Çağlar boyunca Türk toplumlarında kadın
Jinekolog Operatör Dr. TÜRKER KAVAS;
Genç kızlarımıza, anne adaylarına ve annelere; sağlık ve mutluluk reçeteleri sunuyor,
İki dünya saadeti müjdeliyor.
GİRİŞ
ÇAĞLAR BOYUNCA TÜRK TOPLUMLARINDA KADIN
Eski çağlardan günümüze intikal eden en önemli Türk destanlarından biri Bozkurt Destanı, diğeri Ergenekon Destanı’dır. İki destanda da Türklerin kurttan türemiş olduğu anlatılır. Bu anlatımlar, düşünce zemininde bizi ‘Kurt Ana’ olgusuna götürür. ‘Ana’ yâni ‘kadın.’ Buradan hareketle; ‘Türk toplumunun temeli kadındır.’ Hükmüne varmak mümkün.
‘Ana başta tâc imiş
Her derde ilâc imiş
Bir evlat pîr olsa da
Anaya muhtâc imiş’
Dörtlüğü de Türklerin anaya yâni kadına verdiği önemi gösteriyor. Batı edebiyatında kadın hakkında söylenmiş böylesine içten, böylesine kadını yücelten sözlere rastlamak mümkün değildir.
Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır. Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde, hakanların yanında ‘hâtun’ olarak anılan eşleri de söz sahibiydi. Hâtunlar, erkekleriyle birlikte savaşa katılırlar, savaş kararının alınmasından barış sözleşmesinin imzalanmasına kadar her safhada fikirleri alınırdı. Kabaç Hâtun, genç yaşta vefat eden eşinin yerine geçen küçük yaştaki oğlu adına devletini başarı ile yönetmiştir.
* * *
Bir destan kahramanı olan Manas, Çin’e hücum etmek için ordusunu toplayıp askerlerine ateşli bir konuşma yapmış, sefere çıkmadan önce, eşi Kanıkey’in çadırına uğramıştır. Çadıra girdiğinde Kanıkey’in kadınları silahlandırarak savaşa hazırladığını görmüştür. Kanıkey’in fonksiyonu kadınları silahlandırmakla ve savaşa hazırlamakla sona ermemiştir. Kanıkey, savaş hakkında düşüncesi sorulduğunda, cevâben bir gün beklenilmesinin doğru olduğunu söylemiş ve komutan bu tavsiyeye uymuştur.
Altay destanlarında anlatıldığına göre kahramanlar, eşlerinin veya kızkardeşlerinin sadâkat ve gayretleriyle ölüm felaketinden kurtulmuşlardır.
Destan kahramanlarının hemen hemen hepsi, annelerinin veya ablalarının nezâretinde büyümüşlerdir.
Türklerde bayan ismi olarak kullanılan ‘Türkân’, ‘Terken’ kelimesinden gelmektedir. Terken, Karahanlılarda, Selçuklularda ve Harezmşahlarda, melikelere, yâni devlet yöneten hanımlara verilen unvandır. Hükümdarların zevceleri de ‘Terken’ unvanı taşıyorlardı. Onlar da devlet idâresinde ve politikada önemli roller üstlenmişlerdir. Terkenlerin kendilerine ait iktaları, askerleri ve gelirleri vardı.
Türklerde kadınların devlet yönetiminde ve savaştaki görevleri, İslamiyet’i kabullerinden sonra da devam etmiştir. Delhi Sultanlığı’nda Raziyye Hâtun, babası Şebseddin İltutmuş tarafından (erkek kardeşleri bulunmasına rağmen) veliaht ilân edilmiş 1236 yılında tahta oturmuş, 1240 yılında şehit edilinceye kadar ülkesini yönetmiştir. 1250 yılında Mısır tahtına çıkan Secer et Dür Hâtun, Haçlı saldırılarına karşı büyük zafer kazanmış, Fransa Kralı 9. Louis’i esir almıştır.
Eski Türk aile yapısı karşılıklı sevgi ve saygı temeline oturtulmuştu. Aile yapısı ‘ataerkil’ olarak isimlendirilmiş olmakla birlikte Türk ailesinde sınırsız bir baba korkusu veya dayanılmaz bir baba baskısı yoktu. İlişkiler, saygı-sevgi, himâye-hizmet esâsına dayanıyordu. Evli kadının eşine bağlılığı kayıtsız şartsızdı. Çünkü aile, toplumun temeli idi. Türklerde aile kavramının yüceliğini, Türklerin en eski yazılı edebî kaynaklarından biri olan Dedekorkut kitabında en muhteşem şekliyle görmek mümkündür:
‘Beri gelgil bahtı, evim tahtı, han babamın güveyisi, kadın anamın sevgisi, atam anam verdiği, göz açuben gördüğüm, gönül verip sevdiğim a Dirse Han…. vay al duvağın iyesi, vay alnım başım umudu, vay şah yiğidim, vay şahbaz yiğidim. Göz açuben gördüğüm, gönül verip sevdiğim, bir yastığa baş koyduğum, yolunda öldüğüm, kurban olduğum. Senden sonra bir yiğidi sevip varsam, bile yatsam, ala yılan olsun beni soksun.’
Bu heyecan verici duygu yüklü sözler, kadının kocasına ne ölçüde bağlı olduğunun çok net bir göstergesidir.
Bamsı Beyrek hikâyesinde kız ve erkek evladın eşit tutuluşu göze çarpar. Oğuz ailesinin bireyleri birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ana, baba ve evlatlar daima birbirlerinin yardımına koşarlar. Çocuklar için ana-baba hakkı Tanrı hakkıdır. Sefere çıkarlarken veya bir yere giderken anadan babadan izin almak, onların hayır duasını kazanmak yerleşmiş bir gelenektir. Baba sözü mutlaka dinlenir. Bunu Dede Korkut’un şu cümlesinden daha iyi anlıyoruz:
‘O zamanda oğul baba sözünü iki eylemezdi. İki eylese o oğlanı kabul eylemezlerdi.’. Buradaki itaati körü körüne bir itaat olarak değerlendirmemek gerekir.
Benzer bir tespit de Marko Polo tarafından yapılmıştır: ‘Ailede büyüklere karşı büyük saygı var. Küçükler anne babalarına hürmet ediyorlar. Ve bu hürmeti de isteyerek yerine getiriyorlar. İtaat, küçükler için en mukaddes vazife sayılıyor. Eğer bir çocuk anne ve babasının dediklerini yerine getirmezse veya onların istediği gibi hareket etmeyip, ebeveynini üzerse, anne-baba çocuğu, doğru hükümetin tâyin ettiği bir mürebbiyeye götürüyor.’
Eski Türklerde aile ile ilgili diğer özellikler şöylece özetlenebilir:
Yunan, Roma, İran ve Mısır ile diğer topluluklarda görülen yakın akraba ile evlenme, birbirlerinin eşlerini satın alma, karısını çocuk yapması için başkasına takdim etme, İslamiyet öncesi Araplarda olduğu gibi kız çocuklarını yakma veya toprağa gömme gibi adetlere Türk ailesinde rastlanmaz.
Osmanlı Devleti’nde pâdişah anaları, mevki itibâriyle pâdişahtan sonra gelirdi.
Köylerde ve kasabalarda yaşayan kadınlar, her alanda eşlerine destek oluyordu. Kurtuluş Savaşı yıllarında, erkeği cepheye giden Türk Kadını, çocuğunu yetiştirmiş ve evinin geçimini sağlamıştır. Hatta silâh ve cephane taşıyarak savaşa katılmıştır. Bu davranışı ile Türk Kadını, Türk toplumundaki önemli yerini bir defa daha ispat etmiştir.
Atatürk, kadınlarımızın medenî, siyasal ve sosyal haklarına kavuşması gerektiğine inanıyordu. Türk kadınının bu durumunu Atatürk şu sözü en güzel şekilde ifade eder: ‘... Dünyada hiçbir milletin kadını, ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu Kadını kadar gayret gösterdim diyemez.’
Türk toplumunda ailenin, ailenin içinde de kadının yeri ve önemi büyüktür.
Türkiye'de aile çağdaş hukuk anlayışına uygun olarak medenî kanun esaslarına göre kurulmuştur. Kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması, sosyal uzlaşmanın en önemli şartlarından birisidir.
Sosyal hayatta böylesine önemli bir yeri olan kadınlarımızın mutlaka sağlıklı bir hayat yaşamaları gerekmektedir. Kadın sağlığı bu sebeple çok önemlidir.
Bu önemli konuyu, kadınlarımızı bilgilendirmek maksadıyla Kadın Hastalıkları Uzmanı Jinekolog Operatör Doktor Türker Kavas Beyefendi ile konuştuk. Konusunda üst derecede bilgi ve tecrübeye sâhip olan Türker Kavas, sosyal yönü de güçlü bir kültür adamıdır. O’nun bu özelliklerini, verdiği cevapların her satırında görmek mümkündür.
İyi okumalar…
Oğuz Çetinoğlu: Dünya, üretim üzerine kurulmuştur. Şüphesiz kadını yalnızca üretim aracı olarak görmek fâhiş hatâdır. Fakat bilinmektedir ki kadınların en önemli özelliklerinden biri de üretken oluşlarıdır. Onların üretkenlikleri ruhî ve bedenî sağlıkları ölçüsünde verimli olur. Sizinle kadın sağlığı, üretkenliği ve mutluluğu üzerine konuşmak istiyorum.
Birinci sorum şöyle: Sebepsiz korkular ve temelsiz endişeler sebebiyle evlenmeyen bayanlar, evlenen ve anne olan bayanlara göre daha sağlıklı bir hayat yaşama şansına sâhip olabilirler mi?
Dr. Türker Kavas: Her canlı çok büyük özenle yaradılmıştır ve yaradılışda insana düşen görev sunulan hayatı, emanet edilen bedeni layığı ile korumak, verilen görevleri yapmak ve neslini devam ettirmektir. İnsanın kendi hayatını, sağlık ve mutluluğunu, doğru hedefler seçerek devam ettirmesi gerekir.
Hayatımız boyunca yaradılışı düşünmek ve şükretmek dünyaya ana geliş sebebimizdir. İnsan; sâhip olduğu muhteşem genetik yapıyı, edindiği bilgileri, sonraki nesillere aktarmakla görevlidir. Tabiat, Cenab-ı Allah’ın sonsuz boyut ve sonsuz gücünün cüzi lütuflarından sâdece birisidir. Tabiatı, her şeyi sunan güç olarak düşünmek yanlıştır. Çünkü tabiatı da Allah (cc) yaratmıştır. Yaradan üremeyi kolaylaştırmak ve üremeyi canlının keyfine bırakmamak için genetik yapıyı cinsî arzularla, annelik ve babalık duygularıyla veya içgüdüleriyle donatmıştır. Esasında hayat sevmekle başlar. Her şeyin sevmekle başladığı gibi, sperm; yumurtayı dölleyince oluşan embriyo, ana rahmini yani yerleşeceği, yuvalanacağı yeri severek büyür ve hayata tutunur.
Bu ön açıklamadan sonra sorunuzun cevabını şöyle verebilirim: Evlenen bayanlar, evlenmeyen bayanlara göre mutlak surette çok daha sağlıklı yaşarlar. Kadın vücudu tam anlamıyla üremeye yönelik yaradılmıştır. Rahim her ay gebeliğe hazırlanır, gebelik oluşmadığı takdirde bir sonraki aya yeniden hazırlanır. Buluğ çağından itibaren düz göğüs dokusu, meme dokusuna dönüşür ve emzirmeye hazır hâle gelir. Emziren annelerde meme kanseri çok daha az görülür. Rahim kanseri ise, cinsî hayatı tek eşli olanlarda az görülür. Çok kişi ile cinsî temasta bulunanlarda ise rahim kanserine yakalanma ihtimali çok daha fazladır. Buradan çıkan netice şudur: kadın bedenleri, tek eşli cinsi hayata göre yapılandırılmıştır.
Ayrıca evlilik, ruhî ve bedenî sağlığı da beraberinde getirir. Evlilikte mutlak sadakat, eşlerin sağlıklarının bekçisidir, garantörüdür. Evlilik düzenli yaşamayı, düzenli beslenmeyi, düzenli uyumayı ve düzenli çalışmayı kaçınılmaz kılar. Özet olarak evlilik toplum sağlık ve mutluluğunun değişmez ilacıdır. Bir başka ifâde ile olmazsa olmazıdır.
Evlenmek ve çoğalmak dinimizin gereğidir. Evliliği düşünmemek veya ertelemek, ötelemek gibi uygulamalar, birçok mâzeretle savunuluyor. Bunların başında maddî imkânsızlıklar, çalışmak arzusu, mesleğinde ilerlemek ve yükselmek, kariyer yapmak tahsiline devam etmek, doçent, profesör olmak… gibi sebepler ileri sürülebilmektedir. Evlilik, bunların hiçbirine engel değildir. Çocuk sâhibi olmak da bu düşüncelerin ve hedeflerin gerçekleşmesine mâni olmaz. Bu istekler ve meşgaleler ile birlikte evlilik ve çocuk doğurmak pekala mümkündür. İnsanın maddî istekleri ve boyutları sınır tanımaz. İyinin en büyük düşmanı daha iyidir. Daha iyinin düşmanı da en mükemmel olandır. Tam da bu noktada, olanla yetinmeyi öğrenmeliyiz. Atalarımız bir cepheden bir cepheye geçerken, evlerine uğrar eşleriyle görüşür ve üretkenliklerinden tâviz vermeden, nüfusumuzun sayı itibâriyle gerilemesine müsaade etmezlerdi.
Vücudumuzdaki her organ işlev görmek için yaratılmıştır. Bir organın çalışması, diğer organların çalışmasını ve düzenini sağlar, dişlilerin birbirini çevirmesi gibi… Hormonlar, enzimler sıralı bir düzende birbirlerini tetikleyerek ve destekleyerek çalışırlar. Biri aksadığı zaman, sonraki işlemler de aksar. Bu aksaklıklar, sağlıksız bir hayatın oluşmasına yol açar.
Çetinoğlu: Evlenme çağına erişip de henüz bir yuva kuramamış, evlenmiş olup da henüz evlat sâhibi olamamış ve dahi, anne olmuş bayanlara, mutlu ve sağlıklı bir hayat yaşayabilmeleri için tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?
Kavas: Evlenmemiş veya evlenip de çocuk doğurmamış hanımların da mutlak surette en az 8-10 aylık aralıklarla jinokolojik muayeneleri, meme kontrolleri yapılmalıdır. Bu demek değildir ki evli ve/veya çocuk sâhibi bayanların kontrole ihtiyacı yoktur. Onlar da periyodik kontrollerini yaptırmalıdırlar. Söylemek istediğimiz şudur. Evlenmemiş ve/veya çocuk doğurmamış bayanların kontrolleri daha bir titizlikle yapılmalıdır. Çünkü onlarda tehlike sinsi seyredebileceğinden daha büyük dikkat gerektirir
Ancak sağlıklı kadınlar; sağlıklı çocuklar ve sağlıklı nesiller yetiştirebilir. Sağlıklı nesiller ise, dinimizin, milliyetimizin ve sâhip olduğumuz bütün değerlerin güvencesidir.
Çetinoğlu: Genç kızlar arasında; doğum korkusu ve kendisini anne olmaya hazır görmemek gibi sebeplerle evlilik aleyhtarı görüş ve düşüncelere sâhip olanların varlığı gözlemleniyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Tavsiyeleriniz nelerdir?
Kavas: Bu endişeler tamamen yersizdir. Birinci sorunuzu cevaplandırırken belirttiğim gibi Cenab-ı Allah bayanları, bir erkeğe eş olacak ve doğuracağı çocuklarına anne olacak şekilde yaratmıştır. Bayanların gerek evlenmelerini, gerekse anne olmalarını engelleyecek hiçbir korkuya mahal yoktur. Evlenme yaşına gelmiş bayanların evlilik hayatlarında ve annelik dönemlerinde; sırf evlenmiş ve çocuk sâhibi olmuş olmaları sebebiyle fazladan problemlerle karşılaşmaları söz konusu değildir.
Çetinoğlu: Evlilik ve annelik hakkında olumsuz görüşlere sâhip genç kızlara bir mesajınız var mı?
Kavas: Elbette!
Toplumdaki her fert yuva kurmak ve çocuk sâhibi olmak ister. Çocuk sâhibi olmak, karşı konulmaz bir istektir. Ancak gerek yazılı, sesli ve görüntülü medyada gerekse sosyal çevrede lüzumsuz ve yanlış bilgiler evlilik ve annelik gibi muhteşem süreçten kadınları soğutuyor. Bir takım batılı hayat tarzları bizlere alıştırılmaya çalışılıyor. Evliliğin, evlilikte sadakatin, evlilikte çocuk sâhibi olmanın sayısız erdemlerini her aracı kullanarak sevdirilmesi benimsetilmesi ve mukaddes olduğunun anlatılması başlıca vazifelerimiz olmalıdır. Kadında doğurganlık, hayatın sadece olgunluk çağında mümkündür. Çocukluk, erken ergenlik ve yaşlılıkta doğurganlık olamayacağından veya olsa bile hem anne, hem bebek açısından sağlıksız olacağından bu nadide zamanı çok iyi değerlendirmeliyiz. Evliliği ötelemeden, geç kalmadan evlenip çocuk sâhibi olmaya gençleri özendirmeliyiz. Çünkü gecikmeler geriye dönüşsüz pişmanlıklara sebep olmaktadır.
Çetinoğlu: İlk ilişki korkusunun sebebiyet vereceği rahatsızlıklar hakkında bilgi verir misiniz?
Kavas: Psikosomatik ayrıca tıbbi ve teknik konudur. Herkesin anlayabileceği şekilde ifâde etmeye çalışayım.
İlk ilişkinin ağrılı ve kanamalı olacağı korkusundan, ‘vajinismus’ denilen bir rahatsızlığa nâdiren de olsa rastlanmaktadır. Vajina girişindeki kaslar istem dışı kasılır. Bu sebeple cinsî birleşme zorlaşır veya gerçekleşemeyebilir. Sebepleri genel olarak psikolojiktir. Ancak, anatomik yapıya bağlı olarak da uyumsuzluk olabilir. Ayrıca karın içi organlarda, ağrıya sebebiyet verebilecek patolojik iltihabî olaylar da söz konusu olabilir.
Bu gibi durumlarda eşler birlikte bilgilendirilmeli eğitilmelidir. Cinsî ilişkilerde kontrol kadındadır. Kadın istemediği sürece, erkek ısrarlı olmamalıdır. Veya mahâretini kullanıp, eşini ilişkiye hazırlamalıdır. Unutulmamalı: kadın ve erkek iç çamaşırlarının alt kısmını çıkarmadan da birbirine yaklaşabilirler ve cinsî birleşme olmadan orgazma ulaşabilirler. Karşılaşılan olumsuzluktan kurtulmanın en pratik yolu budur. Daha sonra pasif fizik uygulama egzersizleri tavsiye edilir.
Çetinoğlu: Kadınlarda sıkça görülen kistler hakkında neler söyleyeceksiniz?
Kavas: Kist; içerisinde yağ veya yarı sıvı bir madde bulunan patolojik torbalardır. Kadın hastalıkları arasında en sık rastlanan rahatsızlıktır.
Yumurtalık kistleri – (over kistleri) olarak anılan kistlerden başlayalım:
Kadınlarda basit veya karmaşık kistler görülmektedir. Bunlar selim veya habis karakterli olabilirler. Her ay âdet başlangıcıyla yumurtlama oluşabilmesi için foliküller büyürler ve yapı itibarı ile belirli bir olgunluğa erişince cidarlarını çatlatarak içlerindeki yumurtayı serbest bırakırlar. Bunu taze bir üzüm taneciğinin patlatılıp içindeki çekirdeğin serbest kalmasına benzetebiliriz. Bâzen bu kese çatlayamayıp büyür ve ideal olan 15-22 milimetre ölçülerini aşarak 35 milimetreyi geçerse artık basit kistten söz edebiliriz. Ayrıca kistlerin muhtevasında kan, endometruyum dokusu veya başka oluşumlar bulunursa bunlara da bileşik / karmaşık kistler denir. Basit kistler genellikle kendiliğinden veya ilaç tedâvisiyle iyileşebilirler. Komplike kistler ise cerrahî tedâvi gerektirebilirler. Komplike kistler ultrasonografı ve kanda CA-125 tümör markeri ile tâkip edilirler. Bunun haricinde küçücük ve çok sayıda yumurtalık kistlerine de polikistik over (PcO) denmektedir.
Over kistleri, 35 mm ve üzeri büyüklükte içi sıvı dolu oluşumlardır. Kasıklarda, âdet zamanlarında veya cinsî birliktelik sırasında veya durup dururken ağrı veya şişlik şikayetleri ile karşımıza çıkabilirler. Çeşitli tipleri vardır;
Folikül kistleri: (persiste yumurta = çatlamamış) yumurtlama olmaması sebebiyle oluşurlar. Çoğu defa fizyolojiktir ve kendiliğinden birkaç ayda kaybolurlar, bâzen tedâvi ile geriletirler.
Korpus luteum kistleri: Yumurtlama oluşunca follikül içinde korpus luteum denen sarı oluşum gelişir. Gebelik oluştuğunda varlığını sürdürür. Gebelik oluşmamış ise geriler ve kaybolur.
Hemorajik kistleri: Bir kistin içerisine kanamanın dolmasıyla kendini gösterirler. Kendiliğinden kaybolurlar, yani fizyolojiktirler.
Dermoid kist: Embriyolojik dönemden kalan ve embriyolojik dokuları içeren kistlerdir. Kendiliğinden kaybolmazlar.
Endometrioma: (çikolata kisti) Öncelikle hastalığın tanımını yapmak gerekir. Ana rahminin içini örten dokunun normalde bulunması gereken yer, rahim içidir. Bu dokular, her aylık dönemde hormonların etkileriyle gelişir, kalınlaşır, yumuşar ve âdet görerek, kanama hâlinde vücut dışına atılır.
Ancak endometrial âdet kanı, rahim dışında oluşmuş ve gelişmiş ise, yani olmaması gereken bir yerde ise, vücudun dışına çıkış yeri bulamaz ve orada büyüyerek gelişir. Gelişen bu kütle; ağrı, gerginlik, huzursuzluk ve yapışıklıklar yapabilir. Bu yapışıklıklar, bulundukları bölgelerin, organların işlevlerini bozabilir.
Rahmin iç tabakasının, yumurtalıklar üzerinde yerleşmesi ve her âdet döneminde gelişerek büyümeleriyle, karakterizedirler. Doğum kontrol hapları yumurtlamayı engelleyerek overkisti oluşumlarına fırsat vermezler.
Polikistik Over: Bunun haricinde küçücük ve çok sayıda yumurtalık kistlerine de polikistik over (PcO) denmektedir.
Teşhis: USG, MR ve tümör belirteçleri CA125 ile teşhis ve takip edilirler. Yumurtalık kistleri çoğunlukla gebeliği engellemezler.
Tedâvi: Over kistinin çeşidine ve büyüklüğüne göre tedâviler planlanmalıdır.
Follikül kistleri, korpus luteum kistleri, hemorajik kistler genellikle tedâvi gerektirmezler. Takip edilmesi yeterlidir.
Dermoid kistler genellikle cerrahî yöntemle çıkarılırlar.
Endometrioz (endometriosis) kistleri takip edilirler, kontrol altına alınamadığı durumlarda laparaskopik olarak veya batın açılarak ameliyatla tedâvi edilirler
Polikistik overler medikal tedâvi, eksersizler ve nadiren cerrahî yolla çözüme ulaştırılırlar. Kilo kontrolü tedâvide önemli bir adımdır.
Çetinoğlu: Kısırlık, evli çiftlerin hayatını karartan bir rahatsızlık…
Kavas: ‘Kısırlık’ kelimesi, toplumumuzda itici ve rencide edici bir kelime olarak beyinlerimize nakşedilmiştir. En azından daha mülayim bir anlatım olan, ‘üreyebilme kabiliyeti / yeteneği’ şeklinde anabiliriz. Çünkü çocuk sâhibi olama, gecikmeyle de olabildiği gibi sonuçsuz da kalabilmektedir. Neticede bir ömür boyu kısırlık kelimesini taşımak, psikolojik bir travma oluşturur.
Çetinoğlu: ‘Fertilite’ denilen bir kelimeden söz ediliyor…
Kavas: Fertilite, gebe kalabilme ve gebe bırakılabilme kabiliyetidir. Bayanlarda doğurganlık ergenlik çağında ilk âdetini görmekle başlar ve âdetten kesilme dönemine yani menapoza kadar devam eder. Kız çocukları dünyaya geldikleri anda yumurtalıklarında taşıdıkları yumurta sayısı sabittir ve çoğalmaz. Yani kız çocukları doğduktan sonra yeni yumurta hücreleri üretemezler. Bu yumurtalar belirli sıra ile gelişir, olgunlaşır ve içinde bulundukları keseciklerin çatlamasıyla serbest kalırlar, yani yumurtlama oluşur. Yumurta rahime doğru yolculuğa başlar. Böylece döllenebilme yolunda ilk adım atılmış olur. İlk âdet ortalama 12-14 yaşlarında, menapoz ise 42-46 yaşları dolayında gerçekleşir. Erkekte ise gebe bırakabilme potansiyeli yaşlılıkta da devam eder. Ancak gerek ereksiyondaki azalma gerekse hormonal düşüşler bu kapasiteyi azaltabilir.
Üreyebilme yeteneğindeki bozukluk, bir çiftin herhangi bir korunma yöntemi uygulanmadığı halde, bir yıl süreyle düzenli cinsî ilişkiye girmelerine rağmen gebelik oluşamaması durumudur.
Günümüzde evlenen her sekiz çiftten birisinde bu olumsuzlukla karşılaşmaktayız. Böyle bir durumda ilgili doktorlara gitmelerini tavsiye ederiz. Ancak kadın yaşını dikkate almak gerekmektedir. Eğer kadın 30 yaşının üzerindeyse bir yıl beklemek yerine ilk ayın sonunda doktora müracaat edebilir. Ayrıca daha evvel geçirilmiş kadın hastalıkları, kadın ameliyatları veya erkekte geçirilmiş genital organ ameliyatları ve hastalıkları söz konusu ise bu başvuru yine daha erken olmalıdır.
Üreme bozukluğu problemi, çiftlerden sâdece birinin problemi değil, çiftlerin ortak problemidir. Böyle bir durumda asla suç ve suçlu sözcükleri kullanılmamalıdır. Olsa olsa problem veya olumsuzluk sözcükleri kullanılabilir. Üreme bozukluğuna yol açan problemlerin % 40’ı kadından, % 40’ı ise erkekten kaynaklanır. Geriye kalan % 20’lik bölümün sebepleri bugünün şartlarında aydınlatılamayan etkenlere bağlanmaktadır
(DEVAM EDECEK)