Türkler tarih boyunca Doğu'dan Batı'ya yönelmiş bir millettir. Osmanlı Devletiyle en geniş coğrafyaya yayılan Türklük, Müslümanlığa geçişinden itibaren cengaverliği cihangirlikle birleştirip, bir yandan Güney Akdeniz-Kuzey Afrika kıyılarına öte yandan da Balkanlar üzerinden Orta Avrupa'ya yönelmiştir. 2.nci Viyana kuşatmasından sonra başlıyan dönem dahil olmak üzere, bir ulusüstü devlet olarak tarihte 600 yıl yaşamıştır. Osmanlı Devletinin özellikle BALKAN coğrafyasından çekilmesi çok sancılı bir sürecin yaşanmasıyla sonuçlanmıştır.(1) Konu doğal olarak bizim ilgi alanımıza girdiği için bu alanda yapılan çalışmalara daha duyarlı oluyoruz. 1352 yılında Avrupa'ya doğru giden yolda Süleyman paşa'nın komutasında Gelibolu'da ayak bastığımız Balkan toprakları uzun yıllar vatan toprağımız oldu. Ama bildiğiniz üzere Batıya doğru olan yolculuğumuz, 1699 Karlofça anlaşmasıyla ile Orta Avrupa'dan, 1744 Küçük kaynarca sonrası Balkanlardan geri çekilişe dönmüştür. Çekilişin yarattığı travma o kadar yıkıcı ve acıdır ki anlatmaya kelimeler yetmez. Bunu yaşıyanlar hatırlamak dahi istemediklerinden acılarını içlerine gömmüşler ve uluslararası alanda dahi hak aramayı düşünememişlerdir. Bugün soykırım, soykırım diye yanlı, yanlış ve abartılı iftiralarıyla ortada dolaşanlar gerçekçi ve samimi olsalar Balkanlar, Kafkaslarda ve Anadoluda Türk ve Müslümanlara yapılan etnik temizlik, zorunlu göç, savaş ve kıyım programlarının gerçek bir soykırım olduğunu görürlerdi. Bilimsel çalışmalarıyla tanınan ABD.li tarih Profesörü Justin Mc.Carthy'nin "Ölüm ve Sürgün" adlı kitabında belirttiği gibi, 1821 ile 1912 arasında çoğu Türk olan beş buçuk milyon müslüman yurtlarından sökülüp, kimi savaşlarda öldürülerek, diğerleri sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek ölmüşlerdi. (2) Rum'un, Ermeni'nin, Bulgar'ın yaşadıklarını abartılı olarak tüm ayrıntılarıyla yazan tarih ve ders kitapları, her nedense Türklerin ve Müslümanların yaşadığı aynı tür katliamları hiç anmamışlardır. İstatistikler, dehşete düşürücü yükseklikteki kayıpları ifade etmek yönünden yetersiz kalan göstergelerdir. Onlar insanların çektiği çilelerin ne kadar korkunç ölçüye ulaştığı konusunda ancak kabataslak bir bilgi verirler. Gerçek hayatta yaşanan dram ise tahmin edilenin çok çok ötesindedir. 1989 yılında Bulgaristan'da yaşanan isim değiştirme baskısı ve zorunlu göçü, 14 yıl once Bosna'daki etnik temizlik, 9 yıl önce Kosova'daki yaşanan katliam hafızalarımızdaki tazeliğini koruyor. Artık AB üyesi de olan Bulgaristan’da 80.lerin sonunda bir gecede silinen Türk isimlerinin, demokrasinin ve insan haklarının gereği olarak nüfüs kütüklerinde iadesi gerekmezmiydi. Osmanlı’nın yüzyıllarca süren Balkan egemenliği döneminde gösterdiği hoşgörü neticesinde Bulgarlar ve tüm Balkan Devlet Yöneticileri dillerini, dinlerini, kimliklerini, kültürlerini bugüne kadar koruyabildiklerini unutmamalıdırlar. Üstelik o dönemde asimilasyon yapmak çok daha kolayken biz daima hoşgörüyle, anlayışla ve insanca yaklaşmıştık hepsine. Unutmayalım ve unutturmayalım.Uluslararası Güç Merkezleri sadece ucu kendilerine dokunduğunda tepki verirler. Yoksa tam bir oyalamaca, kandırmaca sürüp gider. Sonuç alınıncaya kadar yapan yapacağını yapmıştır zaten. Bu amaçla İstanbul’da faaliyet gösteren Rumeli Balkan Federasyonu 10 Ekim 2009/Cumartesi günü Bulgaristan’dan zorunlu Göçün 20.nci yılı nedeniyle bir dizi etkinlik gerçekleştiriyor. Sabah saat 10.30’da Galatasaray Lisesi önünde toplanarak İstiklal caddesinden yürüyüşle Taksim Atatürk anıtına çelenk konulacak. Öğleden sonra 14.00’te Bağcılar Belediyesi Kültür Merkezinde Fotoğraf sergisi ve 15.00’te Panel var. (Adres..:Sancaktepe Mah.3/6C sokak No:3 BAĞCILAR/İSTANBUL) Halka açık olan bu faaliyetlere katılımlarınız, ülkemizi bölmek amacıyla milli birlik ve bütünlüğümüze kasteden güç merkezlerine verilmiş en güzel cevap olacaktır. KAYNAKÇA ....: (1) TDBB..........................Göç, şehir ve yerel Yönetimler (2) Justin Mc.Carthy........Ölüm ve Sürgün