İNTERNET’imiz de hemen birçok vatandaşımızın takip ettiği “Ansiklopedik” bir kanal var ve bu kanal, sorumsuzluk örneği teşkil edebilecek marifetler sergilemekte ve de pek kurnaz davranışlarla, insanlarımızı isteyerek veya istemeyerek yanlış bilgilerle donatmaktadır. Böylesi bir davranış bana göre sadece ve sadece aziz ülkemizi yutabilmeyi hesaplayan yutabilmek için de uygun bir ortam kollayan Emperyalist güçlerin iğrenç niyetlerini hayata geçirebilmelerini kolaylaştırmaktan gayrı hiçbir mana ifade etmez!... İnternet’deki ansiklopedik kanalda bir de ferdi sahifeler mevcut ve bu sahifelerde ahkâm kesenler ne hikmetler yumurtluyor ne bilgiler sunuyor(!) hiç sormayın... Bendeniz; yazılanlara, çizilenlere karşı değilim ve zaten hiçbir zaman da böylesi bir mantıksızlığa kapılmadım. Çünkü bu gibi fikir yapıları, doğrudan saplantılı ruh hastalarında olur. Bendeniz, hür düşünceyi, hür ifadeyi benimsemiş naçiz bir yazarım. Beni rahatsız eden, bazı hayati yanlışlara en azından bir karşılık veren çıkmamasıdır!.. Dahası; yıllardır benim yazdıklarıma da herhangi bir yazarın dikkate alarak olumlu veya olumsuz cevap verdiğini hiç hatırlamıyorum?... Böylesi bir alaka sadece cefakâr okuyucularımdan görmüşümdür ki, o da daha evvelki çalıştığım gazetelerde olmuştur. Bu neyin nişanesidir? Onu da arz edeyim: Medyamızdan uzaklaştığım, uzaklaşıp kitap yazarlığına ağırlık verdiğim (1982’ler)den günümüze, Türk ve Ermeni ilişki köprüsü altından öylesine çok sular akıp geçmiştir ki, yazarlarımızın bizleri yoktan saymaları normaldir. Hele, Türk Azeri soydaş edebiyatı, Türk ile Ermeni’lerin olumlu(!) ilişkilerine bilhassa taze kan (!) katmıştır. Ve bu olumlu ilişkiler hem iktisadi ve hem de siyasi açıdan değerlendirilince, Ermeniler aleyhine öylesine acımasız bir politikaya yer verildi ki; bu durum Türkiye’nin değil sadece Türk düşmanlarının daha doğrusu, Türkiye’yi ele geçirmek isteyen bazı silâh açısından kuvvetli ve büyük, insanlık açısından ise güçsüz ve küçük devletlerin işine yaramış ve hâlâ yaramaktadır... Selçuklu-Türk ve Osmanlı-Türk İmparatorluklarına sadakatle de değil benimseyip bir parçası, bir nüvesi olarak hizmet vermiş bir kavimin, tarih boyunca tek bir başkaldırısı olmuş ve o da Türklere değil, Osmanlı Devletine karşı olmuştur ki, Türkler de aynı dönemde Osmanlı’ya baş kaldırmış ve hatta “İttihat ve Terakki Fırkası” başına buyruk hareket ederek koca bir imparatorluğun sükûtuna başlıca sebep teşkil etmiştir. Gerçek böyle iken, hemen her suçu Ermenilere ve hem de Osmanlı Ermenilerine yüklemek ne dereceye kadar doğru olur, bilmem, bilemem!... Amma, bir şeyi çok iyi bilmekteyim. Çünkü yaşadım ve yaşamaktayım: Türk Milleti’ne; milletin bir nüvesi konumundaki Türk-Ermenisi’ni unutturabildiler. Kulak muayenesi için bir hastaneye müracaat ettiğimde, kulaklarımın ses algısını kontrol eden hemşire hanım adımı sordu. Levon olduğunu öğrendiğinde; Siz hangi ülkeden geldiniz, hangi millete mensupsunuz? sualini sorarak beni şaşırttı?!... Hele iki hafta evvel, yine bir hastanede adımı öğrenen bir cildiyecinin: (Siz Yunanlı mısınız?) diye sorması beni daha da şaşırttı?!!.. Zira: Levon adı bir Türk insanına hiçbir şey ifade etmezse, Türk-Sanat Musikisi’nin önde gelen bestekâr ve icracılarından ünlü (LEVON HANCIYAN) Efendi’yi hatırlatmalıdır. Halbuki, günümüz Türk insanının, o büyük musikişinasın bir zamanlar yaşamış olduğundan dahi haberi yoktur!... Nitekim, günümüzün Müslüman yazarların durumu da aynıdır. Çünkü çoğunluğunun Ermenilerle arkadaşlığı ne olmuş ve ne de hayata bakış açıları değişmedikçe olmayacaktır!.. Gelelim yazımızın başındaki konuya. Yânî, İNTERNET ansiklopedi sahifesinde yer alan pek eksantrik bir maddeye. Gözüm ilişince adeta hayretler içinde kaldım: Meselâ: Konstantinopolis’te yaşayan ilk sakinlerin Museviler olduğunu, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin birinci cildinin ilk satırlarında okumuştum. Şimdi de İstanbul’un: (Likorinoz, Tünün-Balığı, Sardalye, Lakerda, Uskumru-Turşusu, Çiroz) nevi, çiğ balık gibi, Konstantinopolis’in balık yiyeceği zenginliği içinde bilhassa onların içki sofralarını süsleyen ve fakat içkisiz de yemek sofralarına zevke ilave edilen ve de Bizans’tan, Osmanlı’ya geçmiş bir deniz mahsulü zenginliği idi. Zenginliği idi diyorum zira, güzelim Marmara Denizi kısır hâle getirilince, böylesi nadide deniz nimetlerinin de adeta kökü kurudu... Günümüzde ise meçhul bir ukalâ kalkmış: (Lakerda: Sevilla’lı bir Yahudi Balıkçının icadıdır.) demiş ve pası arkadaşına vererek, ona da sözde Yahudi Balıkçının hikâyesini yazdırmış ve böylece sözde milletimize balıkçı tabiri ile “zokayı yutturmuşlar”!... Gayeleri ne? Gayeleri şu: (Lakerda bir Yahudi icdadır. Dolayısıyla hemen hiçbir kavim kendisine mal edemez. Patenti, Yahudilerdedir.) diyebilmek. İNTERNET de iki sahife ayrılmış bulunan bu konuyu aynen geçtikten sonra bunun altında nasıl bir maksat yattığına dair kendi naçiz yorumumuzu sunacağız. Zira böylesi taktiklerden evvel, hamaset duyguları kırbaçlayan kışkırtıcı hareketler neticesi Rum’ların kimi kendiliğinden kimi de “Yunan vatandaşı olanların yurt haricine çıkartılması” işlemi esnasında Yunanistan’a gitmeye mecbur kalmış ve böylece Rum engeli aşılmıştı. Rum engeli diyorum zira, Türkiye’de onları kendilerine engel görenler vardı ve hâlâ var... Kendi iktisadi ve siyasi menfaatlerine başlıca engel gördükleri Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşı “Rum ve Ermeni”lerin bir şekilde Türkiye dışına çıkarılmaları işleminde Rum’lardan kurtulmuşlar ve fakat, bir türlü Ermeni’lerin sonlarını getirememişlerdi. Bunun yegane sebebi ise, her nevi provokasyona rağmen İslâmi kesimin Türkiye vatandaşı Ermenileri tutmaları ve kendilerinden ayrı görmemeleri idi. Bir ayrı husus daha vardı ki, gayet enteresandır ve hemen hiçbir Hükûmet bu noktayı ya görmemiş veya görmezden gelmişlerdir. Durum aynen şudur: (Yunan vatandaşı konumunda olan Yunanlı aileler dahi, Türkiye’deki Rumlar gibi Türkiye’yi vatan olarak benimsemişlerdi. Yânî, onlara Türk vatandaşı olmak isteyeni kabul ediyoruz, denecek olsa anında kabullenirlerdi. Zira, içlerinde Türkiye’de doğup büyüyenden tutun, Türkiye vatandaşı Rumlarla evlenmiş olanları vs. Kayda geçtiğim şartlara göre: Türkiye’de halk “Azınlıkları” tutuyor. Hükûmetler ise siyaseten hareket ediyordu ve zaten hâlâ öyledir!.. Ancak, 1970’li yıllarda “İslâmi cenahta” siyasî hareketler daha da artınca, siyasilerin sırf iktidar olabilme aşkına siyasî tutumları en acımasız şekli aldıktan sonra dış ülkelerde cinayetler de işlenmeye başlanınca, Ermeni tamamen boy hedefi seçildi ve biri diğerinden daha iğrenç iftiralara hedef olunmaya başlandı ve böylece bugünlere gelindi... Yânî, bin yılı aşkın bir zaman Ermeni ve Türk bir arada yaşamış olmasına rağmen, günümüzdeki Türk insanı bizleri unutmak bir yana tanımaz oldu?!.. Peki bizleri bu dramatik konuma kim veya kimler getirdi?... Hiç mi hiç düşünmeye lüzum yok. Çünkü: (Lakerda’nın “Sevilla’lı-İspanya” fakir bir Yahudi Balıkçının icadıdır.) diyebilen zihniyettir. Bu öylesine acımasız, öylesine vicdansız ve öylesine ruhsuz bir zihniyettir ki; cansız bir beden dahi ondan daha duygulu olabilir!... Ve kendi kendime soruyorum; bu nasıl bir kin, nasıl bir ihtirastır ki bir türlü iflâh olmuyor?!.. Aslında Türkiye’nin millî varlığına hayati derecede zarar verebilecek düzeyde manevralar çevirebilmektedir. Zira herkes; bir iktidar hırsı, bir başa geçebilme ihtirası ile önünü dahi göremeyecek bir konuma gelmiş olduğundan, böylesi bir ortamı onun veya onlar için biçilmiş kaftandır!.. Tarihi, daha doğrusu Cihan tarihini iyi tetkik etmiş olanlarımız; büyük meselelerin her daim küçük meselelerle beslenerek güç kazanmış olduğunu son derece iyi bilirler!.. Dolayısıyla bendenizin her daim küçük meseleler üzerinde durmamın bu görüşü benimsemiş olmamdandır ki, zaman içinde inancımın ne derece doğru olduğunu gördüğüm vak’alar ışığında daha sarih görebilmişimdir!.. İNTERNET’in, “Service Unavailable” GECE BOŞLARI başlıklı (26 Şubat 2011) tarihli “GECE BOŞLARI-LAKERDACI REŞAT”ı okuyunca: Herhalde Beyoğlu-Balık-Pazarı’ndan, mesleğinin ehli bir Lakerdacıyı takdim ediyorlar diye düşündüm ve merak ettiğimden yazıyı bütün olarak okudum ve yeni bir “Küçük Mesele” ile karşı, karşıya bulunduğumu maalesef görmek talihsizliğine uğradım!.. Talihsizliğine diyorum zira, küçük meseleleri bendeniz bildiğiniz gibi daha değişik bir açıdan değerlendirdiğim için pek hoşuma gitmez!.. Nitekim yanılmadığımı okuduğum yazının finalinde tespit ettim. Zira iddialarını masum bir kılıf ve dramatik bir atmosfer içinde sunmakta ve hikâye’nin muhtevası içine sığdırdıkları bir masum(!) iddiayı da siz değerli okuyucu veya internet sevdalı kardeşlerimizi yanlışa sürüklemekteydiler!... Bilindiği gibi, Lakerdacılık: Rum ile Ermenilere has bir meslektir. Bunun böyle olduğunu bütün İstanbul bilir: Ansiklopedi’ler ister yazsınlar, ister yazmasınlar, güneş balçıkla sıvanmaz, sıvanamaz!.. Yanlış anlaşılmasın. Rum’dan, Ermeni’den gayrisi Lakerda yapamaz demiyorum. Böyle bir saçma iddiam yoktur. Ancak; Bunu icat eden İspanyalı bir Yahudi balıkçıdır denince, hesap değişir!... Bizleri bu derece dışlayıp, yok sayarken, diğer taraftan başka bir kavimi her daim adeta baş tacı etmek vs. herhâlde mezkûr kavime olumlu açıdan tek bir puan dahi kazandırmaz. Tam tersi menfi açıdan değerlendirilir. Saygıdeğer okuyucularım, inşallah gelecek yazımda bu Lakerda mevzuunun devamını hep birlikte okuyup, asıl gerçeği göreceğiz!... Yeni makalemde buluşmak dileğimle hepinize mutlu tatiller dilerim efendim. Not: (Bu makale 27 Şubat 2011 Pazar) tarihinde yazılmıştır.