Enteresan bir hafta yaşanmıştır. Bölücü terör örgütünün, İmralı’daki sanığı Öcalan ile görüşülmüş, gidilmiş-gelinmiş ve bir mektup yayınlanacak denmiştir. Onların bahar bayramı dedikleri gün, Diyarbakır’da Türkçe ve Kürtçe mektup okunmuştur. Güya bu bir beyannamedir. Doğrusunu isterseniz, bu hadise beni fazla ilgilendirmiyor! Bununda ötesinde, kendimi bildiğimden beri, çocukluk yıllarımda, hiçbir zaman nevruzu bayram olarak kutlamadık. Bizim bahar bayramımız 1 Mayıs’tır. Bizim nesiller mahallelerde, sokaklarda, okullarda, üniversitelerde, devlet ve özel sektörde, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşımıza, hiçbir insanımıza, “sen kimsin, kökenin nedir, nerden geldin” diye sormadık, düşünmedik. Birdik, beraberdik, hepimiz bu vatanın sahipleri ve evlatları Türklerdik. Üniversite yıllarında, Mülkiyede Doğudan, Güney Doğudan arkadaşlarımız vardı. Aynı şarkıları söyledik, aynı kulüplere taraftar olduk, kalbimiz bayrağımız için aynı şekilde çarptı. Kuru fasülyeyi, pilavı, hoşafı, hep birlikte sevdik, yedik. Yani ezcümle bir ve beraber olarak yaşadık. Tekrar ediyorum, hiç kimseye sen Kürtsün ben Türküm diye ayrım yapmadık.
Laik, Demokratik Cumhuriyeti, Atatürk İlke ve İnkılaplarını, Türkiye’ye yönelen tehlikeleri görüp, öyle değerlendirdik ve bunların tehlikeye düştüğünü gördüğümüz anda, Mülkiye mektebinde bulunan Atatürk resmini ve Türk Bayrağını alıp, Kızılay’a, Ulus’a, Beyazıt Meydanına, Heykele yürüdük. Kalbimiz aynı hislerle çarpıyordu. Ne var ki bazı ihanet şebekeleri ve hainler, bağımsız devlet kuracağız diyerek, bizi birbirimize düşman ettiler. Tertemiz vatan evlatları, Mehmetçikler, polislerimiz öldürüldü. Ay yıldızlı bayrağımız, şehit kanlarıyla kırmızı rengi almıştır. Bu ülkede başka bayrak yokken, başka renkli bayraklar açtılar. Biz başkayız, biz farklıyız, biz Kürdüz, sizden değiliz dediler! Bunları duyunca başımıza kaynar sular döküldü, kırıldık, üzüldük ve ne yazık ki, bu nefret hisleri kalbimize, ciğerimize işledi… Aradan kin, nefret, kayıplarla dolu savaş yılları geçti. Mehmetçikler, öğretmenler, doktorlar o bölgeye hizmet götüren fedakar insanlar öldürüldüler, kaçırıldılar. Şimdi, bunca olaydan sonra, herşey eskisi gibi olabilir mi? Her şeyi unutabilir miyiz? Şimdi barış zamanı diyorlar, şimdi silahlar susacakmış diyorlar, tamam da! 30.000 kişi öldükten sonra, şehirler, ilçeler, köyler yıkılıp, yakıldıktan sonra, birçok ocak söndükten sonra herşey unutulur, hiçbir şey yokmuş gibi davranabilir miyiz?
Aslında, devleti de takdir ediyorum. Kan yerine, kızılcık şurubu içtik diyerek, gidip terör lideriyle görüşüyorlar ve bunun bütün siyasi faturasını üzerlerine alıyorlar! Neden, bu olaylara soğuk duruyorum biliyor musunuz? Ateşkes, silahlara veda, dağdan inme, mevzileri terk, peki ama neyin karşılığında? Bizden ne istiyorsun? Bağımsız devlet kurmaktan vaz mı geçtin? Bunca kan ve ızdıraptan sonra herşeyi unutup, beraber nasıl yaşayacağız? İşte çözümlenmesi gerekilen asıl mesele budur.
Öte yandan haftanın bana göre en önemli olayı İsrail ile ilişkilerin düzelmesine yönelik hareketlerdir. İsrail Mavi Marmara hadisesi ile ilgili olarak özür dilemiş, hükümet ve Başbakan bu özrü kabul etmiştir. Ben, herşeyi Amerika’ya bağlayanların, fikirlerine hep ters düştüm. İşte bunu Amerika yapmıştır, işte bunu Amerika planlamıştır diyen sabit fikirler vardır. Bunlar öyle insanlar ki, içtiği çorba tuzlu bile olsa, bunu da Amerika koydu diyecektir. “Kardeşim Allah sana akıl vermiş, yetenek vermiş, Amerika veya bir diğeri böyle yapıyorsa, kendini istismar ettirme, kendi bildiğini yap”. Ama bu da, güçlü olmayı gerekli kılar. Ama bu noktada bende ifade edeyim ki, Türkiye ile İsrail’i Amerika ve Başkan Obama barıştırmıştır. İyi de etmiştir.
Bizim İzmir’de, İstanbul’da, çocukluk yıllarımızda Musevi, Laventen, Rum arkadaşlarımız vardı. Aramızda hiç fark yoktu, beraber oynadık, büyüdük. Benim kadar onlar da, bu vatanın sahipleriydi. Onları, hep öyle gördük. Ne yazık ki baskılara dayanamayıp, bazıları İsrail’e, bazıları Yunanistan’a, bazıları İtalya’ya geri döndüler, taşındılar. Buna fevkalade üzüldüm.
Biz Türklere, tarihin akışı içinde ihanet edenler, özellikle Ortadoğu, Filistin ve Gazze’de bizi arkadan vuranlar kimlerdir? Bunu düşündünüz mü? Tabii bunu herkes bilir. Tehlikeli ve karmakarışık bir coğrafya da, AB’nin müttefiki olan Türkiye ve İsrail’in (buna Ürdün’ü de katmak gerekir) birbirlerine düşman olması doğru değildir. Her iki tarafa da, zarar verir. İsrail’e 4-5 defa vazife ile gittim. Telaviv’in Jaff’a bölgesinde Türkiye’den gelen Musevilerin Türkiye’yi nasıl özlediklerini, ben Türküm deyince, nasıl sevgiyle boynuma sarıldıklarını gördüm ve yaşadım. Tabiatıyla İsrail deyince, Siyonizm deyince, kırmızı boğa görmüş gibi olanların, insanlar arasındaki bu dostluğu anlaması mümkün değildir…
Türkiye ile İsrail ilişkilerinin düzelmesi, ekonomik, turizm, ticari ve askeri işbirliğinin yeniden başlaması demektir. Büyükelçilerin tekrar görevlerinin başına dönmeleri olumlu gelişmelerdir. Devleti temsil edenler, karşılıklı ziyaretlerde bulunmalıdırlar. Uluslararası işbirliği ve diplomasi hassas dengelere dayanır. Bu nedenle, işte gördünüz mü, İsrail’i oturttuk, yalattık diye övünmek, ilişkilerin gelişmesini istismarla, ağıza sakız yapmamak gerekir. Kabak tadı vermeden, işi tadında bırakmak lazımdır. Bu sadece İsrail için değil, tüm ilişkiler içinde geçerlidir. Asya’daki, Afrika’daki, Güney Amerika’daki ilişkilerimizi Türkiye lehine kullanmak gerekir…
NOT:
1) Gazetelerde okuyorum, Kuzey Irak Kürt yönetimi Başbakanı Necirvan Barzani ve Kürt Heyeti Ankara’yı ve Başbakanı ziyaret etmiş. Bunları duyunca utanıyorum, peki, Kuzey Irak Türk Yönetimi Başbakanı ve yetkilileri Türkiye’yi ne zaman ziyaret edecekler? Onlara ne zaman kalbimizi ve desteğimizi açacağız?
2) Türk Milletinin takımı olan Türk Milli Futbol Takımının ne hale geldiğini hep beraber Macaristan maçında gördük. Türkiye, bu seferde 2014 Dünya Kupasına gidemiyor. Bu hadisenin bir tek sorumlusu yeteneksiz, bilgisiz, tecrübesiz, cemaate yakınlığı dolayısıyla, o göreve getirilen teknik direktördür. Bu zatın kendiliğinden ayrılacağı yoktur. Macaristan fiyaskosundan sonra, ortadan çekilecek, kendisini unutturacak, Eylül’de tekrar ortaya çıkacaktır. Görevine hemen son verilmelidir…