Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: “Her milletin hedefi, davası uğruna ölümü göze aldığı bir kızıl elması vardır. Bizim Kızıl Elmamız da muasır medeniyetler seviyesinin üstünde büyük ve güçlü Türkiye'nin inşasıdır. Tarih yazan, çağ açıp çağ kapatan tüm insanlığın umudu bu milleti tekrar liderliğe taşımaktır. Bizler ulu bir çınar gibi kökü derinlerde tarihi bir mirasın büyüttüğü, beslediği, bugünlere getirdiği bir milletiz, öyle olmak zorundayız. Şair öyle diyor: ‘Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya millet, milliyet nedir öğretmişiz. Biz böyle bir milletiz. Bunun için her fırsatta 'kökü mazide bir ati’ diyoruz. Mazimizden ilham alarak daha kararlı, daha sağlam şekilde geleceğimizi inşa etmekten bahsediyoruz.” ifadesini kullandı.

Şayet bugün Filistin davasını sahiplenen, Afrika'ya el uzatan, Orta Asya ve Balkanlar'daki kardeşlerine sahip çıkan bir Türkiye varsa bu ekonomiyle beraber diplomaside de imza attığımız zaferlerin meyvesidir. Türkiye bugünkü seviyelere akrebin kıskacından geçerek gelmiş, tüm kazanımlarını bedel ödeyerek elde etmiştir. Ülkemizin bu kazanımlarının tamamı sizlere aittir, sizlere emanettir. Allah ömür ve imkân verirse 2023 Türkiyesi'ni birlikte inşa edeceğiz.” (19 Mayıs 2019- Türk ve Dünya Basını)

Evet bu güzel sözlerden sonra maziye bakalım atalarımız neler yapmıştı! Zorda kalan, sıkıntı da olan kardeş devletlere ne gibi yardımlar yapmıştı. İşte bu güzel yardımların kısacıkta olsa özeti: 

“1509'da Memluk Sultanı Kansu Gavri, Portekizliler ile Kızıldeniz’de savaşmak için gerekli donanma malzemesini ve ateşli silahı Osmanlı Devleti'nden istemişti. Osmanlı Devleti de, 1511 yılında, 400 top, 40 kantar barut ve bir miktar bakırdan oluşan bir yardım yaparak Memlükları Hıristiyan Portekizlilere karşı desteklemişti. Bu yardımlar arasında gemi yapım malzemesi yanında asker ve arkebüzler (uzun namlulu tüfek) de bulunmaktaydı. Diğer taraftan İslam dünyasında ateşli silahların kullanımında önemli bir yeri olan Memlüklar, Kansu Gavri devrinde bir reform teşebbüsünde bulunmuşlarsa da Ridaniye’de, Osmanlılar karşısında mağlup olmaktan kurtulamamışlardı. 

Osmanlılar, Habeşistan'daki Müslüman lider Sultan Ahmet Gran'a 1527 ve 1542 yıllarında bölgedeki Hristiyan lider ve onun destekçisi Portekizlilerle savaşmak üzere birçok ateşli silah ve top yardımı yapmıştı. 

Sumatra'da Osmanlı Sultanı adına hutbe okuyan Açe Sultanı'na da, Hollandalılar ve Portekizlilerle savaşması için gönderilen yardım gemileri İstanbul'dan yola çıkmış, ancak Yemen isyanı sebebiyle bu yardım yerine ulaşamamıştı. 

Bunun yerine Osmanlılar, bir grup topçu ustasını Açe’ye göndermişlerdi. Bu top ustalar, burada 200 kadar bronz top dökerek Malakka'da Açe Sultanı'nın Portekizlilerle savaşında muvaffakiyetini sağlamışlardı. Hindistan’da Osmanlı topçularının ayrı bir yeri ve önemi vardı. Sultan Bahadur Şah'ın emrinde çalışan Selman Bey'in yeğeni Mustafa Bayram, Rumî Han ve kölesi Hoca Sefer Selman da Hüdavend Han unvanlarını almışlar ve bu bölgede oldukça büyük bir üne kavuşmuşlardı. 

Kanunî Sultan Süleyman tarafından Hint Şahı'nın isteği üzerine oraya giden İstanbullu Hüseyin Han'ın dökmüş olduğu Maliki Meydan adlı 42 ton ağırlığındaki bronz top 1685 yılına kadar kullanılmıştır.

Osmanlıların askerî yardım gönderdiği diğer bir Müslüman devlet Afrika ülkesi olan Brunei Devleti'dir. En parlak dönemini May İdris Elevma döneminde yaşayan ve gücünü İslam'ın çevreye yayılması için kullanan bu devlet lideri, 1576 yılında III. Murat'a bir elçi göndererek itaat bildirdi ve Osmanlı Devleti'nden askerî ve teknik yardım istedi. Trablusgarp Beylerbeyliği vasıtasıyla yapılan yardımda birçok tüfek ve tüfekçi gönderilmiştir. Elevma, bu yardım sayesinde, çakmaklı tüfeklerle donatılmış bir ordu kurmuştur.

Osmanlılar, İstanbul'un fethini müteakip çok sayıda ateşli silahlarla mücehhez bir ordu kurarak dünya devletleri arasında ciddi ve caydırıcı bir güç halini almaya başlamışlardı. Bu gücü onlara sağlayan faktörlerden birisi olan ateşli silahlardaki üstünlükleri sayesinde batıdaki ve doğudaki düşmanlarına karşı pek çok mücadelede muvaffak oldular. 

On yedinci yüzyılın ortalarına kadar hiçbir İslam ülkesi ateşli silah teknolojisinde Osmanlıların gücüne erişememişti. Avrupa devletlerinin ise Osmanlıları yakalamaları ancak bu asrın başlarında gerçekleşebilmiştir. Çağın savaş teknolojisini çok iyi takip eden ve bunu en iyi şekilde kullanan Osmanlılar, bu teknolojinin Müslümanların dünyanın dört bir yanında muvaffak olmaları adına kullanılmasında elinden gelen yardımı esirgememiştir. 

Bir taraftan kendisi Avrupalı düşmanları ile çarpışırken, bir taraftan da, Afrika'dan Sumatra'ya, oradan Asya'nın ve Hindistan'ın ortalarına kadar hâkimiyetleri dışındaki çok büyük bir coğrafyaya ateşli silah ve asker yardımı yaparak Müslüman devletleri gayri Müslim düşmanları karşısında desteklemiştir. 

Dünya'nın üçte birine fiilen hâkim olan Osmanlılar diğer üçte birinde de, kendilerine sevgi ile bağlanan ülkeler sayesinde söz sahibi olmuşlardır. Sevindirici olan şudur ki; bugün de Türkiye Cumhuriyeti aynı politikayı yürütmektedir!