Bize son 14 yıldır ne oldu, anlayamıyorum. Ankara’da 10 Ekim günü vuku bulan terörist saldırıda 100’u aşkın vatandaşımız yaşamını kaybetmişken, bu çok acı olay dahi bizi bir araya getiremiyor. Milli takımımız Fransa vizesi almak için İzlanda ile eleme maçı oynarken, bir dakikalık saygı duruşu yapmaktan bile aciziz. Konya halkı milli takımı destekledi, ama nasıl? Laik bir ülkede, spor müsabakasında dini sloganlar atarak. Türkiye son 14 yılda ayrılaştırıldı, kamplara kutuplara ayrıldı. Türk, Kürt, laik, dinci, inanan, inanmayan, başı açık, başı kapalı diye bölündük. Zaten söylüyorlar, biz dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz diye. Şöyle diyor: ‘Biz iktidara gelinceye kadar imam hatip okulu ve mezunu yok denecek kadar azdı, şimdi 2 milyon çocuk imam hatipte okuyor. Hepimizin, iftiharla okuduğumuz liseler kapatılıyor, imam hatiplere dönüştürülüyor. Çocuklarını imam hatipe göndermek istemeyen veliler, çaresizlik içindeler. Atatürk ilke ve inkılapları, ayaklar altına alınmış. Her vesile ile Atatürk’ün partisi olduğunu söyleyen parti, bu duruma tepki vermiyor. Büyük Atatürk’e hakaretler ediliyor, heykelleri kırılıyor. Stadyumlardan, tesislerden adı yok ediliyor.
Bu ne kindir, ne gaflettir? Bugün bu topraklarda, bu vatanda hür ve serbest yaşıyorsak, herkes dini vecibe ve inançlarını hiçbir baskı olmadan yerine getirebiliyorsa, özgürce nefes alıyorsak, bunu; Atatürk ve mücadele arkadaşlarına borçluyuz. Bunu bile anlamaktan yoksunlar. Bu vesile ile büyük kurtarıcı Atatürk’ün, silah ve mücadele arkadaşlarını, başta İsmet İnönü, Celal Bayar olmak üzere minnet ve şükranla, tazimle anıyorum.
Yaşadığımız Ankara acı terör saldırısı, Nobel kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, kazandığımız Avrupa futbol şampiyonasına katılma hakkı bile, bizi bir araya getiremedi. Çok yazık… İnanmak isterim ki milletimizin büyük çoğunluğu, sade vatandaşlar, böyle tepkisiz değildir. Ne yazık ki onlar sessiz çoğunluktur. Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmek, ülkenin kaderine el koymak için yola çıkanlar, siyasi hesaplardan önce ülkenin karşılaştığı, vahim durumu idrak ederek bir araya gelmeliydiler. Önce vatan, sonra seçim ve iktidar demeliydiler. Ortada devlet ve millet yoksa seçim kazanmak ne yazar?
Bizim nesiller, birlikte yaşadığımız insanlar, İnönü, Menderes, Demirel, Özal dönemlerini gördük ve yaşadık. 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü gördük. Tüm bu dönemlerde bile, böyle umutsuz bir tablo ile karşılaşmadık. Bizler, yaşayan nesiller, sizler çocuklarımızın, torunlarımızın yüzlerine nasıl bakacağız? Bizim görevimiz, çocuklarımıza yaşanacak, güzel bir refah ülkesi bırakmak değil mi? Çocuklarımız, korkmadan, endişe duymadan, yaşayacakları müreffeh ve çağ atlamış bir Türkiye'yi haketmiyorlar mı? Akıp geçen zamanda, Cumhuriyetimiz’in 100. yılına doğru hızla yol aldığımız bu süreçte, büyük önder Atatürk’e, muasır medeniyetlere yakışan bir durumu yaratabiliyor muyuz? Biz siyasetçilerin görevi, milletimize halkımıza umut ve güven vermek değil midir? Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu tabloya bakarak, gelecekten umutlu olmak mümkün mü?