Anne olabilmek, annelerin çocuklarına olan aşklarının boyutunu tahmin edebilmek bir erkek için neredeyse imkânsız… 

Henüz hamileliğin o ilk günlerinde, ceninken başlar onların bu tahmin edilemez aşk hikayesi…

Sadece annenin de değil, çocuğunda inanılmaz bir saygısı, sevgisi vardır Annesine… 

Annesinde karnında “Gelişmekte Olduğunu” bilmektedir. Bu süre zarfında onun vücudunda kalma zorunluluğunu ve kısmen ona yük teşkil ettiğinin farkındadır sanki… Hisseder bunu o minicik haliyle… Gelişimi boyunca kendisine yardımcı olan vücuda mahcuptur âdeta… Haddini bilir… Anne karnındaki zamanını katlanarak geçirir… Derde, kedere, çileye katlanmak değil… Bildiğiniz iki büklüm durur ve olabildiğince rahatsızlık vermemek için küçülmeye çalışır… Uzanmaz boylu boyunca…

Gelişmekte oldukları dönemde, gelişmeye çalışanların düşkün, ihtiyaç sahibi olduklarının bilinciyle, olabildiğince savruk davranışlardan kaçınır… 

Bu mahrum dünya anlayışı ile doğarlar ve aynı olgunluğu hayatlarına yansıtabildiklerinde ailelerinin, milletinin iftihar ettiği birey olurlar… Gelecektir onlar… Gelecekleri için gelişim gösterdikleri bu dönemde lükse kaçmaz ve ayaklarını uzatıp rahatlarına bakmazlar…

Gelişim içinde bulunan ülkelere, en büyük derstir onların bu tutumu…

Gelişmekte olan ülkelerde lükse giremez. Önce gelişimlerini tamamlama olmalıdır ilk amaçları… 

Bu süre içinde tüketim için borçlanmanın onların gelişimlerine zarar vereceğini bilirler… Kendilerinin üretmediği ithalata asla girmezler… Başka para birimleri ile iş yapmazlar… Serbest piyasalarını, üreticilerini yanlış kararlar nedeniyle döviz üzerinden satış yapmak zorunda bırakmazlar…

Ekonomiyi “Rant Ekonomisi” ile yönetip, genel üretimin durmasına, ithalsiz üretmenin mümkün olmamasına, şirketlerin batmasına, borçlanmanın rant uğruna artmasına izin vermezler… 

Salgın dönemleri için, ekonomisinin üç ay bile dayanamayacak duruma gelmesine müsaade etmezler… Halka “Hani çok paramız vardı, üç ay bile dayanamayacak mıyız?” Sorusunu sordurtmazlar… 

Sadece bir yıl içerisinde 170 milyar dolar dış borç ödeme zorunluluğunda kalmazlar… 

Gerçekten batmış, tahsil imkânı kalmamış, batık kredilere “Yok aslında sen batmadın” diyerek, ödenmeyeceği bilmesine rağmen yapılandırılarak, batık kredi rasyolarını düşük gösterme çabasında kalmazlar… 

Halkın, yabancı paraya daha çok güvenebileceği ortamlar oluşturmazlar… Döviz mevduatların artmasının sebebi olmazlar… Üzerine, özel bankalara döviz mevduatlarını TL mevduatlarına çevirmeleri için müdahale edip, baskı kurmazlar… Kasasındaki döviz mevduatının %25 daha fazlası kadar piyasaya kredi vermesi için zorlamazlar… Ama dövizi Merkez Bankasına verirsen “Hee o zaman başka, rasyolarını düzeltirim” demezler… Bankaların aldıkları riskleri, kontrol altına alması gerekenler, “Daha çok kredi ver, daha da risk al” dayatmasında bulunmazlar… 

Gelişimimiz bundan tam yüz yıl önce başlamıştı… Yüz yıl önce kurtuluş mücadelesine girdi bu millet… Monarşinin hüküm sürmeyeceği, ulus alabilmenin keyfinin sürülebileceği bir mücadelenin içine girdi dedelerimiz…

Çocuklarının geleceği için, ülkemizi istila etmiş olan yedi düvele karşı savaştılar… Bu uğurda canlarını feda ettiler…

23 Nisan 1920 günü Gazi Meclis kuruldu. Ve milletimiz egemenliğini ilan etti…

Fakat bu mücadele sırasında maalesef çok sayıda anne-baba şehit oldu. Ülkemizin geleceği olan çok sayıda çocuğumuz yetim, öksüz kaldı… 

Fakat bu muhteşem yürekli Gazi Meclis, Atatürk önderliğinde o çocuklara kucak açtı… Onlar için birçok organizasyon düzenlendi. Davetler, balolar, çekilişler yapıldı… Elde edilen gelir ile çocukların ihtiyaçları karşılandı…

Bu toprakların “Anadolu” olduğunu ispatlar gibiydiler… Çocuklar kimsesiz kalmamıştı. Her yer analar, babalar ile doluydu… 

Öksüz, yetim kalan çocuklarımızı, milletimiz âdeta evlat edinme yarışına girdi… Özellikle kız çocukları tek başına, çaresiz bırakılmadı… 

Atatürk ve Latife hanımda annesini ya da babasını kaybetmiş çocukları evlat edindi… Ve Zehra, Mustafa, Abdurrahim, Sabiha, Rukiye, Afet, Nebile ve Ülkü isimli sekiz çocuğu evlat edindiler… 

Bu çocukların kendilerinin becerileri ve isteklerine uygun eğitim almasını sağladılar… Maalesef Zehra’nın, Londra’da aldığı eğitim kısmen başarısız geçmişti. Anne babasını kaybetmenin acısının üzerine dayanamamış olacak ki trenden atlayarak intihar etti. Diğer çocuklar ise kendi alanlarında ilerlediler, ülke için çok faydalı işler yaptılar…

Egemenliğimizin, yetim ve öksüz çocukların aileleri sayesinde geldiğini bilen bu koca yürekli Gazi Meclis, Atatürk’ün önderliğinde bu özel günü çocuklarımıza armağan etti…

Takip eden yıllarda da 23 Nisan günleri, çocukların eğitimleri için düzenlenen organizasyonlar ile kutlandı… Bağış toplandı, şenlikler yapıldı… Ve bu özel gün onlara armağan edildi…

İşte bugün, geleceğimiz olan ve öksüz-yetim kalmış çocuklarımız için ne yaptığımızı sorgulamanın tam zamanı…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun…

Ne Mutlu Türküm Diyene…