BUHÛRİZÂDE MUSTAFA ITRÎ
UNESCO tarafından 1012 yılı Itrî yılı olarak ilan edilmiş bu değerli sanatkârımızın Edirnekapı’daki Mezarlığı bile şüpheli. Hakkında farklı rivayetler var. Tedavüldeki paramızın arkasına resmini (ki, ne derece doğru resimdir) koyduğumuz Türk Musıkîsinin en büyük bestekârlarından olan Itrî hakkında elimizde sıhhatli bilgi ve belgelerin olmaması doğrusu kültür ve sanat hayatımız açısından son derece üzücü bir durumdur.
Elbette sadece Itrî’nin değil daha pek çok sanatkârımızın mezarı bilinmemekte, hakkında sıhhatli malumat bulunmamaktadır.
Hiç şüphe yok ki bazı eksiklikler olmasına rağmen bu sanatkârlarımızla alakalı tatminkâr bilgilerin mevcut olabileceğine inanıyoruz. Ne var ki arşivlere inilmiyor bu hususlar ciddiye alınmıyor galiba. Elbette bunları araştırmak incelemek ferdi planda yapılabilecek başarılabilecek olmaktan uzaktır fakat kültür bakanlığı Itrî ve benzerleri hakkında teşebbüse geçerek bir çözüm bulabilir, bulmalıdır da. Zira bu kültür bakanlığının sorumluluğu dâhilindedir.
Bir milletin kültür varlıkları hakkında bilgi sahibi olma hakkıyla beraber milleti var eden değerlerin ortadan kalkması o millet için neredeyse yok olma ihtimalini doğuracaktır.
Şairinizi, bestekârınızı, mimarınızı ve diğerlerini tanımak bilmek nereden nereye geldiğinizi anlamak ihtiyacı vardır.
Farklı dünya devletlerini göz önüne getirelim bakalım görülecektir ki hemen ilk akla gelen o ülkenin romancısı şairi, mimarı, bestekârıdır.
Ne gariptir ki eserlerinden bahsedilir varlığı söylenir ama örnekleri nedense esirgenir.
Falanca defterde şiirleri varmış, şu makamda bu makamda bestesi mevcutmuş, gibi mışlı muşlu ifadelerle anlatmak ne kadar yakışık alır.
Elimde bir kitap var evirip çeviriyorum dedikodudan ibaret satırlar. Net bir cümle yok desem yeridir adı bile muamma haline getirilmiş bahûri mi buhûri mi o dahi kafa karıştırıcı bir manzara arzediyor.
Elbette 17. Yüzyılda yaşamış bir sanatkâr hakkında bazı bilgiler bulunamayabilir, eksikler olabilir hatta yanlışlarda mümkündür fakat hiç mi doğru bilgi yoktur.
Shakespare hakkında ziyadesiyle bilgi bulabildiğimiz bu ülkede (ki Shakespare ) Itrîden hayli öncedir neden bizim sanatkârımız hakkında birkaç sıhhatli cümle olmasın.
Medeniyet kendini inkârla olmaz, kendini anlama, kavrama, daha ileri götürebilmek için geçmişini tanımakla mümkündür.
Onun hatırasına Mustabey armudu bile koruma altına alınmalıdır. Tekbir ile salât-ı ümmiye’nin bestekârı olduğu bilgisi dahi müphemdir.
Netice itibariyle görünen odur ki bu konuları dert edinmiş pek kimsemiz yok. Yabancı hayranlığı, kendimizi yetersiz sayma, kompleks, korku, güvensizlik gibi olumsuzluklar gönlümüze, aklımıza galebe çalmış olmalı ki bu semtlere uğramadan geçiyoruz.
Hâlâ insana yatırım yapmak yerine kaldırım döşemekten kendimizi kurtaramadık. Nutuklar irad ederek günümüzü gün etmekten zehirsiz temiz bir meşrubat yapmayı beceremedik.
Zaten Nef’inin şiirinden Segah makamında bestelediği eserindeki sitemine biraz dikkat yeter galiba. Fazla söze hacet yok.
Ah tut-i mucize guyem, ne desem laf değil
Belli yarim belli dost
Belli mirim belli dost
Belli ömrüm belli dost
Ah çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil
Belli yarim belli dost
Belli mirim belli dost
Belli ömrüm belli dost
Ah ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
Belli yarim belli dost
Belli mirim belli dost
Belli ömrüm belli dost
Ehl-I dil birbirini bilmemek insâf değil
Belli yarim belli dost
Belli mirim belli dost
Belli ömrüm belli dost