Bir asır kadar evvel, 10 Şubat 1918 tarihinde Büyük Türk Hakanı, Sultan İkinci Abdülhamid Han hayata gözlerini yumdu.

     Bu tarihte, otuz üç sene yılmadan usanmadan üç kıt’aya şâmil / yayılan hudutlar içinde devrinin yine de en kudretli bir imparatorluğunu; şanına yaraşır bir şekilde ayakta tutmaya çalışan ve bu uğurda gecesini gündüzüne katan, Ulu Hakan Sultan İkinci Abdülhamid Han, Rahmeti Rahmana kavuştu.

     Bu tarihte, her taraftan çöküntüye mâruz kalmış, cihangir bir imparatorluğun; türlü desise ve entrikalarla yıkılışı hazırlanırken, onu tekrar eski kudretli ve heybetli hâline getirmeye uğraşan, bunda devrinin şartlarına göre, büyük merhaleler kateden, en büyük Türk Sultanlarından biri olan, Cennet-mekân Sultan İkinci Abdülhamid Han, milletine ebediyyen veda etti.

     Bu tarihte, günümüzde bile iç ve dış basında, hakkında ileri geri en çok neşriyat yapılan ve iftiraların en iğrenci ile şahsiyeti lekedar edilmek istenen Müslümanların Halîfesi, Türklerin Padişahı, büyük müslüman Türk evlâdı, Sultan İkinci Abdülhamid Han yetmiş altı yaşında, üzerine tir tit titrediği vatanın acıklı hâlini; içi kan ağlayarak ve fakat kimseye şahsî bir kin gütmeden içi burkularak seyrettiği sırada, arkasında mahzun bir millet, perişan bir vatan bırakarak göçtü gitti.

     Bu tarihte, bütün dünyada ve bilhassa İslâm Âlemi’nin her köşesinde, müslümanları büyük bir kedere garkeden, Müslümanların halîfesi, Türklerin padişahı, Büyük Türk Hakanı, İslâm Âlemini öksüz ve yetim bırakarak ebedî istirahat-gâhına çekildi.

     Bu tarih; mensuplarının bir kısmını masonların teşkil ettiği “İttihad ve Terakkî” tarafından hazırlanan ve aralarında Selânik Mason locasının üstadı âzamı Yahudi Karasu ile bir Ermeni olan Aram Efendi’nin de yer aldığı bir heyetle, Türk’e ilelebet kan ağlatacak bir şekilde tahtından haksız ve yersiz olarak indirilen, en büyük mazlum Türk Padişahı, Ulu Hakan Abdülhamid Han Hazretleri’nin son yolculuğa çıktığı kara bir gündür.

     “Vilâyât-ı Sitte” denilen Anadolu’nun doğusundaki altı vilâyetimizde, Ermenistan hükümeti (!) kurmak için, Rusya Ermenileri tarafından tertip ve tanzim edilen suikastla (21 Temmuz 1905) öldürülmek istenen fakat neticesiz kaldığından ötürü, Ermeni komitecileri nâmı hesabına üzülen ve onlar için:

     “Ey şanlı avcı, dâmını (tuzağını) bîhûde (beyhûde) kurmadın,

       Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!”

mısralarını kaleme alacak kadar millî şuurdan nasibsiz bir şairin (Tevfik Fikret’in) gadrine uğrayan ve daha nice münevverlerin / aydınların (!) hakkında yanlış kanaat besledikleri, sonra da çoğunun nâdim ve  pişman olarak döğünüp durdukları; bütün müslümanların halîfesi, koca Sultan İkinci Abdülhamid Han, bir asır / bir yüzyıl evvel, işte bu tarihte toprağa verildi.

     Bu tarihte, hayatında bir katilden başka kimsenin kanına girmeyen, en büyük cezaları daima sürgüne çeviren, onları muhanete muhtaç etmeyecek şekilde maddeten tatmin eden ve bu yüksek icraatını “Az veya çok, bir zaman devletine hizmet etmiş bir vatandaşı, suçlu dahi olsa, menkubiyeti / düşkünlüğü zamanında sefil ve perişan etmek, benim hükümdarlığıma, devletin şeref ve haysiyetine yakışmaz!” sözleriyle ortaya koyan büyük insan, büyük müslüman ve büyük bir Türk evlâdı Abdülhamid Han aramızdan, arkasında gözü yaşlı bir millet bırakarak ayrıldı.

     Bugün, bütün saltanatı boyunca Beytülmal’e dokunmamış, üstelik devlet işlerinde şahsî harcamalarda bulunmuş ve İslâmî çerçeve dahilinde Türk milliyetçiliğini daima gönlünde yaşatmış ve bunun bir nişanesi olarak “Söğüt”te (Osmanlıların Anadolu’da ilk yerleştikleri yerde) yaşayan “Kara Keçili Aşireti”nden iki yüz kişilik bir “Söğüt maiyet bölüğü” teşkil eden, bunlara hususî bir sevgi ve muhabbet besleyen, hayatını ancak bunlara teslim edebilen, üstelik onlara “Öz hemşehrilerim” diye hitap etmekten hususî zevk duyan büyük Türk Hakanı, büyük müslüman Türk milliyetçisi Ulu Hakan Abdülhamid Han, arkasında hâmiye muhtaç  bir millet ve âdeta kutsal bir ülke bırakarak meçhul ufuklara doğru yelken açtı.