Bu topraklarda gelenek ve göreneklerle oluşan tarım kültürü, beslenme kültürü, damak kültürü vardı. Hal böyle olunca bir şeyler değiştiğinde anlamaması düşünülemezdi.

Son yıllarda sıkça duyulan "domatesin neden eskisi gibi kokmadığı" sorusu böyle doğdu. Cevap kullanılan tohumluklardaydı. Hibrit domates tohumluğundan elde edilen verimin yüksek, raf ömrünün uzun olması, nakliye ve mevsiminin dışında üretilebilir olması, çiftçinin hibrit tohumluk tercih etmesine neden oldu. 

Tüketicilerin uzun süre bozulmadan kalması ve ucuz domates istemesi de çiftçilerin tercihini destekledi. Bu yüzden Fransa, ABD ve Hollanda’dan ithal tohumluklar kullanmaya başladı. Mesela "Ayaş domatesi" tarih oldu. Ayaş domatesi olarak satılan domatesin tohumluğu Fransa’dan ithal ediliyor. 

2012 yılında yapılan arkeolojik kazılar, Güneydoğu Anadolu’nun Batman ile Bismil arasında kalan bölümündeki Körtik Tepe Kazıları’nda bundan 12.000 yıl önce buğdayın anavatanı olduğumuzu gösterdi. Buğday tohumunun genleri topraklarımızda doğal olarak oluşmuş ve gelişmişti. Buğday tohumu bu topraklarda eksiklik ve zayıflıklarından arınarak uyum sağlamış, dayanıklılık kazanmıştı.

Yerel tohumlar gerek hastalık ve zararlılara dirençli olmaları nedeniyle tarım zehirlerinin daha az kullanılması, gerekse gıda içeriklerinin zenginliği ile büyük avantajlara sahipler. Daha da önemlisi bu tohumlar dünyayı bekleyen kuraklığa karşı daha dayanıklılar. Kuraklığa dayanıklı 12 çeşit buğday ve arpa tohumumuz bulunuyor.

Ata tohumlarımız arasında Siyez çok kıymetli bir buğday. Hastalıklara karşı çok dayanıklı ve besin değeri çok yüksek. Binlerce yıldır siyez tohumunu bugüne getiren, ekip geliştiren Kastamonu İhsangazi çiftçileridir. Çiftçilerin sorusu şu: siyez de şirketler tarafından alınıp çiftçiye geri satılacaksa, o zaman çiftçinin hakkı nerede? 

Yetkililere gelince onlar da,  “Dışarıdan tohum ithal etmesek bile normal tarımsal üretimi sürdürecek gücümüz var” diyor. Eğer böyleyse dışarıdan neden tohum alıyor, neden kendi yerli tohumlarımızı kullanmıyoruz?