kemal Conkbayırı’na Anzaklardan önce gelmiş ve Ordu Komutanlığından bir emir almadan Tümenini taarruza sevk etmişti. Düşman denize dökülememiş ama kıyıya kadar geri atılmıştı.

Sahile perişan bir şekilde çekilen Anzak Kor.K. Birdwod’un geri çekilme teklifini İngiliz Amiral Robeck kabul etmedi.

Güneyde de Seddülbahir’i savunan birlikler, çıkan İngilizleri dar bir şeride hapsetmeyi başarmıştı.

Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa ancak akşama doğru müdahale edebildi.

Daha sonraki günlerde de düşman, Kahraman Mehmetçik karşısında adım atamaz hale geldi.

Düşmanın yeni takviyelerle bütün gücünü toplayarak, 28 Nisan, 6 Mayıs ve 4 Haziran’da yeniden tekrarladığı taarruzları sonuç vermedi. Artık mevzi savaşları başlamıştı.

Taraflar siperlerde başlarını bile kaldıramaz halde idiler. Savaş adeta kilitlenmişti.

Bu kilidi açmak için düşman 6 Ağustos’ta yeniden şansını zorladı. Yeni kuvvetler getirdi.

İngiltere’nin Kuzeyden Kuşatma Planı

Kuzeyden taarruzla Türk Ordusunu kuşatmayı denedi. Anafartalar’da Conkbayırı’nda yine göğüs göğüse muharebeler cereyan etti. Mustafa Kemal de yine birinci hatta Conkbayırı’nda, bu defa bölgedeki bütün kuvvetlerin komutanı olarak düşmanın karşısındaydı. 10 Ağustos’ta Kahraman Mehmetçiğin yanı başında, göğsüne bir şarapnel isabet etti. Allah’tan cep saatine çarpmıştı. Kahraman Mehmetçik düşmanı yine durdurdu, ardından taarruzla geri attı. Geri çekilen düşman şansını 21 Ağustos’ta bir daha denedi ise de başarılı olamadı. Dar bir alanda sıkışıp kalan düşmanın deniz topçusunun uzun menzilli seri atış yapan topları, Mehmetçiği sahile yaklaştırıyordu. Düşman denize dökülemedi. Sonunda mağrur düşman 9 Ocak 1916’da Boğazı da, yarımadayı da esas sahiplerine, yardım edemedikleri Rusya’yı da kaderine terk edip gittiler.

Bu 8,5 ay süren savaş, dünyanın en güçlü ve yenilmez olarak nitelenen ordusunun Avrupa’nın Hasta Adamı Osmanlı önünde uğradığı büyük bir hezimetti.

18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’nı forsalayarak geçemeyen İngiltere ve Fransa, modern anlamdaki ilk amfibi harekatla Osmanlı’yı kolayca saf dışı edeceklerini değerlendirmişlerdi.

Ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı.

Bütün dünya hayret ve şaşkınlık içindeydi ve Avrupa’da 1916 başlarında Almanya ve Osmanlı’dan yana bir hava esmeye başlamıştı.

Çanakkale savaşlarından sonra İngiltere’de bile, İngiliz Komuta heyetinin başlangıçtan itibaren yanlış değerlendirmeler, plan ve hareketler içinde olduğuna dair değerlendirmeler yapılmaktaydı.

Öyle veya böyle, İtilaf Devletleri için Çanakkale geçilmezdi, geçemediler. 

Çanakkale Kara Muharebeleri tarihin en kanlı, tarihimizin de en şanlı savaşlarından biridir. 8,5 ay süren bu savaşa katılan düşman askeri sayısı 490 bin ordumuzun ise 500 bindir. Düşmanın zaiyatı 43 bini ölü 252 bin, bizim zayiatımız 57 bini şehit 213 bindir.

Her savaş gibi Çanakkale Savaşları’ndan stratejik anlamda alınacak derslerden, bir kaç hususa değinmek istiyorum.

1- İngiliz ve Fransız Orduları; binlerce km öteden, hem Boğaz’ı zorla geçiş harekatının hem de amfibi harekatın bütün hazırlıklarını, Kuzey Ege’de, Yunanistan’ın tahsis ettiği Limni Adası’nda, Bozcaada’da emniyet içinde, hiçbir müdahalemiz olmadan yapabilmişlerdir.

Donanmamız etkisiz, Hava Kuvvetlerimiz yok mesabesinde idi. Ege Denizi’ne İngiliz donanması hakimdi ve Limni Adası’nı, Bocaada’yı biz, Balkan Harbi’nde Yunanistan’a kaptırmıştık.

Bu adalar elimizde olsa, Ege Denizi’nin hiç değilse kuzeyinde kontrolü sağlayabilseydik; İngiliz ve Fransızlar ellerini kollarını sallayarak Çanakkale’ye gelebilirler, Gelibolu Yarımadası’na çıkabilir miydi?

Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Adası’nın konumu da bu açıdan önem ve özellik arz etmektedir.  

Malumları yakınlığı nedeni ile Kıbrıs Anadolu’ya atlamak için bir eşik, bir basamak durumunda, ayrıca Türk Ordusunun da Doğu Akdeniz’de tam bir İleri Karakolu konumundadır.

Doğu Akdeniz’de batmayan bir uçak gemisi, bir rampa, Süveyş Kanalı’nın adeta tıpası, Ortadoğu’nun da gözetleme kulesi gibi bilinen jeopolitik özellikleri yanında, Anadolu’nun emniyeti açısından Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in Limni’sidir.

Ege Denizi ile Ege Adalarının, Akdeniz’de de Kıbrıs’ın Türkiye’nin güvenliği açısından önemi ortadadır.

Bu dün böyle idi bugün de böyledir, gelecekte de böyle olacaktır. Zira bu sorun, bir coğrafya sorunudur.

2- İkinci husus kıyı savunma konsepti ile ilgilidir.

Bilindiği gibi Gelibolu’da kıyılar zayıf tutulmuş, daha başlangıçta düşmanın karaya çıkmasını önleyecek, çıkanların da karşı taarruzla imhasını sağlayacak bir savunma tertibi alınmamıştı.

Osmanlı Ordusunun komutasında etkili konumdaki Almanların tercihi ile Gelibolu da fazla İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin tespiti ve böylece Almanya’nın Avrupa yükünün azaltılmasının amaçlandığı apaçık ortadadır.

Silahlı gücümüzün kullanılma önceliği Almanya’ya kaydırılmış, Ordumuzun emir ve komutasının yabancılara devri maalesef onbinlerin hayatına mal olmuştur.

3- Bir diğer husus da Ordunun silah ve teçhizat durumu ve çeşitliliğidir. Malumları Ordumuzun silah ve teçhizatı hem çok eski hem de çok çeşitliydi. Silahlar da eğitim de değişik ülkelerden tedarik ediliyordu. Değişik kaynaklara ait silahların cephaneleri, donanımları, yedek parçaları birbirine uymadığından tedarik ve ikmal zorlukları had safhada idi. Ayrıca Donanmayı İngilizler, Kara Ordusunu Almanlar, Jandarma Teşkilatını da Fransızlar eğitiyordu.

Karma karışıktı.

Bu nedenle zaferin bedeli de çok ağır oldu.

Kendi kaynaklarımıza dönmenin, kendi ihtiyaçlarımızı karşılayacak imkanlara sahip olmanın zarureti, günümüzde daha da iyi anlaşıldığı mesafeler kattedildiği hepimizin malumlarıdır.

4- Düşman deniz topçusunun yüksek kabiliyetleri nedeni ile Gelibolu’da her türlü ikmali intikal, taarruz ve karşı taarruz gibi hareketler ancak gece yapılabilmiş, bu da zayiatımızı artırmıştır.

Düşmanın teknik ve sayısal üstünlüğü yanında ateş desteğindeki bu üstünlüğü, ancak kahramanlık ve fedakarlıkla telafi edilebilmiştir.

İlk 8 gün Arıburnu’ndaki zayiatımız 200’ü subay 14 bindir.

1 Mayıs’ı 2 Mayıs’a bağlayan gece Seddülbahir’de gece taarruzumuzda zayiat 16 bin, 19 Mayıs Arıburnu’nda da 9 bindir.

25 Nisan’da Seddülbahir’e çıkan İngiliz Tümeninin karşısında 27nci Alayın sadece bir Taburu vardı. Bu Taburun da ellerinde piyade tüfekleri ile birazda el bombası olan, Ezineli Yahya Çavuş komutasındaki 30 yiğitten ibaret bir takımı, Seddülbahir Köyü’nün batısında Göztepe’de, İngilizlerin bir Taburuna tam 13 saat adım attırmamıştı. Yahya Çavuş ve 30 Kahraman arkadaşı için bugün o mevzide bir anıt vardır.

Bu sade ve küçük anıtta şu destan yazılıdır.

Bir Kahraman ve Yahya Çavuş’tular.

Tam üç Alay’la burada gönülden vuruştular.

Düşman Tümen sanırdı bu şahane erleri,

Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular.

Çanakkale Savaşlarını Türk Ordusu; kahramanlığı, cesareti ve fedakarlığı ile kazanmış, o günün en güçlü donanma ve ordularını dize getirmiştir.

Her türlü övgünün üstündedir.

Tarihimizin altın yapraklarından birini teşkil eden Çanakkale Deniz ve Kara Savaşları, Balkan bozgunu ardından, Birinci Dünya Harbi’nde de Sarıkamış faciası ile Irak ve Süveyş kanalı başarısızlıkları sonrası, Türk Milletini ayağa kaldırıp, Kurtuluş Savaşı kadrolarını ateşlemiştir. Hasta Adam’ın içindeki zinde bir Milletin varlığını ortaya koymuştur.

Ayrıca Rusya’nın erkenden çöküşüne ve savaşın iki yıl daha uzamasına da neden olan Çanakkale Kara Savaşları; 20nci yüzyıla damgasını vuran, mazlum milletlere kurtuluşun yollarını açan, Yüce Ulusumuzu kendi vatanında esaretten kurtaran, Cumhuriyetimizin banisi, Türklerin Atası Mustafa Kemal’i tarih sahnesine çıkarmıştır.

Bu savaşta 25 Nisan’da, 6 Ağustos’ta muharebelerin en kritik ve buhranlı günlerinde Mustafa Kemal en anlamlı müdahaleleri yaparak harbin seyrini çelmiş, kaderini değiştirmiş, Cumhuriyetin önsözünü yazmıştı.

Çanakkale’de her Türk ailesinin mutlaka ya bir Şehit Kahramanı ya da şerefli bir Gazisi vardır ve ZAFER’e her Türk ortaktır. Tarih durdukça da Muhteşem Çanakkale Zaferi milletimizin övünç kaynağı olacaktır.

Mehmet Akif’in; “İsteme benden makber, sana aguşunu açmış duruyor Peygamber” diye seslendiği Çanakkale’nin Kahraman Şehitlerini ebediyete intikal etmiş bütün yiğitlerini, aslanlarını, başta Çanakkale’nin göz kamaştıran prestiji ve eşsiz ve büyük komutanı, Devletimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün komutanlarını minnetle, şükranla anıyorum ve büyük bir saygı ile selamlıyor ve Ulu Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Mekanları cennet, ruhları şad olsun.