19 Mart 1877’de Meclis-i Meb’ûsân Abdülhamid Han tarafından açıldı. Ahmed Vefik Paşa, ilk Meclis Reisi oldu. 28 Şubat 1877’de âsi Sırbistan Prensliği, eski hâlini muhafaza edecek şekilde Bâb-ı Âli ile anlaştı. Karadağ isyanda. Bosna-Hersek ise kargaşalık içinde. Bulgaristan ve Girit’te kıpırdanmalar.

31 Mart’ta Avrupa Devletleri aralarında imzaladıkları Londra protokolü ile eski ıslâhat isteklerinde berdevam. Karşılığında Rusya’ya karşı Osmanlı devletine teminat veriliyor. Rusya da savaşı göze alacak durumda değil. Fakat hem Osmanlı hem de Rus devlet adamları içinde savaşı isteyenler var.

10 Nisan Londra protokolü reddedildi. 24 Nisan 1877 Nedimof harb ilânı notasını verdi. Böylece “93 Harbi” denen 1877-78 Türk-Rus savaşı başladı.

Türke yaraşır şekilde yer yer kahramanca müdafaalar yapıldığı halde (Plevne zaferleri) mukadder netice değişmedi. Savaş kaybedildi. Büyük bir felâkete yol açtı. Bir milyonu aşkın göçmen İstanbula doğru yollara düştü.

Böylece Bulgaristan’daki Türk nüfusu kesafetini kaybetti. Türklere Balkanlar artık dar gelmeye başladı. Bulgarların Ruslarla birlikte sivil halka yaptıkları zulümler dehşet verici manzaralar arzediyordu.

Edirne’de 31 Ocak 1878’de mütareke imzalandı. Sadrazam İbrahim Edhem Paşa, 11 Ocak 1878’de azledildi. Yerine Ahmed Hamdi Paşa geldi. 4 Şubat 1878’de o da azledildi. Kıymetli bir diplomat ve edip, üstelik altı yedi dil bilen Ahmed Vefik Paşa Sadrazam oldu.

X

Meclis-i Meb’usan’ın 13 Şubat 1878’de kapatılmasıyla Birinci Meşrutiyet fiilen sona erdi. Sultan Abdülhamid Han sadece meclisi tatil etmekle yetinmiş, Meşrutiyeti ve 93 Anayasa’sını ilgaya lüzum görmemiştir.

Böylece Sultan Abdülhamid bütün idareyi bizzat eline almış ve İmparatorluğu tek elden idareye başlamıştır. Abdülhamid bu kararını ister istemez almıştı. Çünkü çevresindekilerin hepsi her bakımdan liyakat ehli kimseler değillerdi.

Üstelik “Meşrutiyet” henüz Osmanlı Devleti için bir fanteziden ibaretti. İmparatorluğun bünyesi bunu kaldıracak güçte değildi. İmparatorluğun çeşitli ırklardan meydana gelmesi de, Meşrutiyetin memleket gerçeklerine uymadığına en büyük delil teşkil ediyordu.

Sathî düşünüldüğü takdirde Abdülhamid’in meclisi tatil etmesi kınanabilir. Nitekim kınanıyor da. Fakat mes’elenin iç yüzü öyle değildir. Osmanlı halkı çeşitli ırklardan ibaretti. Meclis, işte bu sayısız kavimlerden teşekkül etmişti. Mebusların çoğu Türkçe bilmiyorlardı. Her biri mensub olduğu kavmin menfaatini düşünüyor, kendi lisanlarının da resmiyette geçerli olmasını istiyorlardı.

Velhasıl her kafadan bir ses çıkar oldu. Osmanlılık şuurundan eser dahi görülmedi. Türk mebusları meclisin yarısını bile meydana getiremiyorlardı.

Acaba Türklerin çoğunluk teşkil etmediği meclisten Türklerin menfaatına bir karar çıkartmak kabil miydi?

Evet Abdülhamid Han’ın kapattığını ileri sürdükleri meclis işte böyle bir meclisti! Kendi dillerinin resmî dil olmasını isteyenlerin bulunduğu bir meclis!

Muhtariyet, istiklâl istekleri, cüretk
âr teklifleri ile Türkün göğsüne zehirli oklar yağdırmaktan çekinmeyen bir meclis! Halbuki aynı zamanda imparatorluk olan İngiltere parlamentosunda asla yabancı bir unsura yer verilmiyor, söz hakkı tanınmıyordu.

Yine aynı tarihlerde Ruslar henüz kendi vatandaşına bile seçim hakkı tanımış değillerdi. Almanya gibi hemen hemen homojen bir devlette dahi Parlamento aktif bir rol oynamaktan henüz çok uzaktı.

Ayrıca Türk milletvekillerinin kısmen de olsa zamanın siyasî gidişatından habersiz ve cahil olmaları meclisin o zaman için zarardan başka bir netice vermeyeceğine en büyük delil teşkil eder.