“BÜTÜN ZAMANLARIN EN İYİ FİLMİ VE YAPIMI”. Bu değerlendirmenin mantıki bir yönü olacağına inanmıyorum!... Çünkü her dönemin, o dönemin zevk ve görüş anlayışından esinlenerek meydana getirilen eserlerin; topyekûn bir tarafa itilerek, günümüz zevk ve sanat görüşüne göre değerlendirmeye gitmek kadar abes bir şey olamaz!...
Bir de “halk’a inmek lâzım veya indim” gibi bir tabir daha var ki, bu hepsinden de önemlidir. Çünkü bu tabirle halk istenmeden de olsa, aşağılanmaktadır!... Ne demek halk’a inmek?... Halk’a inilmez çıkılır! Şayet iniliyorsa ki, böyle bir duruma, Hz.Allah muhatap etmesin, o zaman halk yok, kendilerini idare eden efendiler var demektir!
Gelelim “Şehitlik mertebesine kimler lâyıktır, kimler değildir veya kimler şehit olabilir, kimler olamaz?” bahsine.. Bir milliyetçi siyasimiz; “Hırant Dink” adı söz konusu olunca, derakap devreye girmiş ve “Müslüman olmayan” şehit olamaz veya şehit sayılmaz buyurmuş?!...
Peki, en yakın tarih sayılan “Çanakkale Harbi”nde Avrupa Emperyalistlerine karşı kahramanca savaşırken vurulup, kara toprağa düşen: “Rum-Ermeni-Musevi” vs. “Bo.. yoluna giden Niyazi mi oluyor?!..” Bu sayın siyasî gidip Çanakkale Şehitliğine bir baksın; şehitler arasında şerefli yerini alan Gayr-ı İslâm neferleri bizzat görsün!
Bir sefer merhum Hırant Dink’in adını böylesi bir meselede anmamak lazımdı. Zira, Dink ailesinin bu hususta herhangi bir makama ne müracaatı olmuş ve ne de olabilme ihtimali vardır! Çünkü, böylesi bir beklentileri zaten yoktur!...
Şehitlik mertebesine gelince: “Vatanı uğruna ölümü göze alarak can-ı siper savaşıp bu uğurda hayatından olan ordu mensuplarına has bir mukaddes unvandır ki, o mertebeye erişebilmek her kula nasip olmaz!
Kaldı ki, “şehitlik mertebesi” inancı, hemen her dinde mevcuttur. Yânî sadece “İslâm’a mahsus değildir.” Ama siz dersiniz ki: “Hayır sadece İslâm Dini” için geçerlidir. Benim diyecek bir sözüm kalmaz. Zira böylesi nazik konuların ne münazarası ve ne de münakaşası asla olamaz. Çünkü, iki cenahtan birisi muhakkak gocunur ve gocunması da tabiidir!... Çünkü, diğeri üstünlük tasladığından, kendi inancı küçümsenmiş olacaktır!...
Böylesi ortamlara müsaade etmemek için, bilhassa dini konularda böylesi anlaşmazlıklara asla yer vermemek lâzımdır.
Şu hususu bilhassa bilmek lâzımdır: (Başkalarının inançlarını hor görmek, kendi inandığın dine hiçbir fayda sağlamaz.) Meselenin aslı budur ve bunun dışında bir takım yorumlarda bulunmak vs. sadece menfi açıdan tesirli olur ki, bu da hemen hiçbir işe yaramaz.
Bir ince sual de ben sorayım. Zira gerçekten benim açımdan bir merak konusudur: (Şayet Şehitlik mevzuunda), merhum Ermeni asıllı Dink değil de, başka bir azınlıktan birisi söz konusu olsaydı, acaba aynı duyarlılık gösterilecek miydi? Hiç sanmıyorum!... Çünkü, böyle düşünenlere göre Türk’ün tek bir düşmanı vardır o da Ermenidir!...
Bu mukaddes vatanım için canımı, dişime takarak 50 yıldır millet yolunda hizmet vermekteyim. Bu aziz vatan uğruna çekmediğim çile kalmadı ve de o pek göklere çıkardığınız ve sırf Müslüman olduğu için “din kardeşi” kabul ederek hemen birçok kusurlarını görmemezlikten geldiğiniz cenah içinde öylesine satılık ve kalpsiz kimseler gördüm ki, adeta kanım dondu. Ama asla ve asla pes etmedim ve de bu can, bu tende kaldığı müddetçe, bu böylece devam edip gidecektir!...
Beni mensubu bulunduğum “Ermeni Cemaatine” ırk haini olarak tanıtan ve aleyhimde akla gelmedik hikâyeler uydurarak Ermeni Cemaatini bendenizden tamamen uzaklaştıran, maalesef o yere göğe sığdıramadığınız kendi cenahınızdaki kimseler olmuş ve Bab-ı âli Gazetelerinden yüksek tirajlı bir gazete, hiç utanmadan, hiç sıkılmadan: Benim Ermeni düşmanı olduğumu alenen yazıp umum efkâra sunmuştu. Mezkûr gazetenin o uğursuz sayısı, şahsi arşivimdedir.
Şimdi soruyorum bu adamlar sırf dininizin mensubu oldukları için şehit olmaya hak kazanıyorlar mı?... Sizleri bilmem amma, benim açımdan asla ve asla şehitlik mertebesine erişemezler, zira böylelerinin hemen hiçbir dine ve hiçbir millete hizmeti dokunmaz. Dokunamaz!...
Ermeni adını lekelemeye çalışarak, Ermenileri Türk düşmanı göstermenin vs. nasıl bir ürün verdiğini hep birlikte görmekteyiz!...
Hz.Allah’a inananlarımız şu hususu şayet iyi bilirler ki, Cenab-ı Hak bütün dinlerin yaratıcısı ve sahibidir. Dolayısıyla, tefrik etmek kendilerinden tamamen uzaktır diyebiliriz.
İslâm kendi inançları çerçevesinde hadiseleri nasıl değerlendirmekte ise diğer dinlerin saliklerince de durum aynıdır; ne bir eksik ve ne bir fazla!...
Hz.Allah; haklı olanın hakkını, haksız olanın da cezasını verir! Sizler gibi düşünenlerin, bizlere “gâvur veya kâfir” demeleri ile; bizler ne gâvur oluruz ne de kâfir! Dahası dini kendine alet etmiş ve adeta paravan gibi ardına saklanarak nice dalavere çeviren sahte Müslümanlardan daha inançlı ve daha dürüst olduğumdan kimsenin asla şüphesi olmasın.
İster parlamenter, ister hükûmet üyesi ve ister basın mensubu. Hangi cenahtan olursa olsun, bundan böyle bizleri hor görmelerine asla ve asla müsaade etmeyeceğiz! Kime mi güveniyorum: “Hz.Allah başta olmak üzere Türk Milletinin sağduyusu ile adaletine güvenmekteyiz!”
Nedir bu böyle: Türkiye için can verirsin şehitliklerde şanlı yerini alırsın. Amma, Müslüman olmadığın için şehit sayılmazsın! Bu nasıl bir inancın ürünüdür, bilinmez, bilinemez?...
Sayın Başbakanımız, İran idarecileri ile görüşürken, İran yöneticileri şöyle buyurmuşlar: (Suriye’de Müslüman kanı akıyor vs.) Peki “İran-Irak Savaşında” -ki, tam beş yıl sürmüştür- akan kan kâfir kanı mıydı?!...
Dinleri dahi siyasî matah şekline sokmaya çalışan devlet adamları böyle davranırsa, aslında ırkçı olup da faşizmi kınıyoruz demelerine rağmen, biz Gayr-ı Müslimleri hor görmek onları vatandaş dahi saymamak gibi davranışlar acaba neyi temsil ediyor: Demokrasiyi mi?...
Peki Gayr-ı Müslim vatandaşlardan vatani göreve alınanlar, iştirak edeceği herhangi bir operasyonda vurulup hayatlarından olurlarsa, şehit sayılmayacaklar mı?... O hâlde niçin asker olsun, niçin bu vatan uğruna ölsün diye düşünen olmaz mı?...
Türkiye, Osmanlı devrinde dahi olmayan bir tutum içine girmiş durumdadır ve bu doğru değildir: “Müslümanlar ölüyor, bu doğru değildir” değil “İnsanlar ölüyor bu doğru değildir” demek lâzımdır. İnsan, inancı her ne olursa olsun, insandır. Yani Hz.Allah kuludur ve bu yönü her daim ön plânda olmalıdır.
Türkiye’de yeni bir ekol meydana gelmiş: “Türklük onun, Müslümanlık onun, vatan onun, bayrak onun!” Peki geride ne kaldı? Hemen hiçbir şey... Yanî Gayr-ı İslâm konumunda bulunan her fert istisnasız onlar açısından asli vatandaş sayılmamaktadır ve sığıntı, yabancı gibi değerlendirmelere tabi tutulmaktadırlar.
Bu durumun düzeltilmesi şarttır. Lâkin bunun şart olduğunu parlamentomuzun değerli üyeleri bildikleri halde konuya siyaseten eğilmişler ve böylece olumlu açıdan hemen hiçbir netice alınamamıştır.
Bu ülkede pek garip şeyler olmakta ve asli vatandaşlarımız Müslim, Gayr-ı Müslim birer kutup’a ayrılmışçasına hareket etmekte ve bilhassa Müslüman kesim, “Azınlık” deyimiyle adlandırılan Gayr-ı Müslimlere yabancı gözü ile bakmakta: Biz Türkler, siz Ermeniler gibi tabirlerle muhataplarına hitap etmektedirler.
Böylesine garip bir vatandaşlık durumunda bir insanın huzur içinde yaşayabilmesinde tabii ki imkan yoktur!... Bazı, parlamenterlerin de rahatlıkla dilediği gibi konuşması -ki, yazımızın başında bu konuya temas etmiştik- haliyle bizleri pek ziyade üzmektedir. Hele basının da yangına körükle gidercesine hareket etmesi meseleyi daha da önemli duruma sokmaktadır!...
Türkiye’nin daha önemli meseleleri var iken, benim böylesi konulara eğilmemin yersiz olabileceği söylenebilir!... Ancak benim açımdan bu konu da en az diğerleri kadar önemlidir. Çünkü, bazı devletler bu durumu azami şekilde kurcalamak ve böylece kendilerine istifade edebilecekleri bir ortam meydana getirebilmek sevdasındadırlar!...
Nitekim hemen her yıl “24 Nisan’da 1915 Tehciri” vak’ası’nın gündeme getirilmesinde bu faktörün rolü büyüktür. Çünkü bizde hâlâ varlığını maalesef sürdürebilen “İttihatçı uzantıları”, Türk Milletini yanlış adreslere sürükleyerek, bahsini ettiğimiz emperyalistlerin, rahat hareket etmelerine imkân tanımaktadırlar..
Bunların iddiası nedir? Şudur: (Hayır! Türk Milleti insan katletmez vs.) Peki amma; Türk Milletini suçlayan yok ki?!.. Suçlanan “İttihat ve Terakki Fırkası”dır. Ve lâkin bu her daim tersinden gösterilmekte ve böylece emperyalistlerin ekmeğine katmerli yağ sürülmektedir.. Zira, milletimiz bu şekilde aldatılmakta, İttihatçılar kamufle edilmektedir.
Saygıdeğer okuyucularım! Türkiye ülke içindeki; “Azınlık-Çoğunluk” problemini çözmedikçe ben veya başka yazarlar bu konuyu işleyip duracaktır... Çünkü bu durum, Türkiye’deki “azınlık ve yabancı”(!) sayılan Gayr-ı Müslim cenahın ve bilhassa Ermenilerin her daim canları yanmaktadır!...
Dolayısıyla, tirajı yüksek gazetelerin bir türlü olumlu yönden eğilmedikleri bu hayati konuya biz el atalım dedik ve böylece bu konuya parmak bastık.
Yazarı olarak mensubu bulunduğum “Önce-Vatan” Gazetesi sahibi ve Baş-Yazarı saygıdeğer, Abdullah Akosman Beyefendi, bendenize böylesine riskli bir imkân lütfettiklerine göre: Gazete’nin “ÖNCE-VATAN” adına gerçekten lâyık bulunduğunu, ispat etmiş olmasıyla, bendenizi medyun kılmışlardır. Gerçi sayın patronum bu asil yönünü defaaten göstermiş ve böylece bendenizi; sadece kalemimle değil, kalbimle de kendilerine bağlamışlardır! Hz.Allah’tan dilerim; böylesi vatanperver Türkler, bu mukaddes vatanımızdan eksik olmasın! Zira, bilhassa günümüz dünyasında böylesi gerçek idealistlere şiddetle ihtiyacımız vardır!...
Dünya üzerinde Türk’ten gayrı hiçbir millete yaşama hakkı tanımayan ve aslında “Millet ve Vatan sevgisinin” asıl manasını kavrayamamış bir takım akıl fukaraları, böylesi mantıksız bir düşüncenin peşinde koşmakla ne yaman bir yanlışa sürüklendiklerini asla ve asla anlayamamış ve hâlâ anlayamamaktadırlar. Çünkü böylelerinin basireti tamamen bağlıdır ve ırki efsun onları adeta büyülemiş, bu düşünce ve tutumları aziz milletimize her daim zarar vermekten gayrı hiçbir işe yaramamıştır!..
İttihat ve Terakki Fırkası’nın; “Dini ve Irki” harsları aşırı şekilde ön plâna çıkarmak ve siyasî emellerinin tahakkuku için bunu adeta paravan olarak kullanıp, İmparatorluk idaresini tamamen ele geçirmekle ne yapmış ve ne gibi hayati yanlışlara sebep olmuştur bir de ona bakalım. Mezkûr Fırka’nın Osmanlı-Türk İmparatorluğu’na hizmet veriyorum(!) derken, bir takım serdengeçti maceraperestlerle bir araya gelerek: (Kızıl Elma) efsunu ile madden zayıf İmparatorluğu, Almanlara güvenerek, Birinci Cihan Harbi’ne sokmuş ve böylece: (Beş milyon km. kare olan koca İmparatorluk topraklarını; yedi yüz seksen bin km. kareye) inmesine sebep olmuştur. Adına: (Sözde Soykırımı) denen “Ermeni kıyımı ile öldürülen Türk muhalifler de ayrı bir kara yönüdür!...”
Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun parçalanıp yoklara karışmasına sebep olan İttihatçı Hükûmet, bilhassa “Sarıkamış Faciası”nın günahını birilerine yükleyebilmek gayesiyle bir günah keçisi aramaya başladı ve bu tabii ki, Rusya olamazdı ve uzun, uzun aramalarına da lüzum yoktu. Rus Ordusu mensubu bulunan “Kafkas Ermeni’lerinin”; Kars, Erzurum, Van vs. civarında yaptığı aklı almaz katliamların faturası “Osmanlı Ermenilerine çıkarıldı” ve böylece malûm günah keçisi bulunmuş oldu ki, bütün bunlar detaylı şekilde benim eserlerimde olduğu gibi, başka araştırmacı yazarların eserlerinde de mevcuttur.
Cumhuriyet dönemi Türkiye’mizde ise, Gazi Hazretlerinin vefatından sonraki yıllarda “CHP” saflarına katılmış bulunan İttihatçı cenahı sistemli şekilde partinin üst kademesine sızarak, Ermeni düşmanlığını aşılamaya başladı ki: Uygulanan “Azınlık politikasında” Ermeniler her daim, ayrı bir kefede ele alındı ve bezdirilerek, Türkiye’yi bir şekilde topyekûn terk etmeleri için bazı taktikler uygulandı. Bütün bunlar cümle azınlık mensuplarının hafızalarına nakşolmuştur!
Nitekim, Araştırmacı Yazar Rıfat N.Bali’nin: (GAYRİMÜSLİM MEHMETÇİKLER) ve (DEVLET’İN YAHUDİLERİ ve “ÖTEKİ” YAHUDİ) adlı kitaplarında bu hususta hayli bilgi vardır. Ayrıca: (YORGO HACIDİMİTRİADİS’İN AŞKALE-ERZURUM GÜNLÜĞÜ) ile (TÜRKİYE, YAHUDİLER VE HOLOKOST) adlarındaki hatırat kitaplarında da hayli bilgi mevcuttur.
Ne var ki, ben sadece, Yunanistan’a göçmüş bulunan eski bir Rum vatandaşımızın, günlüğünden 2-3 pasaj alıp sizlere aktarmak istiyorum: Zira, o malûm zihniyetin Türkiye’ye nasıl miraslar bıraktığının resmidir!... Mevzubahis hatıratın hazırlanışını sağlayan Sayın Ayhan Aktar, kitabın giriş yazısında meşhur “Aşkale” bölümünden söz ederken, Milletimizi bu icraatın dışında tutabilmek için, hayli dil dökmüşler ki, buna hiç mi hiç lüzum yoktu. Zira bunun sorumlusu Türk Milleti değil; (CHP iktidarı mensuplarından bazıları olmuştur.)
Sayın Ayhan Aktar Bey şöyle buyurmaktadır:
(Ülkemizde “İkinci Dünya Savaşı” yıllarında uygulanmış olan “Varlık Vergisi” yakın tarihimizde birçok kez karşımıza çıkan “azınlık karşıtı” politikalara örnek olarak gösterilebilir. Varlık Vergisi’nin belki de en acımasız tarafı, vergisini en fazla 30 günlük süre içinde ödeyemeyen mükelleflerin ilk olarak Aşkale’de, daha sonra da Erzurum ve Sivrihisar’da oluşturulan çalışma kamplarına yollanmış olmasıdır. Varlık Vergisi mükellefi olan Gayr-ı Müslimler; Aşkale’de, Trabzon-İran transit karayolundaki karları temizlemiş, Erzurum’da karayolunun kardan kapanmasını engellemiş veya şehrin sokaklarını süpürmüşlerdir. Sivrihisar’da ise yol inşaatında çalışarak taş kırmışlardır. vs.) Sahife:7-8.
Günlüğün sahibi, Yorgo Hacıdimitriadis ise şu notları geçmiştir: Sahife: 27.
(Gençleri eşyaları beklemek ve yükletmek için tahsis ettik. Halbuki son saat yalnız beş kişinin kalmasına müsaade edildi: “Bunların biri yatakta hasta, ağzından kan gelmiş “Konstantin” İaturu, diğeri 70 yaşında “Bensiyon Kamhi”. Diğeri 62 yaşında Aram Deresenyan; ayakları tutmayan bir arkadaş. Diğeri nüzullü (felçli) Hıristo Iliadis ve diğeri sıtmadan hasta Istefanos Sandukas. Bunları eşya bekçisi olarak bıraktık.)
(İstirahatım devam ediyor. Ara sıra kar yağıyor. Arkadaşlar yine Kars Kapısı’na gittiler. “Fazla istirahatçı var” diye dedikodular olması ve komutanlık ile vilayet tarafından şikâyetler olması üzerine doktor yatakta bulunan ve gayet ihtiyarlardan on kişi kadarını vazifeye çıkarıp iş başına gönderdi. Bazıları yollarına devam edemeyip geri döndüler. Yeni muayene neticesi istirahat aldılar.) Sahife: 33.
(Saat 7.00’da içtimaya davet edildik, bir saat kadar ayakta bekledik. Polis İsmail Bey bizi saymaya başladı. Bütün hareketleri Napolyon tavrı idi. Odalarda yatmakta olan ihtiyar ve hastaları kaldırıp onları da bahçeye getirdi. Şimdi de doktor vazifesini yapmaya başladı. Ayakta duramayacak vaziyette olanları ayırdı, bazılarının alnına elini koyarak hararetlerini anlamak ve ona göre hastalıklarını tespit etmek istiyor idi. Çoklarını itip fena muamele yapıyor ve hakaretler yapıyor idi. .... Maatteessüf fena haberle karşılaştık. 6. Kafile felaket arkadaşlarımızdan “Vasilaki Konstantinidis” vefat etmiş. Esasen kendisi rahatsız olup yatağından zorla sabahtan kaldırılmış idi ve içtima esnasında diğerleri ile beraber hakarete ve tehditlere maruz kalmış idi..) Sahife: 43.
Baştan beri bütün bu satırları niçin yazdım? Gayet basit şunun için yazdım:
Biz azınlıklar ve bilhassa Ermeniler, her daim hakarete uğramakta ve zamanında yapılan yanlışlardan her daim bizler sorumlu tutularak: (Ne karaborsacılığımız, ne vatan hainliğimiz ve, ve, ve... Bütün bu insanı sadece kırıcı değil, aynı zamanda rencide edici ithamlara muhatap olmaktan artık bıktık, canımıza tak etti!)
Azınlıkların içinden ihtikârcı, karaborsacı gibi iğrenç yaratıklar çıkmamış mıdır!.. Tabii ki, çıkmıştır ve bu tabiidir; hemen her toplumdan namuslu da çıkar, namussuz da. Ancak topyekûn hepsini de aynı kefeye koyamazsın.
Bütün bu hususları dikkate alarak, ülkemizin “Birlik Beraberlik İlkesine” katkıda bulunabilmek gayesi ile bu konuya ağırlık vermekteyim. Zira siyaseten davranıldığından aziz milletimiz aldatılıyor. Bu bir gerçektir ve de gizlemeye kalkışmak; hem milletimize ve hem de vatanımıza karşı işlenmiş çok büyük bir haksızlık olur. Şayet nasipse yeni makalem: “Çocukluk ve gençlik yıllarımla” ilgili bir yazı olacaktır ve öyle sanıyorum ki, alâka duyulacaktır. Zira, bizler her daim sizlere yanlış veya maksatlı tanıtılmaktayız ve asla unutulmasın: (Bu aziz vatan cümlemizindir, sadece Türk ana-babadan doğanın değil!) Saygılarımla cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim.