Bir hukukçu olmayan üstelik Meşrutî rejim hakkında en ufak bilgisi bulunmayan Midhat Paşa’nın başkanlığında, Ziya Paşa ile Namık Kemal’in birlikte hazırladıkları Kanun-i Esasî / Anayasa bir çok acaip maddeleri ihtiva ediyordu. Mesela Anayasa’nın 113. maddesi, Padişaha sürgün etme hakkını tanıyordu. Bu madde Midhat Paşa tarafından kastı mahsusla konmuş, aklınca ilânihaye iktidarda kalmayı uman Midhat Paşa hasımlarını sürmeyi kurmuştu. Fakat kazdığı  kuyuya düşecek, ilk fırsatta devlet içinde devlet olmak isteyen icraatının kurbanı olarak  sürülecektir.

     Midhat Paşa, Anayasa’ya imparatorluk içindeki her milletin kendi lisanlarını resmen kullanabileceklerini koydurmak istemişse de, Abdülhamid Han buna şiddetle karşı koymuş, Türkçe’nin tek resmî dil olduğu ifade edilmiştir.

     Midhat Paşa, Anayasa’yı Avrupadaki büyük devletlerin müşterek kefaleti altına sokmak isteyerek Padişahın nüfuzunu bütün bütün silmeyi düşünürken, istiklâlimize ne büyük bir gölge düşürmeye çalıştığını akıl edemeyecek kadar affedilmez hatâlara ve hıyanetlere giriftar olmuştur. Tabiatiyle bu arzusu da reddedildi. Hatta o kadar ileri gitti ki, Anayasa’nın uygulanmaması hâlinde Avrupa devletlerinin müdahaleye yeltenmelerini bile istedi!

     Ermeni hukukçusu Odyan Efendi’yi akıl hocası edinen Midhat Paşa, işte böyle gayrî millî bir siyasetin kurbanı olmuş ve akıbetini bizzat hazırlamıştır.

     Kanun-i Esasî 23 Aralık 1876’da bir çok düzeltmelerden sonra Abdülhamid Han tarafından kabul edildi. Böylece Birinci Meşrutiyet ilân edildi. Bundan çok şeyler uman Midhat Paşa hayal kırıklığına uğradı. Çünkü Avrupa devletleri, Midhat Paşa’nın büyük ümitler bağladığı bu ilânı gayet soğukkanlı karşıladılar, hiç ehemmiyet vermediler. Çünkü kendilerinde olmayan  Meşrutiyet’in Osmanlı Devleti’nde yürüyeceğine akılları kesmiyordu.

X

     Avrupa devletleri, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da ıslahat isteklerinde ısrar ediyorlardı. Bunu incelemek üzere 18 Ocak 1877’de Bâb-ı Âlî’de meclis toplandı. Midhat Paşa ille de savaş diyor, bu maksatla talebeyi savaş lehine ayaklandırıyor, matbuat da onun teşvikiyle halkı harb lehine işliyordu. Midhat Paşa, harbten memleketin yüksek menfaati icabı daima kaçınan Abdülhamid’i Rus dostu diye suçlamaktan bile geri kalmadı. Harb hâlinde İngiltere’nin safımızda yer alacağını sanıyordu. Halbuki durum hiç de öyle değildi. Yani İngiltere’nin bizimle harbe girmesi diye bir şey yoktu.

     Heyhat meclis Avrupa devletlerinin tekliflerini reddetmiş, Abdülhamid ise bunu tasdik mecburiyetinde kalmıştı. Artık savaş kaçınılmaz bir haldi.

X

     Sultan Aziz ve Beşinci Murad’ın hal’inde rol oynayan, Sultan Aziz’in ölümünde susan, Abdülhamid Hanı hiçe sayan, her gece rakı sofralarında abuk sabuk konuşan; hattâ Ziya Paşa ile Namık Kemal’in katıldığı işret meclislerinde güya Meşrutiyet-perver olan Midhat Paşa’nın Âl-i Osman olur da Âl-i Midhat neden olmasın şeklinde zırvalarda bulunması, bütün bunlar yetmiyormuş gibi hususî asker yazmaya kalkışarak çizmeden yukarı çıkması Sultan İkinci Abdülhamid’in pek haklı olarak sabrını taşırdığından 5 Şubat 1877’de Midhat Paşa’yı azletti ve sürdü.

     Midhat Paşa’nın akıbetini bizzat hazırladığı İbnülemin Mahmud Kemal İnal’in şu tabirinde ne güzel ifadesini bulur: “Önünü ardını gözetmez, yaptığı işi düşünmez...” Evet Midhat Paşa işte böyle  bir devlet adamıydı!

     Bosna-Hersek eyaletinde bayrağımıza bir haç  ilave ettirmek suretiyle Hristiyanları teskin edeceğini sanacak kadar millî şuurdan mahrum olduğunu göstermiş bulunan Midhat Paşa nev-i şahsına münhasır acaip bir tip idi. Yerine Şura-yı Devlet reisi İbrahim Edhem Paşa sadrazam oldu.

X