Bölgesel Güvenlik Ortamı
Azerbaycan Cumhuriyeti
Devlet İdarecilik Akademisi,
uluslararası ilişkiler ve dış politika bölümü başkanı
Hazar-Karadeniz Havzası ve Güney Kafkasya’da Bölgesel Güvenlik Ortamı: Askeri İttifak Realiteleri ve Tahminleri, Jeostratejik Güçlerin Sınıflandırılması
SSCB’nin çöküşünün ardından, o ana kadar Doğu ve Batı arasında mevcut olan küresel, sınıfsal ve ideolojik çatışma yerini dünyanın jeoekonomik, jeopolitik ve askeri açıdan jeostratejik öneme sahip bölgeleri, doğal zenginlikleri ve hammadde kaynakları, ulus ötesi ulaşım ve haberleşme araçları, koridorlar, güzergâhlar, gelecek vadeden satış piyasaları, ileri teknolojiler, bilişim ve insan kaynaklarını elde etmek için verilen mücadeleye bıraktı. Yeni dönemin en önemli jeopolitik bölgelerinden biri de Avrasya bölgesi, özellikle de onun Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya bölümüydü. Uzmanlara, Güney Kafkasya ve Orta Asya’nın 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında dünyanın büyük güçlerinin jeoekonomik ve jeopolitik mücadele alanına dönüştüğü görüşündeler. Bölgedeki zengin enerji kaynakları, Doğu-Batı ilişkilerinde köprü işlevi gören coğrafi konumu, iki kıtayı birbirine bağlayan en yakın, en elverişli ve jeopolitik açıdan en güvenli nakliye, haberleşme ve enerji ihracatı güzergâhları üzerinde olması, onu dünya politikasına odağına oturtuyor. Güney Kafkasya ve Orta Asya’ya sahip olmak için başlanan jeopolitik mücadele aslıda Avrasya’nın daha geniş topraklarını kontrol altına alma politikasının bir bileşenini oluşturuyordu.
Yeni çatışma döneminde Güney Kafkasya ve Orta Asya’da küresel aktörler arasında ilişkileri gergin hale getiren ana etkenlerden biri de bölgenin askeri açıdan taşıdığı değerin büyüklüğü ve küresel jeopolitik güvenlik ortamına etkisi konusuydu. Bölgedeki büyük devletler (Rusya, Türkiye, İran), bölge dışındaki büyük güçler (ABD, Avrupa Birliği, Çin ve s.), bölgenin diğer ülkeleri (Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Orta Asya ülkeleri ve s.), uluslar üstü jeopolitik, askeri jeopolitik ve jeoekonomik aktörler (BM, AGİT, NATO, BDT, İKT, TDB, büyük petrol ve doğalgaz, taşımacılık, haberleşme şirketleri ve s.) arasında çıkar alanlarına uygun yeni ilişkiler oluşmaya başladı. Belirleyici temel ihtilaflar, bölge ülkelerinin toprak bütünlüğü ve bazı komşu devletlerin toprak iddiaları, bölgenin enerji kaynakları, petrol ve doğalgaz ihracatı güzergâhlarına ve güvenlik mekanizmalarına sahip olma, Doğu-Batı ulaşım, haberleşme ve transit altyapılarına, bölge ülkelerinin uluslar üstü politik, ekonomik ve askeri birlikler konusundaki tutumlarını etkileme isteği ve benzeri konular etrafında gelişiyordu. Bölgenin değişik kesimlerinde, örneğin Karadeniz yahut Hazar havzasında mücadele daha çok taşımacılık ve haberleşme yolları, ihracat güzergâhları bölge ülkelerinin ve ulus ötesi alt yapının güvenliği üzerine kuruluyken, Orta Asya ve Hazar’a kıyıdaş kesimlerde enerji kaynakları ile askeri ve jeostratejik önem arzeden konulara, Güney Kafkasya’da ise bölge ülkelerini kendi etki alanında tutma, onların toprak bütünlüğü ve bazı toprakları üzerindeki egemenlik sorunları üzerinden manevra yapma noktasında yoğunlaşıyordu. Bölgesel çıkar mücadelesi düzleminde her ülkenin kendine özgü menfaatleri ve buna uygun hırsları söz konusuydu.
Günümüzde Hazar-Karadeniz havzasının, özellikle de Güney Kafkasya’nın dünyanın çatışmaların yaşandığı en istikrarsız, fakat aynı zamanda uluslararası açıdan en önemli jeopolitik alanı olduğu görüşü hâkim. Burada dünya ülkelerinin jeopolitik, jeoekonomik, askeri ve jeostratejik çıkarları, çeşitli medeniyetler, dini mezhepler, kültürler ve etnik çıkarlar uzlaşıyor, karşı karşıya geliyor ve çatışıyorlar. Bölge ülkelerinin kendi aralarındaki birçok jeopolitik, jeoekonomik, askeri ve jeostratejik karşıtlıklar da dâhil olmak üzere, dünya kamuoyunu yıllardan beri uluslar üstü düzeyde tehdit eden Dağlık Karabağ ve Azerbaycan-Ermenistan çatışması, Gürcistan’daki Abhazya ve Güney Osetya sorunları, Rusya’nın Kuzey Kafkasya topraklarındaki silahlı çatışmalar, Moldova’nın Pridnestrovye bölgesindeki ayrılıkçı akımlar ve benzerleri bölgenin genelinde durumu daha da germektedir.
Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya’nın askeri ve jeostratejik önemi, uluslararası güvenliğin sağlanması açısından bulunduğu konum ve üstlendiği rol, gelecekteki jeopolitik gelişim olanakları ve benzeri bölgesel konular uzun süredir gerek bölgeye uzak yabancı ülkeleri, gerekse eski Sovyet coğrafyasını temsil eden bilim adamlarının, strateji uzmanlarının, jeopolitik alanda bilimsel araştırmalar yapanların ilgi odağına yerleşmiş bulunuyor. Jeopolitik açıdan özel önem arz eden bu coğrafyada küresel, bölgesel ve ulusal çıkarların, güvenlik konusundaki menfaatlerin uzlaştırılması taktiği, jeopolitik aktörlerin farklı çıkarlarının örtüşen ve çatışan noktalarının araştırılması uzun süredir uzmanların ve ilgili kuruluşların dikkatlerini çekmektedir. Genel olarak Avrasya bölgesinin, Güney Kafkasya ve onun en önemli stratejik ülkesi kabul edilen Azerbaycan’ın jeostratejik ve askeri sorunları, bölgesel barışın ve işbirliğinin sağlanması, ihtilaflı konuların çözüm yolları ve araçları, küresel ve yerel çıkarların uzlaştırılması, bölge devletlerinin güvenlik politikaları ve benzeri konular son dönemlerde sadece dış dünyanın değil, Azerbaycan gibi bölge ülkelerinin resmi çevrelerini, uzmanlarını ve kamuoyunu ciddi şekilde meşgul etmektedir.
HARİTA 1. Hazar-Karadeniz Havzası ve Güney Kafkasya
Tarihçiler, coğrafyacılar, jeopolitika ve jeostrateji uzmanları Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya’nın, aynı zamanda Avrasya alt bölgesinin uluslararası politikada oynadığı jeopolitik, jeoekonomik, askeri ve jeostratejik rolü tüm dönemlerde çok önemli bulmuşlardır. 20. yüzyılın klasik jeopolitika uzmanları Alfred Mahan, Karl Haushofer ve diğerleri bu kara parçasını, jeopolitik önemi açısından, dünya devletlerini her zaman çatışmaya sürükleyen ve sürekli bir mücadele alanı olan İstanbul, Çanakkale, Cebelitarık Boğazları ve Süveyş Kanalı gibi ulus ötesi öneme sahip geçiş güzergâhlarına denk tutmuş, gelecekte bu bölgeyi kontrol etmenin jeopolitik anlamını yorumlamış, Rusya İmparatorluğu’nun bölgeyi ele geçirmeye yönelik girişimlerini ortaya koymuşlardır.
Günümüzde Rusya’nın resmi ve bilim çevrelerinin yanı sıra, ABD’yi temsil eden jeopolitika araştırmacıların da Avrasya’ya çok özel önem atfettikleri görüyoruz. ABD’li ünlü siyaset bilimcisi Zbigniew Brzezinski’ye göre, küresel dünyanın gelecekteki jeostratejik, jeoekonomik ve uluslar üstü çıkarlarının kaderi Avrasya’da, özellikle de Orta Asya, Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya’da belirlenmektedir. ABD’li siyaset bilimci bu bölgeyi “dünya politikasının kaderinin belirlendiği büyük satranç tahtası” olarak tanımlıyor ve ABD ile Batı dünyasına esas çabalarını bu bölgeye yönlendirmeyi, bölgenin bağımsızlığına yeni kavuşan ülkelerini desteklemeyi, onları Rusya’nın jeopolitik etki alnından çekip çıkararak gelişmiş Avrupa ülkeleri ile entegrasyona yönlendirmeyi tavsiye ediyor. Brzezinski’ye göre, Batı’nın, öncelikli olarak, bölgenin Azerbaycan, Ukrayna, Kazakistan, Gürcistan ve Özbekistan gibi bağımsız politika yürüten devletlerinin uluslar ötesi jeopolitik ve jeoekonomik projelerini desteklemesi ve onların aracılığıyla kendisinin bu bölgedeki konumunu güçlendirmesi gerekir.
ABD’li diplomat, seçkin politika adamı Henry Kissinger Avrasya’nın dünya jeopolitiğindeki rolünden bahsederken, Rusya’nın bu bölgeye yönelik politikası ve bu politikanın gelecekte doğurabileceği muhtemel askeri ve jeostratejik sonuçlar üzerine yoğunlaşıyor. Kissinger, Rusya’nın “yakın dış ülkeler” olarak tabir ettiği Orta Asya ve Güney Kafkasya’daki jeostratejik çıkarlarının eski SSCB’nin diğer bölgelerindekine oranla daha önemli ve daha stratejik olduğunu belirtmekle kalmıyor, aynı zamanda, Rusya’nın “söz konusu bu çıkarlarını sivil olmayan ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı yollardan gerçekleştirmeye çalıştığını” da vurguluyor.
Belirtmek gerekir ki, SSCB’nin çöküşüne kadar bölgenin jeopolitik yaşamı gayet istikrarlıydı. Zira Hazar’ın zengin petrol ve doğalgaz rezervleri sadece bir ülkenindi ve doğal olarak, herhangi bir devletlerarası gerilim söz konusu değildi. Bunun temelinde Sovyetler Birliği’nin hiçbir yabancı devletin bölgeye girmesine müsaade etmemesiydi. Söz konusu dönemde her ne kadar ABD ve NATO ülkeleri bölgedeki çıkarlarını Türkiye üzerinden gerçekleştirmeye çalışsalar da, ciddi bir başarıya ulaşamadılar. Kendi bölgesel politikalarında SSCB ile gerilimlerden kaçmayı ve onun “onayını alan” bir politika yürütmeyi yeğleyen Çin, İran ve benzeri büyük dünya ve bölge ülkeleri de Avrasya coğrafyasının bu kesiminde etkili ve bağımsız bir aktör konumunda değillerdi.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bölgenin gerek jeopolitik ve güvenlik ortamının karakteristiğinden, gerekse Orta Asya ülkelerinin kendi enerji kaynaklarını bağımsız bir biçimde uluslararası piyasalara çıkarma olanaklarının kısıtlı olmasından yararlanan Rusya havza üzerindeki eski etkisini muhafaza edebildi. Fakat Batı dünyasının uluslar ötesi etkisi bölgedeki dengeleri giderek değiştirmekteydi. SSCB’nin mirasçısı olarak hareket eden Rusya bölgede artık sürekli bir şekilde ABD, NATO, Türkiye ve benzeri aktörlerle karşılaşmaya başladı. Öte yandan, bağımsızlığını kazanan ve uluslararası hukukun birer öğesi haline gelen yeni devletler de kendi çıkarları doğrultusunda bölgede alternatif jeopolitik eğilimler göstermeye ve bağımsız bölgesel politika yürütmeye başladılar. Tüm bu gelişmeler, sonuç olarak, bölgedeki jeostratejik ilişkileri daha karmaşık bir hale getiriyor ve bölgenin uluslararası önemini bir az daha arttırıyordu. Jeopolitika uzmanları, post Sovyet döneminde Hazar havzasında yeni zengin hidrokarbon rezervlerinin ortaya çıkarılması ile bölgeye girmek için değişik yollar arayan ülkelerin sayısının arttığını vurguluyorlar. Hazar havzasının enerji rezervlerini, bu rezervlerin uluslararası piyasalara ihracı için kullanılacak güzergâhları ve diğer uluslar üstü mekanizmaları kontrol etme mücadelesi “Soğuk Savaş” dönemi sonrasında uluslararası politikanın en güncel konularından biri halini aldı.
Adı geçen ülkeler ile çeşitli askeri ve jeostratejik birlikler bölge ülkeleri ile gerek toplu, gerekse münferit şekilde jeopolitik, askeri ve jeostratejik ilişkiler kurarak kendi ulusal menfaatlerini gerçekleştirmek, bölgesel güvenlik sitemlerini genişletmek ve benzeri alanlarda harekete geçtiler. Gerek bloklar, gerekse büyük devletler bölgede kendilerine politik ve ekonomik dayanak oluşturma ve jeopolitik hedeflerini belirleme çalışmalarını bölgesel ve uluslararası güvenliğin sağlanmasıyla ilgili çıkarları ile ilişkilendirmeye başladılar. Fakat 20. yüzyılın sonlarından başlayarak dünyadaki jeopolitik durum hızlı bir değişim gösterdi. Buna bağlı olarak büyük devletler kendi dayanak ve hedeflerinde sürekli ve hızlı revizyonlar yapmak zorunda kaldılar. Bazı ülkelerin birkaç yıl içinde tamamen farklı ilke ve çıkarlar temelinde kurulmuş örgütlere üye olmaları, kendi politik rotalarını, önceliklerini ve hedeflerini sık sık değiştirmeleri sıradan bir hale geldi. Avrasya’nın karmaşık ve kırılgan jeopolitik ortamı bölgede faaliyet gösteren uluslararası ve bölgesel kuruluşların stratejilerini ve taktiklerini de önemli ölçüde etkiledi ve bazı jeopolitik konularda onların tavır değiştirmesine neden oldu. Örneğin, Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütünün Avrasya coğrafyasındaki askeri ve stratejik çıkarlarla ilgili olarak 2005 yılı öncesinde ABD’nin Orta Asya’daki askeri üsleri konusunda daha ılımlı ve anlayışlı bir yaklaşım sergilemesine karşın, 2005 sonrası dönemde kendi tavrını neredeyse tamamen değiştirdi, daha sert bir tutum sergilemeye başladı. Günümüzde örgüt, ABD’nin Orta Asya’daki askeri üslerinin kapatılması talebini bu konudaki çok net tavrı olarak ortaya koymaktadır.
Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya’daki güvenlik kıstasları ile ilgili bazı konular bağlamında bölgenin küçük ve büyük devletlerinin ulusal çıkarları ile uluslar üstü ve uluslararası çıkarların örtüşmesine rağmen, diğer konularda ciddi menfaat çatışmaları yaşanmaktadır. Bugün bölgede uluslar üstü çıkarların taşıyıcısı rolünü ABD ve AB ülkeleri ile askeri ve jeostratejik anlamda onları temsil eden NATO’nun, aynı zamanda Çin, Japonya gibi büyük ve gelişmiş dünya devletlerinin ve onları temsil eden küresel şirketlerin üstlendiğini, bölgenin jeopolitik, jeoekonomik, askeri ve jeostratejik çıkarlarını ise Rusya, Türkiye, İran, Ukrayna, Azerbaycan ve Gürcistan gibi bağımsız devletlerin temsil ettiğini görüyoruz.
Güney Kafkasya ve Hazar Havzası Ülkelerinin
Güvenlik ve Dış Politikaları
Güney Kafkasya ve Hazar havzası ülkelerinin güvenlik ve dış politikaları, öncelikli olarak, uluslararası güçlerin, büyük devletlerin çeşitli amaçlarla bölgeye müdahalesine ve bu coğrafya konusunda ortaya koydukları askeri ve jeostrateji çıkarlara karşı tepkilerinin bir yansımasıdır. Hazar havzası ve Güney Kafkasya’nın güvenlik koşullarını etkileyen söz konusu güç odakları sırasına, esasen ABD-AB-NATO’yu, Rusya ve başını çektiği Kolektif Güvenlik Örgütünü, münferit olarak İran ve Türkiye’nin bölgede sergiledikleri güvenlik eğilimlerini ve benzeri jeopolitik aktörlerin eylemlerini dâhil ediyorlar. Bu odaklar, aynı zamanda, bölgenin genelinde jeopolitik ortamın ve bölgesel güvenlik mimarisinin temel karakteristiğini belirliyor, ülkeler arası jeopolitik, jeoekonomik, askeri ve stratejik birliklerin oluşumuna ivme kazandırıyorlar.
Uzmanlara göre, Güney Kafkasya’nın ve Hazar havzasının bölgesel güvenlik koşulları ve bu koşulların dayanıklılığı, bölge ülkelerinin uluslararası ve ulusal güvenlikle ilgili menfaatlerinin gerçekleşmesi ve benzeri konular günümüzde, genel olarak, bölgenin lider ülkesi konumundaki Rusya’ya, Güney Kafkasya ve Hazar havzasında kısmen Türkiye’ye ve İran’a, aynı zamanda bölge dışındaki ABD ve Avrupa Birliğine bağlıdır. Bölgeyi ilgilendiren konulardaki gelişmeler bu ülkelerin ve birliklerin ekonomik, politik ve askeri çıkarları ile ilintilidir.
Çoğu araştırmacılar, Rusya’nın bölge konusundaki tutumunu ve çıkarlarını İran ve Ermenistan ile aynı grup içine dâhil ederek, onları bölgenin ana askeri ve jeostrateji gruplarından birincisine, ABD, AB, NATO ve onların bölgedeki ortakları olarak lanse edilen Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ukrayna’yı ise ikinci askeri ve jeostrateji gruba ait ediyorlar.
Fakat Hazar-Karadeniz havzası ve Güney Kafkasya’nın bölgesel güvenlik ortamını doğrudan ve önemli ölçüde etkileyen diğer etkenler de söz konusu. Bu etkenlerin ortaya çıkışı, bir tarafta kendi ulusal güvenliğini sağlamak amacıyla hem NATO ile Batıya, hem de Rusya ile onun başını çektiği Kolektif Güvenlik Örgütüne (KGÖ) belli ölçülerde mesafeli davranan, adı geçen tüm “etkin güçlerle” ortaklık ve işbirliği eğiliminde olan Azerbaycan’a; diğer tarafta bölgede Rusya’nın askeri desteğine ve dünya Ermeni diasporasına güvenerek Güney Kafkasya’da apaçık militarist ve işgalci politika uygulayan Ermenistan’a; üçüncü tarafta, son dönemlerde kesin ve nihai bir şekilde Rusya’nın çekim alanından çıkarak yüzünü Batı’ya ve NATO’ya çeviren Gürcistan’a ve nihayet dördüncü tarafta Kafkasya çevresinde, Hazar havzasında ve bizzat denizde kendi askeri ve jeostratejik mevcudunu giderek artıran Rusya ve İran’a, aynı zamanda Kafkaslarda özel “Barış Platformu” ortaya koyan Türkiye’ye bağlıdır. Askeri uzmanlara göre, SSCB’nin çöküşünün ardından hem İran (SSCB ile 1940’da yapılan anlaşma gereği bu ülkenin Hazar Denizi’nde askeri donanma tutma hakkı yoktu – A.H.), hem de Rusya Hazar ve Kafkaslardaki kendi askeri mevcutlarını arttırmışlardır.
Güney Kafkasya’nın ve Hazar-Karadeniz havzasının güvenlik ortamının bir diğer belirleyici etkeni yukarıda bahsedilen etki çevreleri ile askeri ve jeostratejik birliklerin kendi aralarındaki ilişkileri, öncelikle de ABD-Rusya, NATO-KGÖ ilişkilerinin niteliği ile ilintilidir. Tarafların güvenlik konusunda bu bağlamda ortaya koydukları açık (askeri doktrin) ve saklı tavırların (askeri ve jeostratejik çıkarlar) yanı sıra, bazı ülkelerin askeri birlikler konusunda doğrudan yürüttükleri politikalar da belirleyici olmaktadır. Ülkelerden herhangi birinin bölge konusunda yürüttüğü askeri ve jeostratejik politikalar, güvenlik konusunda attığı adımlar, yahut da ortaya koydukları jeostratejik tutum anında karşı tarafın çok ciddi tepkisine yol açıyor. Bazı uzmanlara göre, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’nin Güney Kafkasya konusunda yürüttükleri güvenlik politikaların (askeri doktrinlerinin belirlediği hedefler) sadece kendi ülkesinin güvenliğine yönelik “savunma niteliği” taşımasına ve bölgede istikrarı sağlamaya hizmet etmesine karşın, Rusya, İran ve Ermenistan’ın askeri doktrinleri “saldırı niteliği” taşımakta ve bölgedeki istikrarı bozmaya zemin hazırlamaktadır.
Tabii, hiç kuşkusuz, uluslararası politika ve uluslararası güvenlik alanında devletler arasında bir rekabet söz konusu ve bu rekabet haliyle Avrasya’nın ve onun bir parçası olan Hazar-Karadeniz havzası ile Güney Kafkasya’nın bölgesel güvenlik alanındaki ilişkileri etkilemektedir. Bölgede hem uluslararası güçlerle bölge ülkelerini ortaklık eğilimlerine göre sınıflandıran, hem de bölge ülkelerinden İran ve Ermenistan’ı Rusya ile, Azerbaycan, Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan’ı ise ABD ile aynı “jeostratejik kefeye” koyan, onların gelecekteki askeri ve jeostratejik örgütlenmeleri konusunda tahminler ortaya atan siyaset bilimciler konuya kendilerine özgü kıstaslardan yaklaşmaktadırlar. Özellikle, Rusya-Gürcistan geriliminin artması ve açık çatışmaya dönüşmesi, Cumhurbaşkanı V. Yuşçenko’nun iktidarı döneminde bölgesel konularda Ukrayna’nın ortaya koyduğu açık anti-Rusya tutumu, 2010 yılında Rusya-Ermenistan Askeri İşbirliği Anlaşmasının süresinin 49 yıl daha uzatılması ve askeri işbirliğinin güçlendirilmesi gibi bölgesel olaylar, söz konusu siyaset bilimcilerin adı geçen “jeopolitik kamplaşma” konusunda gerçekçi iddialar ortaya atmalarına yeteri kadar argüman sunmaktadır. Tabii, Rusya, İran ve Ermenistan gibi ülkelerin Güney Kafkasya’daki jeostrateji, askeri ve güvenlik alanındaki çıkarlarının örtüşen yeteri kadar ortak noktasını gözlemlemek mümkündür ve bunlar inkâr edilemez. Ancak, bu ülkelerin, özellikle de İran’ın Rusya ile örtüşmeyen ve ciddi bölgesel rekabete neden olan özel jeostratejik ve jeopolitik çıkarları da göz ardı edilemez.
Aynı şeyi, son dönemlerde Batı’nın ciddi desteğini alan Türkiye-Azerbaycan-Ukrayna-Gürcistan (bazen buraya Moldova ve Özbekistan’ı da dâhil ediyorlar – A.H.) jeopolitik birliği içinde söyleyebiliriz. Bu ülkelerin de birbiri ile örtüşen yeteri kadar ortak çıkarları mevcut. Fakat bu çıkarların ve örtüşen güvenlik menfaatlerinin bu ülkeleri gelecekte gerçek stratejik ortaklığa yahut da askeri bir ittifaka götüreceği veya herhangi bir ciddi örgütlenmeye neden olacağı konusunda somut bir şey söylenemez. Ukrayna’nın politik yaşamında ve askeri güvenlik alanında son dönemde yaşanan olaylar bunun bir kanıtıdır. Şu bir gerçek ki, örneğin, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol, Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hatları, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu gibi Trans Avrasya projelerinin güvenliğinin sağlanması batı devletlerinin Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye ile stratejik ittifakının temel önkoşullarından biri haline gelmiştir. Bununla birlikte, resmi Kiev’in Hazar petrollerinin Odessa-Brodı-Gdansk boru hattı üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması için ortaya koyduğu çabalar, Ukrayna’nın küresel enerji projelerinde lider bir konuma yerleşme isteğinin açık bir göstergesidir. Tüm bu projelerin güvenliğinin sağlanmasının bölgesel güvenlik sorunlarının en hassas konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada, tüm sorunların çözümü sadece bölge ülkelerinin tutumlarına değil, aynı zamanda ABD’nin ortaya koyacağı jeopolitik girişimlere bağlı olacaktır. Uzmanlarına göre, ABD’nin, gelecekte uluslararası alanda kendi ulusal çıkarlarını ve NATO’nun askeri menfaatlerini gerçekleştirmenin yanı sıra, bir süper güç olarak, aynı zamanda uluslararası güvenlik için açık tehdit oluşturan etnik çatışmalar ve kavgacı ayrılıkçılık eğilimleri, ülkelerin toprak bütünlüğü, Ermenistan gibi “ön karakol” özelliğine sahip ülkelerin uluslararası kamuoyu ile “oynaması”, yahut da Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan sorunlarda egemen devlet haklarının uluslararası hukuk ilkelerine uygun bir şekilde savunulması ve benzeri konularda ciddi, kararlı ve net bir tutum belirlemesi, kendisinin uluslararası statüsüne uygun bir davranış sergilemesi gerekir. Örneğin, ABD ya Rusya ve Ermenistan’ın Güney Kafkasya’da etnik ayrılıkçılığı körükleyen askeri ve jeostratejik adımlarının uluslararası hukuk ilkelerine uygun olduğunu onaylamalı, onların bölgedeki mevcut üstün konumu ve bölgedeki reel askeri durumu kabullenmeli ve buna uygun politikalar geliştirmeli, ya da bu bölgede uluslararası hukukun ilke ve kurallarına işlerlik kazandırılması için ciddi girişimler başlatmalıdır.
Bunun dışında, ABD Bakü-Tiflis-Ceyhan ve benzeri ulus ötesi enerji projeleri ile hedeflediği jeoekonomik amaçlarına ulaştıktan sonra, bu projelerde temel rol üstlenen Azerbaycan ve Türkiye’ye ilgisini belirli ölçülerde azaltarak, tüm jeostratejik planlarını Gürcistan üzerine kurmak ve bu ülkeye ciddi uluslararası destek sağlamak ve teknik yardımlarda bulunmak suretiyle Güney Kafkasya’da yeni stratejik konum kazanmaya çalışmaktadır. Bu ise, doğala olarak, Azerbaycan’ın ve Türkiye’nin kendi jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek için farklı yönelimler içine girmesine (örneğin Rusya’ya yönelmelerine) neden oluyor. Azerbaycan’ın Hazar havzasında, Doğu-Batı ilişkilerinde, ulaşım ve haberleşme alanları ile enerji kaynaklarının transitinde, Orta Asya ve İran’a çıkış noktasında taşıdığı önemin Gürcistan’ın Karadeniz’de Türkiye ile birlikte sahip olduğu stratejik konumdan ve jeopolitik önemden hiç de az olmadığı göz önünde bulundurulursa, ABD’nin Azerbaycan’a karşı ilgisizliğinin sadece Azerbaycan’da ve uluslararası kamuoyunda değil, aynı zamanda ABD’nin kendisinde de farklı tepkilere neden olduğunu söyleyebiliriz. Her halükarda, ABD’nin Güney Kafkasya’da yaşananlar, Ermenistan’ın saldırısı sonucu ortaya çıkan Dağlık Karabağ sorunu ve diğer çatışmalar, Azerbaycan’ın karşılaştığı uluslararası, bölgesel ve lokal sorunlar konusunda gerek bugüne kadar sergilediği tutum, gerekse yaptığı girişimler Azerbaycan’ı tam tatmin etmiyor. Bu durum, doğal olarak, Hazar havzası ve Güney Kafkasya ile ilgili jeopolitik, askeri ve jeostratejik konularda Azerbaycan’ın ABD’ye güvenerek net ve kesin kararlar almasını engellemektedir.
Benzer durum Rusya-İran-Ermenistan jeostratejik müttefikliği açısından da söz konusudur. Rusya’nın ve İran’ın bölgede bazen sergiledikleri tek taraflı faaliyetler, sık sık değişen ekonomik ve politik gereksinimleri, gerekli görmeleri halinde kendi ortakları konusunda adaletsiz davranışlar sergilemeleri ve benzerleri bu ülkelerin jeopolitik birliği konusunda kesin olumlu görüş beyanında bulunmayı olanaksız kılmaktadır. Günümüzde hızla değişen uluslararası ilişkiler fonunda bu grup içindeki gelecek olaylar konusunda tahminde bulunmanın çok da kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Rus siyaset bilimcileri Rusya, ABD, NATO, Güney Kafkasya ve Hazar-Karadeniz havzası ülkelerinin gelecekteki jeostratejik kamplaşma faaliyetlerini üç ana etkenle ilişkilendiriyorlar:
1. Güney Kafkasya’daki mevcut sorunların (Dağlık Karabağ, Abhazya-Gürcistan ve benzeri) çözümü noktasında Moskova, Washington, Brüksel, Ankara ve Tahran’ın sergileyecekleri tutum;
2. Hazar’ın gelecekteki hukuki statüsü ve denizde askeri ve stratejik güvenlik konuları ile ilgili olasılıklar, buna bağlı olarak Azerbaycan’ın hangi askeri birlikle işbirliğini tercih edeceği (bu noktada Rusya’yı endişelendiren en önemli faktör gelecekte NATO’nun Azerbaycan üzerinden Hazar’da askeri varlık göstermesi konusudur);
3. Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın gelecekteki askeri ve jeostratejik tercihleri ve bu ülkeler çevresinde gelişen olaylar konusunda adı geçen ülkelerin tavrı.
Araştırmacılara göre, her üç konuda Azerbaycan’ın sergileyeceği jeopolitik tutum, alacağı stratejik kararlar ve yapacağı tercihler belirleyici olacaktır.