“Sultan Hamid’in yaptırdığı eserleri, açtığı müesseseleri burada saymak tamamen imkânsızdır. Bir kaçını anmak, bir fikir verebilir:

     “Fen Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Hukuk Fakültesi (Mekteb-i Hukuk-i Şâhâne), Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne), Tıp Fakültesi (Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne) (II. Mahmud’un kurduğu tıbbiye, askerî idi). Beyrut, Şam, Bağdat, Selânik, Konya şehirlerinde çeşitli fakülte ve üniversiteler, burada sayılamıyacak derecede çok askerî orta ve yüksek mektepler, teknik üniversite (Mekteb-i Şâhâne-i Hendese-i Mülkiye), daha önce yalnız askerî ve bahrî mühendisler yetiştiren (Mühendishane-i Berrî-i Hümayun) ile (Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun) vardı. Güzel Sanatlar Akademisi (Mekteb-i Şâhâne-i Sanayî-i Nefîse), Yüksek Ticaret Mektebi, Halkalı Yüksek Ziraat ve Baytar Mektebi, Orman ve Maâdin Mektebi, Deniz Ticaret Mektebi, Yüksek Muallim Mektebi, Lisan Mektebi. Orta Öğretim’de, hemen her sancak merkezinde birer İdadî (Lise) ve hemen her kazâ merkezinde birer Rüşdiye (Orta Mekteb), kız ve erkek sanayi mektebleri, muallim ve muallime mektepleri sağır-dilsiz ve kör mektepleri, ayrıca binlerce ilk mekteb.

     “Bir çok müze ve kütüphane kurduran, bunların örnek şekilde kataloglarını yaptıran II. Abdülhamid devrinde Dârülaceze, Hamidiye su tesisleri, yüzlerce sanayi, ziraat ve ticaret odası, belediye teşkilâtı telgraf hatları, postahane, demiryolu, şose, köprü birçok fabrika meydana gelmiştir. Yüzlerce talebe, başta Fransa ve Almanya olmak üzere, Avrupa’ya tahsile gönderilmiş, meselâ Türk hekimliğinin seviyesi, Avrupa derecesine çıkarılmış, bir çok keşifleri olan, dünyaca tanınmış doktorlar yetişmiştir. Ziraat Bankası’nın birçok şubesi açılmış, İstanbul, Beyrut, Selânik ve daha bir çok şehirde; önce atlı sonra elektrikli tramvaylar yapılmıştır. İstanbul ve Çanakkale boğazları ile bazı kaleler büyük bir itina ile tahkim edilmiştir. 1915’te Çanakkale, Sultan Hamid devri istihkâmları sayesinde kendini savunabilmiştir.

     “Sultan Hamid, dış borçların en büyük kısmını ödemiştir. Şahsen ve daha şehzadeliğinde çok tutumlu olması yüzünden, tahta çıktığı zaman bile büyük servet sahibiydi. Babasının, amcasının ağabeyinin israfından ders almak kabiliyetini gösteren bu hükümdar, gene babası ile ağabeyinin iptilâlarına da kapılmamış, ağzına içki koymamış çok muntazam bir hayat yaşamış, nadiren hastalanmıştır. Sultan Hamid, çalışma enerjisinin bir çok şahıs için akıl almaz dereceyi bulmasıyla da ünlüdür...Köylü ve şehirli sonraki devirlere, bilhassa uzun savaş yıllarına nazaran çok müreffeh bir devir yaşamıştır. Köylünün perişan olması, Sultan Hamid’den sonraki savaş yıllarındadır.” (Yılmaz Öztuna)

X

     “Sultan Abdülhamid’in sîma ve bünyesinde Hânedan-ı Osmaniye mahsûs olan alâmetler iyice fark ve müşahade olunurdu. Zeki ve hassas, dakıyka-şinas, muamele-i mu’tadesi nazük, halâvet-i mahsusa-i sadâya mâlik, efendiliğin ve hilâfet ve saltanatın izz ü vekarını tamamiyle yerine getirir, bendegânını taltıyf ve kendisiyle görüşen ecnebîleri tatlı dili ve câzibe-i nezâketi ile teshîr etmenin yolunu bilir, tehdidini hakkıyla ikaa kadir ve lüzumunda şiddet göstermiye veya hiddetini teskin etmiye muktedirdi.

     “Hengâm-ı ikbalinde:

     ‘Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr.’

mısralarını okuyanlardan bir çoğu (Abdülhamid’in) cenaze namazında Bakî’nin:

     ‘Kadrini seng-i musallâda bilüb ey Bâkî

      Durup el bağlayalar karşında yârân saf saf’

beytini hatıra getirmeleri hüsn-ü hâtimeye dall (Abdülhamid’in hayatının hayırla kapandığını gösteren) garâib-i mukadderattandır.” (Abdurrahman Şeref Bey)