Boşuna! “Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, eşitlik, adalet” şampiyonu addedilen Avrupa Birliği altında toplanmış olan ülkelerden BOŞUNA hak ve adalet beklenmektedir. BOŞUNA diyorum çünkü yıllarca bunların temsilcilerine “Kıbrıs Meselesini” anlatmak için nefes tükettiğimde aldığım cevap “geçmişte yaşama, bak Fransa ile Almanya yıllarca savaştılar, şimdi dost oldular; geçmişte yaşasalardı dost olamazlardı, AB kurulamazdı” olmuştur. Hala ayni şeyleri söylemekte “Kıbrıs meselesini kim başlattı? Ne maksatla başlattı?” sorusunu sormaktan kaçınmaktadırlar. Fransa ile Almanya karşılıklı egemenliklerini tanıdılar, hudut meselelerini hallettiler ve dost oldular. Kıbrıs’ta ortaklığı yıkan Rum tarafı ada’ya sahip çıkıyor! Geçmişte yaptıklarını unutmuşlar, bizi suçluyorlar; uluslararası antlaşmaların “olmaz” dediğini AB’ni kullanarak elde etmeye çalışıyorlar. AB ülkeleri meselenin ne olduğunu, niçin ve kimin tarafından başlatıldığını bilmek gereğini duymadan bizi “geçmişte yaşayan, olayları unutmayan, kendi suçunu kabul etmeyen, AB ve uzlaşma karşıtı” ilan ederek eli kanlı, terör suçlusu Rum tarafını “meşru hükümet” olarak algılamakta ısrarlıdırlar. “Bunu yapamazsınız, Uluslararası Antlaşmalara, ülkenin Anayasasına bakınız” dediğimizde de “Kıbrıs meselesi hukuki bir mesele değildir, siyasi bir meseledir ve siyasi karar verilmiştir” diyorlar. Verdikleri siyasi kararlar Hukuka aykırıdır; insan haklarını çiğneyip geçmektedir diyoruz, aldıran yok. “Bu halka karşıtları ile futbol oynamak bile yasaklanmıştır ve siz insan hakları şampiyonları bunları yapanlarla birlikte bu haksızlıklara, bu suçlara katılmaktasınız” diye feryat ediyoruz “geçmişi unutunuz, geleceğe bakınız” cevabını veriyorlar. Antlaşmalara, Anayasaya, 1963’den itibaren bize yapılanlara bakmak, Akritas Planını okumak, Rum liderlerin 1960’dan bu yana yaptıkları beyanatları ve yedikleri haltları kaale almak akıllarının kenarından bile geçmemektedir. Onlara göre madem ki bir “Kıbrıs Hükümeti” unvanı altında seyredenler vardır, onları dinlemek ve “devletin hatırı” için insanların ezildiklerini göz ardı etmek” mübahtır, doğru yaklaşımdır, uzlaşmadan yana olmaktır. Uluslararası antlaşmalarla bir ulvi maksat için (Kıbrıs’ta insanlar öldürülmesin, Kıbrıs yüzünden Türk-Yunan savaşı çıkmasın, Nato zarar görmesin diye) kurulmuş olan Devlet’in üniter bir devlet olmadığı, iki HALK/ MİLLET arasında eşit şartlarda bir ortaklık olduğu, ilmi açıdan buna fonksiyonel federatif bir devlet dendiği de umurlarında değildir. Üç Garantör’ün Garantilediği bu Ortaklığı kan akıtarak, terörle yıkmış olan Rum ortakla yapılacak bir anlaşmanın geçmişi tekrarlatmayacak sağlam ve kalıcı temellere dayanması gerektiğini savunmak da AB diplomatlarına ve devlet adamlarına göre uzlaşma istememektir. Onlara göre “meşru hükümet” unvanını taşıdıkları sürece bizimle yeniden, eşit şartlarda bir ortaklık kurma ihtiyacı olmadığını yeterince kanıtlamış olan Rum tarafı “haklı”, sağlam ve kalıcı bir anlaşma için uğraşan Türk tarafı “haksız” ve “uzlaşmaz”dır. Lord Hannay’e göre “Ecevit ve Denktaş uzlaşma istememektedirler”; “Biz masaya taktik icabı otururuz, taktiğimiz Türk tarafını uzlaşmaz göstermektir; bunda çok başarılı olduk, niye taviz verecekmişiz; ya istediğimiz hizaya gelirler, ya da çekip giderler” diyen Klerides ve onu (1960 Antlaşmalarındaki imzasını çiğneyerek) “meşru hükümet” olarak destekleyip, şantaj yaparak AB’ne aldırtmayı beceren Yunanistan “uzlaşmadan yana” addediliyorlar. Türkiye’ye “Ek Protokolu imzalamak Rum idaresini meşru hükümet olarak tanıma anlamına gelmez” diye kandıranlar ve şimdi de “verdiğin sözü yerine getir, Ek Protokolu Meclisten geçir, limanlarını Rumlara aç” diye bastıranlar “demokrasi, hak ve adalet, eşitlik, insan hakları” şampiyonu AB ülkelerinin aynı AB makamlarıdır. Kıbrıs Türk halkına verilmiş olan sözler İsveç’in eski Başbakanlarından Carl Bildt’in itirafına göre “Rum tarafı Evet diyecek inancı içinde verilmiş sözlerdir”. Rumların HAYIR’ı bu “Rum’a inanmışları” şoke etmiş; “yanlış yaptık biliyoruz ancak olan olmuştur; bu yanlışla yaşamayı öğrenmeli ve nasıl ilerleyebileceğimize bakmalıyız” diyor Sayın eski Başbakan. Diğer AB üyelerinin de yaklaşımları bu! Türk tarafı bunların yanlışını, kanunsuzluğunu, insan haklarını çiğneyişini, seçmedikleri bir Rum idaresine Türk halkını mahkûm etmelerini sineye çekecek ve bu yanlış yolda ilerlemelerini kolaylaştırmak için uysal davranacak, “devletim, egemenliğim, ayrı demokratik hakkım, Türk Garantisi” demeyecek; AB’den, kimliğini ve kişiliğini, ayrı bir HALK olarak varlığını, ayrı demokrasisini, iki kesimliliği korumak için talep ettiği derogasyonlardan vazgeçerek %60’dan fazla Türk’e düşman Rum’un “Türklerle bir arada yaşamak istemiyoruz” seslerine kulak vermeksizin teslim olmasını bilecek, bunun adına da “şerefli uzlaşma” denecek! AB’nin öngördüğü “uzlaşmanın” sınırları bundan başka birşey değildir. Buna razı değilsek ve Türkiye’yi de Kıbrıs’la ilgili haksız baskılardan kurtarmak istiyorsak AB temsilcilerine yanlış yolda olduklarını söylememiz ve devletimizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimizi iyice anlatmamız gerekmektedir. AB’nin inancı Türkiye’nin altımızdan KKTC devletini çekip alabileceği, bizi “Kıbrıs’ta self-determinasyon hakkını haiz iki HALK’tan biriyiz” demekten vazgeçirip, Rumların istedikleri gibi, ”TEK HALK’ın içinde Türk toplumu, Türk azınlığı” olmaya razı edebileceği, ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan haklarından ve statüsünden de vazgeçeçeği yönündedir. Annan Planına EVET deyip EVET dedirtmekten kaynaklanan bu yanlış intiba süratle ve büyük bir girişimle değiştirilmelidir. AB’ne Kıbrıs meselesinin ne olduğu iyice anlatılmalı, Rum’un devam eden istila siyaseti, adayı Rum’laştırma girişimi her gün ve her vesile ile önlerine konmalıdır. AB yanlış yoldadır. Güvenmemizi istiyorlarsa Rum-Yunan ikilisinin Bizans entrikalı oyunlarına yenik düştüklerini kabul ederek HAK VE ADALET yoluna dönmeleri gerekir. Yanlış üzerine, devam eden haksızlıklar üzerine barış bina edilemez.