Ekte sunduğum ABD BOĞAZLARI VE KARADENİZ’İ İSTİYOR başlıklı 12 yıl önce yazdığım ve bazı yerel gazetelerde yayınlanan yazımın son bölümünü yineleyerek başlıyorum bugünkü yazıma. “Karadeniz olmaz, 1.5 milyon insanını katlettiğin Irak’taki kan denizi sana yeter de artar bile.”

Dünyanın bütün denizlerinde askeri güç bulunduran ABD, bir tek Karadeniz’e girememişti. Hem deniz hem de hava unsurlarından oluşan 6. filo gibi bir gücü Karadeniz’de konuşlandıramayan ABD bu yüzden adeta deli oluyordu. Çünkü önünde 1936 yılında imzalanan Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi bir duvar gibi duruyordu. 

10 Ağustos 1914’te İngiliz Donanmasından kaçan iki Alman zırhlısı Goeben ve Breslau, hükümetin haberi olmadan Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı olan Enver Paşa’nın izniyle Çanakkale Boğazından girmiş, İstanbul önlerine demirlemişti. “Bir çocuğumuz oldu” diyerek bu olayı bizzat kendisinin Hükümete bildirmesinden sonra İngilizlerin takibinden kurtulan Alman savaş gemilerine bayrak çektirilip personeline fes giydirildi ama Amiral Souchon (Şoson Paşa) inat ediyor, gemilerdeki amirallik forsunu bir türlü indirmiyordu. 

Yavuz ve Midilli adlarını alan bu zırhlılar 28 Ekim 1914’ te Karadeniz’e açıldılar ve 2 Kasım’da Odessa ve Sivastopol’u  bombaladılar. Böylece Osmanlı Devleti Almanların yanında büyük bir hezimetle sonuçlanan Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. 

Büyük paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti büyük can ve mal kayıplarına uğramış , topraklarının büyük bir bölümünü yitirmiş ve Anadolu’nun büyük bir kısmı işgal edilmişti. Büyük Atatürk öncülüğünde verilen Milli Mücadele ile İstiklal Savaşı sonrası Türkiye’nin tapusu sayılan  Lozan’da yapılan anlaşma ile askerden arındırılan boğazlar, kendi güvenliklerini de sağlama açısından Rusların da desteğiyle imzalanan Montrö ile 1936 yılında yeni bir statü kazanarak Türk egemenliğine girdi. Karadeniz, özellikle de Montrö anlaşmasından bugüne kadar bir istikrar ve sükunet denizi olmaya devam etti. 

ABD bu durumdan rahatsızdı. İlle de Karadeniz’e girme isteği O’nu başka yollar aramaya sevketti. Elinde bir çok ülkede kadife ve turuncu devrimler diye adlandırılan karışıklıklar çıkararak mevcut düzeni değiştirme ve yıkma tecrübesine sahip Yahudi asıllı Macar spekülatör George SOROS gibi bir şeytan bulunuyordu.

Glastnost ve troyka diye isimlendirilen gelişmelerden sonra dağılan Sovyetler Birliği’nden kopan Gürcistan’da, Gorbaçov kabinesindeki son Sovyet dışişleri bakanı ve bir Gürcü olan ve 1995 yılında Gürcistan Devlet Başkanı olan Shevardnadze, ülkesinde devlet başkanlığına ikinci kez seçilmişti. Soros’un kirli ABD dolarları “Gül Devrimi” diye isimlendirilen bir operasyonla Shevardnadze muhaliflerinin ceplerine doluşmaya, ellerinde uçuşmaya başladı. Nihayet seçimlerde hile yapıldığı gerekçesiyle düzenlenen gösteriler ve oluşan tepkiler sonucu 2003 yılında istifa etmek zorunda kaldı. 

Yerine gelen Mihail SAAKAŞVİLİ tam bir Amerikan sempatizanıydı. Bir süredir bazı anlaşmazlıklar yaşadıkları kuzeyindeki Osetya’ya 2008 Ağustos’unda birden saldıran Saakaşvili güçleri, dağılmanın yarattığı moralsizlikle bitkin ve pasif sandıkları Rusların tank ve helikopterlerinin ani saldırısıyla bozguna uğrayarak perişan oldular. Saakaşvili Türkiye üzerinden Ukrayna’ya kaçtı. Bir süre sonra da orada Odessa valisi oldu. Karadeniz için ABD’ye gereken fırsat ve gerekçe şimdi tam olarak hazırdı. Gürcistan’a yardım bahanesiyle 

Karadeniz’e girebileceklerdi. Bunun için Türkiye’nin izni gerekiyordu. Montrö’ye göre ise barış zamanında Karadeniz’e girecek savaş gemilerinin toplam tonajı 15 tonu geçemez ve 21 günden fazla da kalamazdı. Hükümet bu konuda iyimser olsa da Türk Deniz Kuvvetleri bu tuzağa düşmedi, inatla direndi ve Boğazlar yolunu ABD’ye açtırmadı.

Türk Deniz Kuvvetleri o dönemde altın yıllarını yaşıyordu. MİLGEM Projesi hayata geçmiş, kendi savaş gemilerimizi kendimiz yapar olmuştuk. Ayrıca Barbaros’un torunları Akdeniz’in her tarafında bayrak göstermeye başlamıştı. 

Sen misin inatla direnerek, ABD’ye Karadeniz yolunu açmayan. İntikam çabuk alındı. Aynen Süleymaniye’deki çuval olayında olduğu gibi.. ABD yıllardır elinde tuttuğu maşa olan FETÖ hainini devreye soktu. Sahte belge ve delillerle, yalancı ve gizli tanıklarla, iftiralarla Türk Donanması’nın belini kırdı. Balyoz davası denilen 21 Eylül 2012’de verilen mahkeme kararlarıyla 36 amiral, 115 subay ve 5 astsubay 13 ila 18 yıl arasında hapis cezalarına çarptırıldı. Bununla da yetinilmedi, Amirallere Suikast, Poyrazköy, Ergenekon, Kafes, Casusluk ve Fuhuş gibi uyduruk iddialarla 300 dolayında subay-astsubay suçlamalara maruz kaldı, mağdur edildi.

KANAL İSTANBUL MU, KANAL KATAR MI?

Montrö aşılamamıştı ama Karadeniz’e çıkmanın başka yolları da vardı. İstanbul boğazı deniz trafiğini karşılayamıyor, yetmiyor, boğaza girebilmek için gemiler 12-20 saat bekletiliyor yalanı ortaya atıldı. Bu da palavraydı, zira boğazdan geçen petrol tankerlerinin kapasitelerinin artması ve sayılarının da, petrol naklinin boru yoluyla da yapılmaya başlanması nedeniyle on yıl öncesine göre yüzde yirmi azalmıştı. İşte kuralları aşılamayan Montrö duvarına çarpan bu hedefin gerçekleşebilmesi için aranan alternatiflerden biri olan Kanal İstanbul böyle ortaya çıktı. Bu günlerde Kanal Katar diye de adlandırılan bu projenin getireceği zararları bilim insanları anlatıyorlar, bunlara değinecek değilim. Ama şunu sormak zorundayım; Boğazlardan geçişler, sağlık, fener ve tahlisiye hizmetleri olarak alınan küçük ücretler dışında bedelsiz iken, 47 km uzunluğunda 125 m. genişliğinde olan bu kanalı ücret ödeyerek kullanacak olan gemiler Marmara’da demir mi atacaklar, Çanakkale’den geçmeyecekler mi ? Orayada mı  ayrı bir kanal yapılacak?

Biz yine bugün yazımızı 12 yıl önce yazdığımız aşağıda yer alan makalenin son satırlarıyla bitirelim;

Eyy ABD, şimdi sen bizden Karadeniz’i istiyorsun. Karadeniz olmaz ! Ama istersen gel sana Rahmetli Cenk KORAY gibi bir öneride bulunalım. “O, BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ GETİRECEĞİM” diyerek 1.5  milyon insanını katlettiğin Irak’taki “ KAN DENİZİ “ sana yeter de artar bile.

Fikret GÖKÇE

Kıbrıs Gazisi-Mak.Müh.

ABD BOĞAZLARI VE KARADENİZ’İ İSTİYOR

Rahmetli Cenk KORAY, TRT ekranlarında bir yarışma sunardı. Daha çok genel kültür ve güncel olayları konu alan bu yarışmaya katılanlar başarılı olurlarsa eşyalarla dolu bir odaya alınırlar ve orada aldıkları puanlara eşdeğer eşyaları seçme şansına erişirlerdi. Genellikle arzu ettikleri eşyalar yerine başkaları sunulur ve Cenk KORAY’ın esprileriyle, “televizyon yerine size bir düdüklü tencere vereyim” yanıtıyla karşılaşır ve buna razı olurlardı.

ABD, 1 Mart 2003’ te Türkiye’den önemli bir tokat yedi. “Saddam’ın elinde dünyayı mahvedecek nükleer ve kimyasal silahlar var. O bunları kullanırsa ben de atom bombası kullanırım” diyen George W. Bush, Irak’a demokrasi getireceğim bahanesiyle Türkiye’yi kullanarak Irak’a saldırmayı planlıyordu. Gizli yapılan bazı anlaşmalara güvenerek ülkemiz üzerinden gerçekleştireceğini sandığı bu saldırı, o dönem TBMM’ndeki muhalefet ve sağduyulu bazı AKP’li milletvekillerinin direnciyle bozuldu ve yığınak yaptığı topraklarımızdan ve İskenderun Limanı’ndan çekilmek zorunda kaldı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “dostumuz, stratejik ortağımız” kandırmacalarıyla bize her dediğini yaptıran ABD,  bu alışık olmadığı tavır karşısında şaşkınlığa uğradı. Çünkü bu, özellikle 1950’den sonra bizden her istediğini alan ve yaptıran ABD için beklenen bir sonuç değildi. Zira ülkeyi yöneten bazı kişiler ayaklarına giderek yaptıkları gizli görüşmelerde bu konuda söz ve garanti vermişlerdi.

ABD değil miydi, “onuncu yıl marşını” inkar edercesine, demiryollarından vazgeçip karayollarına yönelmemizi dayatan ?

ABD değil miydi, NATO’ya alınmamız karşılığında dünyanın bir ucuna askerimizi yollatan? 

ABD değil miydi, “komünizm gelecek, başka birinin şapkasını gördüğünüzde evinize giremeyeceksiniz” yalanıyla  kandıran?

ABD değil miydi, Kayseri’de, Etimesgut’ta, Eskişehir’de, İstanbul’da kurduğumuz uçak fabrikalarının yanısıra, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Cipsy Majör uçak motoru fabrikalarımızla, “bırak kardeşim üretim yapmayı, ben sana hazır uçak vereyim, uğraşma” diyerek hızla gelişen havacılık sanayimizi  baltalayan?

ABD değil miydi, hergün İncirlik’ten kaldırdığı U-2 casus uçaklarıyla, Karadeniz kıyılarına yerleştirdiği radarları ve Nike füzeleriyle Rusları tehdit ederek bize düşman  eden?

ABD değil miydi, 24 ilde haşhaş ekimini yasaklatıp, ekmeğini elinden aldığı köylümüzü göçe zorlayıp, büyük illerimizdeki, sağlık, eğitim, ulaşım, barınma ve istihdam sorunlarını artıran?

Askerimizin başına çuval geçiren, Nato tatbikatından dönerken Muavenet Zırhlımızı, hem de kaptan köprüsünden vuran, Çekiç Güç’le PKK’ya, Barzani’ye yardım edip, başımıza bela eden ABD  değil miydi?

SEN DÜNYANIN ALİKIRAN BAŞKESENİ MİSİN?

ABD  şimdi kalkmış Karadeniz’de sürekli bir Nato gücü kurulmasını istiyor. ABD, Akdeniz’de sürdürdüğü kaçakçılık ve terörizme karşı deniz devriye görevinin bir benzerini Karadeniz’de oluşturmak  arzusunda.  Oysa 1936 yılında yürürlüğe giren Montrö Sözleşmesi, Türk egemenliğinden başka bir güç tanımıyor boğazlarda . Buna göre kıyıdaş olmayan ülkelerin aynı anda Karadeniz’de bulundurabilecekleri donanma gemilerinin toplam tonajı 15 bin tonu aşamıyor ve bu gemiler 21 günden fazla Karadeniz’de kalamıyor. Bu da Türkiye’nin iznine bağlı. ABD’nin bu arzusuna özellikle Bulgaristan ve Romanya sıcak bakıyor. Aslında Karadeniz’de bir Nato gücüne ihtiyaçta yok. Çünkü kıyıdaş ülkelerin oluşturduğu, BLACKSEAFOR adlı bir oluşum var.

ABD’nin bu arzusunun altında dünyanın sayılı enerji koridorlarından birine sahip Kafkasya’yı kendi kontrolu altında tutması yatıyor. Zaten Soros’un dolarları ve CIA’nın çabalarıyla kah turuncu, kah kadife devrimlerle bunu bir anlamla da gerçekleştirmiş bulunuyor. İşte Gürcistan, kendiliğinden mi kalkıştı bu maceraya ?  Rusya’yı hala 90’lı yılların şokunu atlatamadı sanıyorlar.

Şu anda dünyanın 130’u aşkın ülkesinde ABD askeri üssü ve gücü var. Sen dünyanın “ALİKIRAN BAŞKESENİ MİSİN?”

Hem  unutma! Günümüzden  212 sene önce bize yalvardığın olayla ilgili belgeler tarihin sayfalarında aynen duruyor.

Akdeniz’de ABD gemilerinin, taşıdığı yükün ve personelinin korunması için Osmanlı’dan ricada bulunmuştun. Akdeniz o zamanlar bir Türk gölüydü. Osmanlı bu korumayı üstlendi. Amiral Cezayir Dayısı Hasan Paşa ile gönderdiğin Joseph Donaldson Jr. adlı  bir yetkili bu anlaşmayı ülkeleri adına imzaladılar. Barış ve dostluk anlaşması olarak tarihe geçen bu anlaşma, 2 Mart 1796’da ABD Senatosu tarafından da onaylandı. Yalnız bu anlaşmanın bir özelliği var. Şimdikiler gibi değil! İngilizce’de değil... Tamamı Osmanlıca kaleme alındı bu anlaşma. Her maddenin sonu da  “VESSELAM” diye bitiyordu.

Şimdi sen bizden Karadeniz’i istiyorsun. Ülkeyi yönetenler buna ne kadar direnirler bilemem. Ama istersen gel sana Rahmetli Cenk KORAY gibi bir öneride bulunalım. Karadeniz olmaz! “O, BARIŞ VE ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ GETİRECEĞİM” diyerek 1.5  milyon insanını katlettiğin Irak’taki “KAN DENİZİ” sana yeter de artar bile.

Esen Kalın Sevgili Okurlar.