CAHİLİYYE ASABİYYETİ!... (2)

Abone Ol


İnsanlar birbirleriyle karşılaştıklarında, bir topluluğa mülâki olduklarında, kendilerine ait evlerine girdiklerinde veya bir başkasının evine girmek istediklerinde, yapılabilecek en güzel “tahiyye”, İslâmî usûlde ve sünnete uygun olarak selâmlaşma tarzıdır. “Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir, herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.” (Nûr 24/27)...
Bulunduğunuz yere, evinize, büronuza tanımadığınız birisi geliyor. Niçin geldiği, ne söyleyeceği, ne yapacağı belli olmayan birisi, hayır için mi, şer için mi, niçin geldiği bilinmeyen birisi, “Es-selâmû Aleyküm,” diye selâm verince, muhatap kendisi, selâm ve selâmet’le tebşîr edildiğinde, rahatlar, gelen kimselerin kendisine zarar vermeyeceği hususunda emniyette olur.
Hazret-i Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Müslüman odur ki, diğer Müslümanlar onun elinden ve dilinden sâlim olalar.”
İbn-i Abbas’dan gelen bir rivayete göre meşhûr olan, Selâm’ın, esas i’tibariyle sünnet olduğudur.
Selâm, Şeâir-i İslâm’dandır (İslâm’ın en önemli alâmet’lerindendir.) İslâm’ın önemli alâmet’lerinden birisini izhar etmek, ifşâ etmek, yaymak vacibtir. İslâm’da sünnet olan selâmlaşma, vedalaşma usulleri:
Öncelikle, “Selâmün Aleyküm” veyâ “Es-Selâmü Aleyküm,” denilerek ve mutlakâ bu özel cümleler kullanılarak selâm verilir, vedâ edilir.
Tirmizî’nin rivâyet ettiği ve çok güzel bir hadistir, diye hükmettiği, Enes İbn-i Mâlik hadisi şöyledir:
- Hazreti Enes diyor ki, Birisi Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem’e
- Biz Müslüman’lardan birisi, mü’min kardeşine ve bir dostuna mülâkî olunca ona ta’zimen eğilmeli midir? diye sordu. Resûl-i Ekrem cevaben:
- Hayır, eğilmemelidir, buyurdu. O kimse:
- Onu kucaklayıp öpmeli midir? diye sordu. Resûl-i Ekrem:
- Hayır, diye cevap verdi. Tekrar o kimse:
- Musafaha edip el tutuşmalı mıdır? dedi.
Resûlüllah salla’llâhu aleyhi ve sellem bu suale cevâben:
- Evet, diye tasdîk ve tasvîp buyurdu.
SELÂMLAŞMA’DA MUSAFAHA:
Berâ İbn-i Âzip, Resûlüllah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:
- İki Müslüman buluştuklarında, musafaha ederler, Allah Azze ve Celle’ye hamdederler ve istiğfar’da bulunursalar, her ikisinin de günahları bağışlanır. Ebû İshak ve Berâ’dan rivayet edilen bir başka Hadis-i Şerif’te:
Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “Herhangi iki Müslüman buluştuklarında musafaha ederseler, ayrılmadan evvel her ikisi de bağışlanır.”
Enes İbn-i Mâlik’den, Yemen’den bir topluluk Medine’ye, Resûlü’llâh’ın huzuruna gelmişlerdi de, Resûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem, “Ashabım, Yemen ehli size geldi ve onlar musafaha ile gelen ilk topluluktur.”
Selâmlaşmada, musafaha ile muaneka, zaman zaman, karıştırılıyor. Musafaha, iki Müslüman karşılaştıklarında, sözlü selâm’dan sonra, eğilmeden bükülmeden, birbirlerinin ellerini tutarak musafaha ederler.
Muaneka: İki kişinin ellerini birbirinin boynuna dolayarak kucaklaşmasıdır.
Her selâmlaşma sırasında muâneka caiz midir?
Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayet olunduğuna göre, Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
- Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir kerre) gündüzün bir parçasında (Hâne-i Saâdat’dan) çıkıp ne o bana ne ben de ona bir şey söylemeyerek Kaynuka Çarşısına gelinceye kadar (yürüdü). Sonra buradan dönüp Fâtıma radiya’llâhu anhâ’nın evinin önünde bir kenara oturdu. Ve (Haz.Hasan’ı kastederek)
- Küçük orada mısın, küçük orada mısın? diye sordu.
Hazreti Fâtıma çocuğun derhal evden çıkmasını biraz geciktirdi. Zannedersem bu az zaman içerisinde çocuğu vâlidesi giydirmişti; yâhut saçını başını yıkayıp taramıştı. Sonra çocuk koşarak geldi. Resûl-i Ekrem çocuğu kucakladı; ve öpüp kokladı, sonra:
- “Allah’ım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!” diye du’a buyurdu.
Resûl-i Ekrem’in torunu yaşındaki Enes İbn-i Mâliki yanına alıp çarşıya gidip dolaşması, sonra Haz.Fâtıma’nın evinin önünde bir tarafa, muhtemelen toprak bir zemine oturması, çocuklara iltifat ederek onları kucaklaması, Resûl-i Ekrem’in eşsiz ve müstesnâ tevâzu’unu gösterir.
Bu Hadis-i Şerif’ten, muâneka dediğimiz, omuz omuza, kucaklaşmayı ve kucaklaşmanın cevazı da istifade olunabilinir.
Muâneka’nın hükmünde ulema ihtilâf etmiştir: Muhammed İbn-i Sirin, Abdullah İbn-i Avn, Ebû Hanîfe Muhammed, muâneka’nın kerahetine (kerih-çirkin olduğuna) hükmetmişlerdir. Bunların dayandıkları delil, yukarıda teferruatlı olarak aldığımız, Tîrmizî’nin rivayet edip, güzelliğine hükmettiği, Enes İbn-i Mâlik hadisidir.
Diğer taraftan Şa’bî Ebû Miclez, Lâhik İbn-i Hümeyd, Amr İbn-i Meymûn, Esved İbn-i Hilâl, Ebû Yusuf, muâneka’da herhangi bir beis yoktur demişlerdir.
Bu âlimler, bu içtihadı, Ömer İbn-i Hattab radiya’llâhu anh’den de nakledilmiştir. Bunlar da, Tahâvî’nin Ca’fer İbn-i Talib’den oğlu Abdullah vasıtasıyla rivayet ettiği şu mealdeki hadisi delil ve huccet göstermiştir:
- Ca’fer Hazret’leri; biz Necâşî’nin yanından dönüp geldiğimizde Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, beni kabul buyurup kucakladı, demiştir ki, bu hadis’in bütün râvîleri son derece güvenilir kimselerdir. Bundan başka, Tahâvî: Ashab-ı Kiram’dan pek çoğunun birbiriyle muâneka ettiklerini rivayet ederek, Ashab-ı Kirâm’ın bu fiil ve hareketleri muâneka’nın mübah olduğu hakkında Resûl-i Ekrem’den rivâyet olunan haberlerin nehyine (yasak olduğuna) dâir haber’lerden daha çok ve güvenilir olmasıdır.
Telvih’de ise: Deniliyor ki; “Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in Haz.Hasan ile muâneka buyurması muâneka’nın mübah olduğuna delâlet eder,”
Süfyân-i Servî, Resûl-ü Ekrem’in Habeşistan’dan dönen Ca’fer ile muâneka buyurmalarını delil göstererek, muâneka’nın mübah olduğunu söylemiş, buna mukâbil, İmam-ı Mâlik, Peygamber’imizin Ca’feri muâneka buyurması, taraf-ı Peygamberî’den Ca’fer’e husûsî bir taltif olarak kabul edilmelidir, diyerek, kerâhetine kâil olmuş ve bid’attır, demiştir.
Süfyân-i Servî, İmam-ı Mâlik’e: Ca’fer’i diğerlerinden ayıran cihet nedir? diye sormuş ve fakat İmam-ı Mâlik bu suale cevap vermemiştir.
Hidâye Sahibi, Hanefî Ekolüne tâbi imamların nokta-i Nazar’larını hülâsa ederek diyor ki, muâneka hususunda ashabımız, Hanefiyye imamlarının arasındaki ihtilâf bir izar (tek bir içlik) ve bir gömlekle yapılan muâneka’ya ait’dir. Yoksa, giyinmiş kuşanmış iki mü’min’in birbiriyle muâneka’sında bir beis olmadığında bütün ashabımız ittifak etmişlerdir. Sahih olan da budur...
SELÂM’LAŞMA BİD’ÂTLERİ:
Azîz Milleti’mizin tüm mukaddesatını tersyüz edip, İslâm inancından, İslâm ahlakından, bin yıllık güzel âdet ve anane’lerinden uzaklaştırmak isteyenler, İslâmî ve sünnete uygun selâm’laşma yerine başkaca selâm ve veda usulleri empoze ettiler.
- Öğleden önce karşılaşıldığında, “Günaydın” öğleden sonra karşılaşıldığında ise, “Tünaydın” denilecek denildi. Milletimiz buna zorlandı.
Mektepler’de, ilkokul’dan-üniversitelere kadar, sınıfa giren hoca’lar, öğleden önce “Günaydın” öğleden sonra “Tünaydın” diye çocukları bağırttılar, hâlâ da bağırtmaya devam ediyorlar. Kazara, sınıfa giren bir öğretmen ağız alışkanlığı ile, sınıf’taki çocuklara, “Selâmün Aleyküm” diye selâm vermişse, “mürteci’dir” denilerek fişlenmiş, işine son verilmiştir.
Herhangi bir devlet dâiresinde veya kamu’ya ait bir iktisâdi teşekkül’de, me’murlardan birisi, “Selâmün Aleyküm” diye selâm verse hemen fişlendi, açığa alındı, işine son verildi.
Allah aşkına! “Günaydın”, “Tünaydın” gibi cümlelerle ne temennî ediliyor? Tamâmen bulutlarla kaplı, yağışlı, neredeyse gözgözü görmüyor, fakat hep birden bağırıyorlar, “Günaydın”, gece’nin zifiri karanlığında, hep birden bağırıyorlar, “Tünaydın” ne ifade ediyor?
Toplumumuzda, bir Hıristiyan âdeti olarak ellerin, parmakların ağıza götürülmesi bir Yahûdî’lik adeti olarak, elle-parmakla işaret edilerek selâm verilmesi, yine bir mecûsî’lik geleneği, yerlere kadar eğilerek, reverans yapılarak selâmlaşma ve vedalaşma bid’atı yaygın durumdadır.
Bir de son yıllar’da yaygınlaşmaya başlayan bid’atlar vardır ki, maalesef, bu bid’at pekçok yerde cami cemaati arasında bile yaygındır; Müslüman’lar birbirleriyle karşılaştıklarında, erkek erkeğe, kadın kadına, ba’zen çaprazlama olarak, erkek kadın, kadın erkek birbirlerinin yanaklarından öpüyorlar.
Bu bid’atı maalesef, siyâset adamlarımız ihdas etmişlerdir. Hattâ, içlerinden ba’zıları, bilmem şu kadar insan’a elense yapmakla, şu kadar insanı öpmekle şöhret olmuştur.
Son yılların en yaygın bid’atlerinden birisi de Müslüman’lar birbirleriyle karşılaştıklarında, tokuşuyorlar! Hayır hayır! Yanlış anlamadınız, resmen birbirleriyle tokuşuyorlar. Namaz kılmak için cami’lere gelenler, cami’ye girmeden önce tokuşuyorlar, cami’den çıkınca bir kerre daha tokuşuyorlar.
Çarşı-Pazar’a çıktıklarında, karşılaştıklarında, bir kerre daha tokuşuyorlar. Müslümanlar her karşılaştıklarında, aynı gün içinde def’alarca karşılaşmış olsalar bile, her seferinde, mutlakâ selâmlaşmalıdırlar. Bu selâmlaşma sırasında, musafaha etmeleri, her ikisinin de günahlarının bağışlanmasına vesiyle olur. Hazreti Peygamber’in, salla’llâhu aleyhi ve sellem’in Habeşistan’dan dönen Ca’fer’i muâneka (omuz omuza sarılarak karşılaması) etmesi, muâneka’nın günübirlik karşılaşmalarda değil, uzun yolculuklardan sonraki karşılamalarda, Hac Seferinden dönüş, gurbetten sıla’ya avdet gibi durumlarda olması sünnete ve akla daha uygun gibi görünüyor...
Selâm’laşma’da, günlük hayatımızda, kimleri öpebiliriz? (İnşâ Allah! Gelecek yazıda...)