Saygıdeğer okuyucularım! “Biz Bize Dertleşirken” yerine; “Okuyucularımla Baş Başa!..” başlığını kullansaydım belki daha uygun bir çağrışım olurdu ama, asıl maksattan da uzaklaşmış sayılırdım zira; esas gayem değerli okuyucularımla gerçekten dertleşmektir ve öyle yapmaya çalışacağım. Dolayısıyla “konulara uygun başlıklarla, hemen hepimizi yakından âlâkadar eden ve fakat bir türlü gündeme getiremediğimiz bazı eksantrik konulara değinelim!... SIFAT DÜŞKÜNLÜĞÜ VE!... “ALLIANOI”ye destek veren Tarkan’ı “Burnunu sokma” diye eleştiren Çevre Bakanı Eroğlu’na, diğer bazı sanatçılar da tepki gösterip Tarkan’ın safına katılarak sayın Bakanı eleştirmişler ve hemen her biri son derece eksantrik beyanatlar vermişler ki en enteresanı aktrist Hülya Avşar Hanım’a ait olanıdır. Aynen geçiyorum: (Bakan’ın cevabı kaçıştır. Politikacı ülkenin sanatçısına hesap vermek zorundadır.) Tarihi kalıntıların sular altında kalmasına tabii olarak milleten karşıyız. Ancak bir hususa açıklık getirmek lâzımdır: Hemen hiçbir Hükûmet şu veya bu sanatçıya hesap vermek zorunda değildir. Sadece “Büyük Millet Meclisi”ne hesap vermeye mecburdur. Yânî millete! Sanatçıya ki, gerçekten sanatçı ise, değer verilir, taşıdığı sıfata saygı duyulur. Ancak hesap sorma mercii gibi hareket edilecek olunsa, işte o zaman meselenin rengi değişir!... Demem odur ki; Hülya Hanım, tabiri caiz ise; “sürç-i lisan” etme talihsizliğine uğramıştır!... GÜLBEN ERGEN: (Böyle şey olmaz. Hiçbir siyasetçinin sesi sanatçıdan daha yüksek değildir.) Ancak, Gülben Hanım bir hususu dikkate almamış veya hatırlayamamış ki, bu hususta bizleri aydınlatırlarsa gerçekten pek ziyade memnun kalacağız. Meselâ, sanatçılar: (Kokainle yakalananları, bir kısım basınla bir olup, aklamaya çalışmasa, belden aşağı yarı çıplak dolaşıp da bunu “Medeniyetin icabı”(!) olarak göstermeye çalışmasa, gayr-ı meşru aşk ilişkilerini meşru göstermeye kalkışılmasa...) Ve tamamen tarihe saygı gösteren ve de “sanatçı, manatçı” demeden doğrudan medeni bir insan olarak mezkûr konuya ait fikrini beyan eden sevimli kızımız, Sezen Aksu’nun beyanatına gelince hemen herkesin şapka çıkaracağı bir demeç olmuştur ki, aynen iştirak ile kendilerini tebrik ediyor ve aynen sunuyorum: SEZEN AKSU: (Kültür evrenseldir. Geçmişin tüm mirası insanlığa aittir. Sahip çıkmak herkesin hakkıdır.) Evet, sıfat hırsına, imtiyaz sevdasına kapılmadan, doğrudan; insanlık ve Milletimiz adına fikir ve görüş beyan eden, bu değerli ve bizim açımızdan Pop değil! “Hafif Batı Müziği” sanatçısına, sonsuz teşekkürlerimizi sunmaktan mutluluk duymaktayız. Saygıdeğer okuyucularım, siz şu işe bakınız; gördüğüm kadarı ile hemen hiç kimse, sıradan vatandaş olmak istememekte ve bir çeşit “sıfatların ardına sığınırak”, aziz milletimizin üst düzey sınıfından olmaya çalışmaktadır?!... KÜÇÜK SIRLAR AHLAKSIZ MI?... 13 Ağustos 2010 tarihli “Milliyet Gazetesi” ilâvesinde okudum Küçük Sırlar adlı dizi için ahlâksız mı?.. başlığı ile bir magazin yazarı, diziye bu açıdan bakanlara sitem ediyor?!.. Bence haklı. Zira: (Uyuşturucu tüketiminin “10-12” yaşlarına kadar inmiş olan bir devirde; anaların, babaların ayrı, ayrı çöplüklerde fingirdemekten, çocuklarıyla meşgûl olamadıkları bir garip cemiyet hayatı içinde, lise çağındaki kızlı, erkekli grupların; “seksi yaşantılarının”, aşk hayatı tarzında yutturulmaya çalışıldığı bir garip dünyada yaşanırken, gençlerin birbirleriyle ilk heyecanın da verdiği duygu ile çekişmelerini sergileyen bir dizi film nasıl tenkit edilebilir(!) diyen yazarına hak veriyorum. Zira; adeta çivisi çıkmış bir dünyada artık olsa, olsa böylesi durumlar ancak sineye çekilir. Çünkü siz bu kahrolası iğrenç âlemde hem azınlıkta ve hem de tamamen yalnızsınız?!..) MÜBAREK ORUÇ AYI VE BİZLER!... İçinde bulunduğumuz bu mübarek oruç ayı’nın vecibelerini yerine getirebilmemiz bir yana, sadece “Oruçlu olanlara saygı” duymaktan dahi yoksun bir ruh yapısına bürünmüş, basiretimiz bağlı, yaşayıp gidiyoruz?!... Şu icat edilmez olsaydı: TV, bilgisayar ve interet gibi teknoloji harikalarını icabı gibi kullanmayıp, tamamen bir eğlence aracı olarak değerlendirilmesiyle yanlışlar bir diğerini takip etmiş ve böylece toplum yaşantımız temelinden sarsılarak, günümüzdeki karmaşık duruma gelmiştir. Bir ülkenin vatandaşları ki, dini açıdan özellikle değerlendirdiği “Oruç ayı”nı olağan vecibeleri içinde geçirebilmek için hemen her nevi fedakârlıktan kaçınmaz ve huşu ile ibadetini icra eder, orucunu icabı şeklinde tutar. Gerçekten her açıdan saygı duyulması icap eden bir ortam içinde Oruç Ayı’nı idrak etmektedir. Ancak, mezkûr ülkenin fakir, fukarası yânî yardıma muhtaç ailelerin oruç farzını yerine getirebilmeleri, doğrudan tam bir inancın verdiği kuvvet ve iradeye bağlı idi ve de asırlardır bu ortam değişmemiş ve zaten değişebilmesine de imkân yoktu. Zira, fukaralığın kökü kazınamamış ve “Cihanı sömürmeyi” kendine şiar edinmiş bir “Dünya Hâkimiyeti Efendileri” buna müsaade etmemekteydi ve hâlâ öyledir. Dolayısıyla, fukaralık böylesi şartlar altında daha asırlarca varlığını sürdürebileceğe benzer... Şartlar böyle iken, TV’lerden verilen yiyecek reklamlarındaki iştah kabartıcı ve de pek abartılı yiyecek reklamları; fakir, fukaranın çocuklarını da etkilemekteydi ama bir farkla: (Onların babaları o gördükleri nefis yiyecekleri alabilmekten acizdi ve böyle bir talihsiz baba: “20 Ağustos 2010 Cuma günü” böylesi bir sorunla karşı karşıya kalarak, intihar etmişti. Trajik vaka şöyle cereyan etmiş: (Diyarbakır-Silvan İlçesi’nde iftar saatinde evine gelen Hacı Örüç’ü karşılayan eşi, Hediye Örüç, kocasına; (Yemek yapacak bir şey yoktu. Yemek yok.) deyince, dört çocukluk talihsiz adam, çocuklarına sarılarak bir süre gözyaşı döktükten sonra evinin mutfak-banyo bölümüne geçerek, kendisini iple tavana asmış, bilâhare hastaneye kaldırıldığında geç kalındığından kurtarılamamıştı...) Demem o ki; TV’deki yiyecek reklâmlarının daha insaflı yapılabilmesi için, bu trajik vak’a en açık örnek olmalıdır. Tabii ki, bir nebze olsun içinizde, Allah sevgisi ile insanlık duygusu kalmışsa!.. Not: Bu makale, (4 Eylül 2010 Cumartesi) günü yazılmıştır.