Bir gün fakülte  odamın kapısı çekingen vuruşlarla çalındı. Gir dedim. Mahçup tavırlı, saygılı bir  talebem izin isteyerek girdi içeri. Otur dedim oturdu. Çay söyledim.

     Çayını yudumlarken önüne bakıyor. Bir türlü konuşmaya cesaret edemiyordu. Hal hatırdan sonra  hayırdır inşâllah dedim. Söyle çekinme, her halde bir diyeceğin var. 

     Nereden başlayacağını bilmez bir durumda. Daha çok heyecanlı bir şekilde: “Hocam” dedi. “Söyle çekinme!” “Ben dedi yazarım. Biliyorum siz de yazıyorsunuz. Bunun için size danışmak istiyorum. Her fırsatta kaleme sarılıyor. Özellikle millî meseleleri kaleme alıyorum.”

     “Eee güzel devam et.” dedim. Mahçup bir şekilde “İyi ama hocam dedi, ben meşhur olmak, tanınmak, bilinmek, okunmak ve sevilmek ve tabii sayılmak da istiyorum. Arka arkaya kitaplar hazırlamak iştiyakındayım. Kitaplarım -kimi ünlü yazarların isimlerini ve eserlerini sayarak- değil sadece Türkiye’de yurt dışında bile ses getirsin arzusundayım.” 

     Sonra nasılsa gözlerini gözlerime dikerek: “Hocam bunu nasıl gerçekleştirebilirim?” demez mi? “Çok kolay” der demez de hemen gözleri parladı. “Sahi mi hocam?” derken gözleri ışıl ışıldı. “Tabii  sahi, ama şarta bağlı!” “Lütfen söyleyin hocam, her şartı yerine getirmeye hazırım!” deyince:

     “Dinle öyleyse dedim. Dünyaca ünlenmek istiyor, hatırı sayılır bir yazar olmak istiyorsan; içimizdeki bazı yazarların yaptığı gibi yapacaksın! Onlar gibi yazacaksın! Yazarken Türkçenin başını gözünü yarmaktan da çekinmeyeceksin! Çala kalem, kalem oynatacaksın!

     “Geçmişe iyi gözle bakmayacaksın! Her fırsatta tarihimizi kötüleyecek! Ecdadı yerden yere vuracaksın! Onlar hakkında iğneli sözler sarfedeceksin! Onları vasfederken alaycı ifadeler kullanacaksın! Kutsal ne varsa canı cehenneme diyeceksin! 

     “Meselâ yeri gelecek Anadolu anasını; oğlunu komşu kadına kışkırtıcı olarak göstereceksin!

     “Sırasında Anadolu gencini; yengesine göz koyucu olarak sunacaksın!

     “Denk düşürüp Devlete karşı baş kaldırmış eşkıyayı kahraman olarak niteliyeceksin!

     “Bir bahanesini bulup, ne kadar manevî değerler varsa, hepsini hafife alacaksın!

     “Sun’î ve yapay ortamlar hazırlayarak; tarihî şahsiyetlere ta’n edecek, onlara lânet okuyacaksın! 

     “Kişilerin hasbelkader yaptıkları yanlışları tüm millete mal edeceksin!

     “İşte bu minval üzere, işte bu şekilde yazmaya kalkışırsan; yerli yabancılar ile dışımızdaki yabancı yayıncılar; seni mal bulmuş mağribi gibi baş tacı eder! Göğüslerine basar! Yeni bir kabiliyet bulduklarını, yeni bir istidat keşfettiklerini dünya âleme yayar! Seni yere göğe komazlar! Eserlerin her dile çevrilir.

     “Bu çeşit yayınlar asıl Türkiye’de mâkes bulacak! Yankılanacak! Herkes yazdıklarını bir çırpıda okumak isteyecek!

     “Böylece millî kültürden mahrûm gençler; ister istemez etkilenecekler.

     “Sonuç olarak kendi bindiğimiz dalı kendimize kestirecekler. Kendi ellerimizle kendi gençlerimizin körpe dimağlarını bozacak; kısaca kendi ellerimizle gençlerin beyinlerini yıkamış olacağız.

     “Bu şekilde sen ünlü olacak! Yerli ve Batılı yabancılar da muratlarına erecek!”

X

     Ben bunları sıralarken öğrencim; sanki kendisi böyleymiş, böyle olmak istiyormuş gibi renkten renge giriyordu.

     Hemen gönlünü aldım: “Elbette sen böyle olmak istemiyorsun. Sen ancak doğru ve emin adımlarla ilerleyeceksin. Vatana, millete, devlete yararlı olmaya çalışacaksın. Öyleyse kalemini tarihî, millî ve dinî gerçekler için kullan.

     “İşi zamana havale et. Kendini zamanın âdil ellerine bırak. Hadi yolun açık olsun!” deyince mesajı almış olmanın memnuniyeti içinde yavaşça kalktı yerinden. Teşekkürler ederek ayrıldı yanımdan. 

     Hoşnut bir hâlde.

     Yazar olmak için çok ünlü

     Bırak çıkmaz yolu büyülü

     Sen sen ol sarıl

     Kendi öp öz millî benliğine

     Kapılma sakın

     Şunun bunun yersiz denliğine