Asırlarca devletimiz içinde rahat ve huzur içinde bir hayat süren, devlet ricalinden itibar gören, Ermeni vatandaşlar; ondokuzuncu asrın ikinci yarısından sonra, Rusya’nın kışkırtması, İngilizlerin desteği üzerine, Tanzimat’tan sonra devlet işlerinde mevki almaları bile sağlanmışken, Ermenistan hülyasıyla kıpırdanmaya başlamışlar, Türkü öz vatanından etme çarelerini; vahşetengiz tasavvurlarını icraata koymak suretiyle gerçekleştireceklerini sanmışlar; muvaffak olamayınca da, dünyayı velveleye vermişlerdir. Elbette devrin en büyük Türk Sultanı onların baş düşmanı ve hedefi olacaktı.

Bilhassa Abdülhamid Han Hazretleri’nin Hilafet siyasetinden ürken İngiltere, Ermenilerin müdafaasını bizzat deruhte etmeye başlamıştı. 

Böylece kurulacak Ermenistan’ın Rus nüfusuna düşmesi önlenecekti. Ayrıca İngiltere, Türk düşmanlığıyla yanıp tutuşan Gladstone isminde bir Başbakana sahipti...

1886’da İsviçre’de kurulan Hınçak gizli teşkilâtı, Osmanlı Ermenilerini bilhassa tedhiş yoluyla ayaklandırmaya başladı. Anadolu’da yapmadıkları vahşeti bırakmadılar. Alınan tedbirler karşısında mazlûm pozuna büründüler. En meşru tedbirlere baş vuran Sultan Hamid’e “Kızıl Sultan” yaftasını yapıştırdılar. 

Bir çok Türk aydını da bu iğrenç iftirayı maalesef baş tacı ederek, Türkün ve dünyanın en mazlûm hükümdarına karşı utanmadan kullandılar. Ermeni eşkiyasını alkışlayacak kadar beyinsizler içimizde türedi! 

Bugün Doğu Anadolu’yu şahsî gayretlerine borçlu olduğumuz Ulu Hakan Sultan Abdülhamid hakkında, olmadık hezeyanlar hayasızca savruldu! Fakat hakikatin, zaman aşımı bilmez seddine çarparak her biri parçalandı, dağıldı...

Ermeniler, yaptıkları patırdılarla Avrupa’nın dikkatini çektiler. Doğu Anadolu’da Türklüğün imhası demek olan Avrupa’nın isteği, Abdülhamid Han’ın üstün siyaseti karşısında tatbik imkânı bulamadı.

İlk ayaklanmayı, 30 Eylül 1895’te İstanbul’da yapmaya cür’et ettiler. Daha sonra 26 Ağustos 1896’da Osmanlı Bankası merkez binasını basarak, dünya efkârı umumiyesinin dikkatini üstlerine çektiler. Bu ve bu gibi vahim hadiseleri Abdülhamid Han, gayet mahirane bir siyasetle tesirsiz hâle getirdi.

X

Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan Makedonya, için için kaynıyor. Bunda Bulgarlar baş rolü oynuyorlardı. Bir çok ırkların mevcut oluşu ve aralarının gerginliği; Abdülhamid’in bu halden istifade etmesini sağladı, onların yekvücut olmalarına kolayca mâni oldu.

X

21 Temmuz 1905’te Büyük Türk Hakanı Abdülhamid Han’a Ermeni komitacıları tarafından suikast yapıldı. Fakat evdeki pazar çarşıya uymamış; Abdülhamid Han’ın olay yerine bir kaç saniye gecikmesi, onu mutlak bir ölümden kurtarmış, şahsında devlet büyük bâdireler atlatmıştı. 

Çünkü suikast muvaffak olsaydı, memleket çapında sabotajlar birbirini kovalıyacak, Ermenilerin ekmeğine yağ sürülmüş olacaktı.

X

Çeyrek asrı aşan bir zaman boyunca devleti yüksek dirayeti ve siyasî dehası ile idare eden bütün yetkileri elinde bulunduran Ulu Hakan, zaman icabı bazı değişiklikler yapmak mecburiyetini duyuyor, bu maksatla dünya anayasalarını inceletiyor, tetkik ettiriyordu. 

Fakat onun bu araştırması neticelenmeden, harekete geçen İttihatçıların giriştikleri faaliyetler sonucu; Abdülhamid Han, Meşrutiyeti iade etmek zorunda kaldı. Böylece 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilân edildi.

Dış görünüşü; açılan müspet bir çığır manzarası arzediyorsa da, hakikati halde, devletin Abdülhamid devrine rahmet okutacak çok menfî bir döneme girişine sebep oldu.