Daha tahta geçer geçmez milletiyle kendisi arasında engel teşkil eden birçok resmiyeti kaldırdı. Yürekten bağlandığı milletini daha yakından görmek, bilmek ve tanımak için gayret sarfeden fakat kötü niyetliler yüzünden bu hâle fazla devam etmemekle beraber, milletine karşı beslediği sevgi ve saygıyı asla haleldar etmeyen en basit bir ferdin derdiyle dertlenen, ilgilenen ve deva çâreleri arayan, bulan şefkatli bir hükümdar, merhametli bir Hakan ve kudretli bir HALÎFE-HAKAN olan ve hakîkî kimliği her geçen gün biraz daha gün ışığına çıkan, büyük hükümdarımız, Sultan İkinci Abdülhamid Han, işte bugün yolunda yürüdüğü Allahına iltica etti, ona ebediyyen kavuştu.

     Her fırsatı çok iyi değerlendirmesini bilen ve her şeyde İslâmın ve Türkün menfaatını gözeten, kollayan, bir defasında kendisini ziyarete gelmiş bulunan İran hükümdarı Muzafferiddin Şah’tan ilk fırsatta, İran Azerbaycanı mekteplerindeki Türkçe okuma yasağının kaldırılması yolunda karar alınmasını sağlayan, bu hareketiyle hudutlar ötesi Türk âleminin mes’eleleriyle de alâkadar olduğunu gösteren, her bakımdan mümtaz / seçkin vasıflarla muttasıf bir Hakan olan Sultan İkinci Abdülhamid Han sadece İslâm âlemini değil; Türk dünyasını da nâdir rastlanır bir hâmiden mahrum ederek, bir asır önce bu tarihte yâni 10 Şubat 1918 tarihinde milleti kaderiyle başbaşa bırakarak milletin kalbindeki ebedî taht-gâhına oturdu.

     31 Mart hâdisesinin tertipleyicisi olarak halka yıllarca belletilen fakat her şeyin artık anlaşılmasıyla, bu hâdisede en ufak bir dahli / rolü bulunmayan, üstelik bastırmaya muktedirken “Bir tek kurşun atılmasına, bir tek kimsenin kanının akıtılmasına rızayı şâhânem yoktur” diyerek, milletin bir tek ferdinin dahi bir damla kanının şahsî menfaati için dökülmesine meydan vermeyen, çok değerli Müslüman-Türk Padişahı Abdülhamid-i Sâni, bugün Allahın rahmetine kavuştu.

     İmparatorluğun en çalkantılı günlerinde şehzadeliğini geçiren ve bu müddet zarfında çeşitli desîse, entrika ve suikastlarla canlarına kıyılan tahtlarından edilen padişahların hazin akıbetlerine şahit olduğu için, çok temkinli hareket eden; böylece şahsında devletin geleceğini korumayı şiar edinmiş; bu yüzden pür-dikkat bir hayata yönelmiş ve yine memleketin selameti için günümüzde her devletin ayakta kalmasını sağlayan “İstihbarat Teşkilatı”na benzer “Hafiye Teşkilatı”nı kuran; böylece yurdun en ücra köşesinde olup bitenleri ve yabancı devletlerin “Osmanlı Devleti” hakkında ne düşünüp taşındıklarını öğrenmek ve dış siyasetini onun üzerine bina ederek içte-dışta sağlam adımlar atmak gayesine mâtûfen şahsında devletin varlığını devam ettirmek isteyişi; evham ve korkaklıkla nitelenen dahiyane bir siyasetin güdücüsü devrinin en büyük siyasî diplomatı büyük Türk Hakanı Abdülhamid-i Sâni bugün ecdadıyla buluştu.

     Ender yetişen güzide / seçkin şahsiyetlerden, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”nin hazırlayıcısı büyük  âlim Ahmed Cevdet Paşa’yı ve yine mümtaz bir devlet adamı olan Abdurrahman Paşa’yı uzun yıllar Adliye Nazırlığında tutarak, onları vazifelerinde adeta muhtar hâle getiren, adlî kararlara asla müdahale etmeyen böylece hukuk-şinas bir hükümdar olduğunu da belirten Abdülhamid Han, 10 Şubat 1918 tarihinde yani bir asır önce bu tarihte; Birinci Cihan Harbi’nin her cephesinde düveli muazzama ile fevkalbeşer / insanüstü savaşlar yapmış, bu yüzden maddeten, mânen bitip tükenmeye yüz tutmuş, koca bir imparatorluğun çöküşüyle beraber, aramızdan göçtü gitti. Allah rahmet etsin. Ruhu şad olsun.

     Sultan Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde Berat gecesi Kandiline tesadüf eden çarşamba günü doğdu. Sultan Abdülmecid’in oğludur. Annesi Tir-i Müjgan kadın efendi olup, ziyadesiyle hassas yaratılışlı, ince ruhlu, üstelik zayıf bünyeliydi. 

     Bu yüzden olacak Abdülhamid, zayıf ve cılız olarak dünyaya geldi. Fakat bir müddet sonra kendine has vasıflarla dikkat çekmeye başlayacaktır. Az konuşan, düşünmeyi ve yalnızlığı seven bir kimseydi.

     Doğduğu vakit babası Abdülmecid çok sevindi. Veziri azamına yazdığı hattı hümayunla sevincini onunla paylaştı.